Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ocak '09

 
Kategori
İlişkiler
 

Fiziki yalnızlığımın duygusal kalabalığı...

Fiziki yalnızlığımın duygusal kalabalığı...
 

Kaynak: www.blufiles.storage.live.com


‘’Kimdi giden, kimdi kalan.. Giden mi suçludur her zaman’’ dizeleriyle başlayan ‘’Terkeden’’ şiirinin sonunu şöyle getirir Murathan Mungan:

‘’Kimdi giden kimdi kalan… Aslında giden değil, kalandır terk eden. Giden de bu yüzden gitmiştir zaten.’’

Bazen söylenmişlikleri ve yapılmışlıkları o kadar yakın bulursunuz ki kendinize ve o kadar size aittir ki or(ta)daki durum… ‘’Keşke’’ dersiniz. ‘’Keşke bunu yazan/besteleyen/söyleyen/oynayan/yöneten/vs’’ ben olsaydım! Tam beni anlatıyor ve keşke kendimi bu kadar güzel anlatabilen ben olsaydım!’’

Sizi bilmiyorum ama bende olur.

O dizeleri yazan olmasam bile benim şiirim oluverir. Ben oynamasam, ben çekmesem bile, benim senaryomdur bazı filmler zihnimin beyaz perdesinde. Ve benim şarkımdır böylesi yazılmış veya yazılacak olan şarkılar yaşamımın portesinde.

Giden olmak sorumluluk ister..
Giden olmak hamal olmayı; ardın sıra dizilmiş, sırtladığın ve sırtlayacağın anılar çuvalını sağlam taşımayı gerektirir. Oflamadan, puflamadan! Oflamak puflamak istesen bile, hayattan alacağın bahşişleri elden kaçırmamak için saklamayı ve maskelemeyi iyi beceren bir hamal olmayı gerektirir. Ezilirsin yükünün ve daha da sırtlanılması gerektiğini bal gibi de bildiğin nice yüklerin altında.. Ama sorarsın alay eder gibi ‘’Hepsi bu kadar mıydı? Yok mu başkası abla/abi?’’ diye.


Ve yamulsa da bacakların sırtındaki yükten, yalpalamadan, dosdoğru yürümeye çalışırsın çoğu zaman!

Hayatın yoluysa bu ve sen yürüdükçe, çıkmaz bir sokağa rastlayana kadar devam edecekse.. Ve o çıkmaz sokağın sonunda durup, son bir nefes çıkana değin dudaklarının arasından devam edecekse bu yürüyüş.. Yürümek zorundasın! Sendelesen de toparlanmak, düşsen de kalkmak, ve bacakların titrese de ‘az kaldı, biliyorum az kaldı. Bitecek! Bitmek zorunda!’’ motivasyonuyla devam etmek zorundasındır.

Ama giden olmak, ‘silen’ olmayı gerektirmez hiç bir zaman!

Ben silmedim ve silmeyeceğim en azından.

Silmeden de gidebilir insan çünkü. Hatta zaten silmek de istemez. Eli varmaz o güzellikleri, o paylaşılmışlıkları silmeye. İzi kalsın ister. Saklamak ve korumak ister…

Ve bazen başkalarıyla paylaşarak; bazen de herkeslerden saklayarak, yalnızlığının kuytularında sadece kendisiyle paylaşarak yaşatmak ister.

İnsanın yalnızlığının yegâne eşlik edicileridir yaşanmışlıkları!


Hani ‘’Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz’’ der ya üstat Özdemir Asaf?!

Hem haklıdır hem de haksızdır bana göre. Fiziksel açıdan haklı, sonuna kadar haklı hem de. Ama fizik ve duygu yalnızlığı açısından değerlendirince çok fazla katılamıyorum üstada ben. İnsan sadece ‘fiziksel olarak’ yalnız kalabilir çünkü.
Oysa fiziksel olarak yalnız kaldığın zamanlar, duygusal kalabalığının tavan yaptığı anlardır ve sığmaz bile iç evine duygularını tümü.

