Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Aralık '08

 
Kategori
Güncel
 

Filistin için; Merhamet...

Filistin için; Merhamet...
 

Bundan tam iki sene önce, başımdan bir olay geçmişti. Şimdi onu anlatarak başlamak istiyorum.

Bizim insanımız için “kapalıçarşı” kavramı önemlidir. Bu nedenle son yirmi yıl içinde peş peşe yapılan büyük alışveriş mekanları cazibe merkezi haline geldi. Olay bunlardan birinde geçiyor. İşimi bitirdikten sonra, aracımla mekanı terk ederken, "garaj rampasında" öndeki otomobile yol vermek için durmak zorunda kaldım. Peşi sıra beni izleyen diğer bir otomobil de kullanmış olduğum araca rampada iyice yaklaşıp, durdu... El freni kullanarak rampada kalkma âdetim yoktur; ihtiyaç da duymam açıkçası. Fakat o gün nasıl olduysa araç ilk seferde yerinden kıpırdamadı ve stop etti. Çok hafif de, geri kaydı. O sırada otomobili ile arkama yapışmış olan "arkadaşımız" sanırım benim ona vuracağımdan korkarak, kornasına basmaya başladı. Böyle zamanlarda insan telaşa kapılıyor; bir sonraki adımda hata yapma ihtimali biraz daha artıyor. İkinci denemede bir kere daha stop ettirdim! Arkamda duran kişi aracına zarar vereceğim korkusu ile biraz da sabırsızlıktan durmaksızın kornasına basmaya devam ediyordu. Bir tarafta otomobilin neden kalkmakta zorlandığına, diğer tarafta becereksizliğime, öte tarafta da arkamdaki kişinin anlayışsızlığına o kadar sinirlenmiştim ki, kontrolu neredeyse tamamen kaybederek, biraz ileride durup, arabadan aşağı indim...

Bundan sonraki görüntülerde sadece karşılıklı bağırışlar var... Merak eden için özel not düşmek gerekirse; şiddet yok.


***

Şimdi, burada geriye dönüp, şu nedenle böyle oldu gibisinde akıl yürütmelerle haklı konuma geçmeye çalışmayacağım. Olayın içindekilerin hepsinin öyle ya da böyle kusuru var. En çok da bende; “bu bana iyi ders oldu” demeliyim.

Yazımıza konumuzla ilgili küçük bir alıntı ile devam edelim...

“... İşte şurada saman yığınının yanında yatıyorum. Vücudumun kapladığı daracık yer, geriye kalan boşluğun, benim bulunmadığım, benimle hiç ilgisi olmayan boşluğun yanında o kadar küçük kalıyor ki! Yaşayabileceğim süre de, benden önce var olan, benden sonra devam edecek olan sonsuzlukla ölçülünce o kadar önemsiz ki! Öyleyken bu atomun, bu matematik noktanın içinde kan dolaşıyor, beyin çalışıyor, istekle doğuyor...”[1]

Yaşam, bizim için hayatın içinde bir yer kaplamamız demek. Uzay boşluğunda varolan gezegenlerin konumlanışı gibi. Her kütle boşlukta bir yer kaplıyor. Her insan varlığı, dünyada bir hayat alanı arıyor, kendine.

Ve alıntıdaki vurgunun aksine “bu o kadar çok önemli ki!

"Peki neden bu alıntıyı yapıyoruz?"

"Çünkü okuduğum zaman o düşüncenin bana çok tanıdık geldiğini fark ettim; kahramana bu sözleri söyleten duyguyu hayatımız boyunca sayısız kereler bizlerin de hissetmiş olduğumuzu..."

Yaşamanın farkına varmak, onun önemli olduğunu ayırt etmekle başlıyor.

Kendimiz için talep ettiğimiz, hayatın içindeki boşlukları başkalarına da tanımakla... Alışveriş merkezinde iki insanın başına gelen şey, birbirlerinin yaşam boşluklarına müdahale etmeleridir. Biri, diğer aracın hareket serbestliğini engeleyecek kadar yaklaşmış, diğerinin manevrası da ötekinin aracına bir şey olacakmış şekilde endişelendirmiştir. Kornaya basması, korkusudur.

Turgenyev, nihilist bir hayat portresi çiziyordu, yapıtında. 19. yüzyıl sanayi devriminin de ivmesiyle maddeciliğin ön plana çıktığı bir zaman dilimiydi. Feodalizmin insan – insan ilişkisinin yerini, insan – madde (meta) ilişkisi almıştı. Humanite, bir taraftan zor yoluyla ortaya çıkan bir mücadelenin ürünü, diğer tarafta da sembolik bir kavramdı. Modern zamanların kurduğu uygarlaşmış şehirlerde insanlar “merhamet” duygusunun sürekli zedelendiği koşullarda yaşamak zorunda bırakılıyordu.

Yeni milenyumda yaşadığımız ve çevremizi kuşatan sevgisizlik ve tahammülsüz atmosferinin elbette bir tarihi vardır.

Tahammülsüzlük, anlayışın yerini aldı. Hiç kimse bir diğeri için “acaba ne derdi var?” kaygısı ile düşünmüyor, artık.

Yolda yürürken birbirine dokunduğu için kanlı hasım haline gelen insanların üçüncü sayfa haberlerini burada sadece hatırlamakla yetiniyor, bir köşeye not ediyoruz.

Hatalı olsak bile özür dilemek bir “ego” sorunu haline geldi.

***

Şu günlerde “Merhamet” kavramını tekrardan hatırlamamızın zamanı gelmedi mi?

Bir kere daha Türk Dil Kurumu’nun internet sözlüğüne başvuruyoruz...

merhamet
<ı>isim <ı>Arapça<ı> mer§amet

Bir kimsenin veya bir başka canlının karşılaştığı kötü durumdan dolayı duyulan üzüntü, acıma.

Kur’an’ın her suresinin başında yinelenen “esirgeyen ve bağışlayan Tanrı’nın adıyla” anlamındaki Besmele bu coğrafyada en çok dile getirilen mantradır. Burada sanki Tanrı’nın büyüklüğü, O’nun merhamet duygusunun en güçlü ve belirgin özelliği oluşundan kaynaklandığı, vurgulanır. Mutlaka ilahiyatta başka “meâlleri” da vardır, biz sadece “anlayabildiğimiz” kadarını öne çıkarıyoruz.

Bütün dinlerde ve inanç sistemlerinde Tanrı gibi kutsal olmanın “yolu” vardır. Burada ona “eş koşmaktan” başka bir şey söylemeye çalışıyoruz.

Tanrı’nın kutsayan elinin kendi üzerimizde olduğunu deneyimleyerek ‘merhamet’ edenlerden olma” erdemini yaşamanın vurgusunu yapıyoruz. Bu hangi şekilde algılanırsa; bir ateist orada Tanrı’nın yerini kendi varlığını bile koyabilir; çok mu yabancı?

Merhamet duygusu büyük, gösterişli, güçlü ve tam olmaktan gelir.

Bir başka canlı varlık “senden” çok daha zor durumda kalmışsa, ona merhamet duymak insanî duruşun (varoluşun) özü ve çıkış noktasıdır.

Merhamet duygusunu yitirmiş olanın insanî duruşu da sakattır.

Bugün nereye bakarsak bakalım, eksikliğini duyduğumuz erdem budur. Neyi paylaşamıyoruz, sorusunu sorduğumuzda, aslında başka bir şey kaçırıyoruz. Birbirimize hayat alanı tanımıyoruz; doğa boşluk tanımaz ifadesindeki anlama paradoks bir şey söylüyoruz.

“İki insan arasında mutlak suretle her ikisine yetecek kadar bir boşluk kalabilmelidir.”

Bu metrik cetvellerle ölçülebilen bir “mesafe” kavramının ötesinde, belki birbirlerini anlamaya yetecek kadar sessiz kalabilmeyi ve düşünmeyi, merhamet duygusunu hissedebilmeyi işaret etmektedir.


Bilmiyorum anlatabildim mi?

Uzay Gökerman



[1] Babalar ve Oğullar – Ivan Turgenyev. İletişim 173.s.

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..