Hele de geceleri!..
O gecenin en önemli misafiri olan duygun kurulur göğsündeki salonun başköşesine. Hatta yayılıverir içinin üçlü koltuğunda tüm densizliğiyle. Alır eline sazını, dinlemek istesen de istemesen de çalıp söylemeye başlar. Diğer tüm duygular doluşur göğüs evinin diğer tüm odacıklarına ve başlarlar kendi aralarında koyu bir muhabbete. Bazen kavgalar çıkar hatta! ‘Korku’ yükseltince sesini ‘kaygı’ çoğaltmak ister ekibini ve çağırır tüm arkadaş duyguları yanına. ‘Tedirginlik’, ‘huzursuzluk’, ‘kararsızlık’ doluşuverir aynı odaya kaygıya destek olmak için. ‘Hüzün’ en yakın arkadaşı ‘kararlılık’tan aldığı destekle o gece, en çok yükselten olur sesini. Bazen ‘mutluluk’ bile otururverir hüznün yanı başına ve asla aynı koltukta yan yana ağırlayamacağınızı düşündüğünüz iki misafir duygu 'hüzün ve mutluluk', aralarına ‘özlem’i de alarak karmakarışık bir sohbete başlarlar içinizde. Ve fark edersiniz ki; fiziksel olarak yalnız olsanız bile gecenin karanlığında, içinizde hiç de yalnız değilsinizdir.
Ve tüm duygular, hatta en yan yana gelmesi mümkün olmayacaklar bile aynı odada misafirdir o gece. Başkalarıyla paylaşmazsınız ve paylaşmak da istemezsiniz belki, ama kendi kendinizle paylaşırsınız tüm yaşanmışlıklarınızı, duygularınızı misafir ettiğiniz gecelerde.


Ve böylesi gecelerde saklanılan, korunan, hatırlanması istenen ne varsa hatırlanır. Hatta bazen kendinize inat hatırlarsınız ve ‘karmaşıklığı’ konuk ettiğinizi anlayıverirsiniz gönül salonunuzda.

Ben böyleyim işte. Başkalarını bilmiyorum ama en azından ben tam olarak böyleyim işte. Hep bir senfoni yankılanır içimde duygu orkestramın notalarından taşan. Ve bu senfoniyi kâh yanız dinlerim kâh naklen yayınlarım.

Fiziksel katil olmadım hiçbir zaman ama duygusal anlamda çok cinayet işledim. İnsanları öldürmedim çünkü hayatımda hiç; ilişkilerimi öldürdüm sadece.


Hala da iddia ediyorum; yapılabiliyor, başarılabiliyor. ‘!Eski eş, eski sevgili, eski dost, eski komşu, eski vs..’’! Hiç fark etmez! İnsanlar değil, onlarla aramda(o günün koşullarında)ki ilişki ölmüştür her zaman. Ama insan olarak yaşamaya devam ederler benimle. İşlerim duygusal cinayetimi, alırım elime savunma silahımı.. Bütün ölmesi gereken sıfatların ve duyguların üstüne boşaltırım şarjörümü. Yetmedi mi? Yere düşmüş can çekişmekte mi hala? O zaman da elime bir yastık alır, ağzına kapatır, bastırır, bastırır, bastırım. Boğarım yani. Onun o günkü konumunu çöpe atmam gerektiğinden, garanti olsun diye çöp torbasının ağzını da sıkıca bağlarım ki, hava alıp canlanma riski olmasın. Boğulma işlemi garantili sonuç versin yani!

Ama o insanı atmam çöpe hiçbir zaman! Sadece onun o gün taşımakta olduğu sıfatını atarım çöpe ve yeni bir sıfatlandırma yaparım onun için.

Bir çokları beni anlamaz biliyorum. Katılmazlar da bana! Ama onların bana katılmaması, benim onların ‘katılmama durumlarına katılmamı da gerektirmez’ elbette ve yürürüm bildiğim yolda.

‘Gitmedim’ kimselerden ve gidemem de zaten!

Atmadım (bir iki istisna hariç) kimseleri ve atmayacağım da!

İlişkim ölebilir ama (şekli ve muhteviyatı ne olursa olsun), ilişkide olduğum insan ölmez! Öldürmem de, öldürtmem de!

Bana yaşattıklarını, bana kattıklarını, saklamak istediklerimin tümünü kaldırırım duygularımın çeyiz sandığına ve kapatırım kapağını. Tüm insanların karşısına da bu değerli çeyiz sandığımla çıkarım. Yanımdaki insan da tüm bu zenginliklerimle ve sandığımdaki çeyizimle tanımalı ve kabullenmelidir beni!

Ve o değerli çeyiz sandığım sayısız hüzün, mutluluk, özlem, gıpta, kıskançlık hisleriyle ağzına kadar doludur. Her sahnemin eşlik edici bir şarkısı veya (görünmez) fotoğrafı da vardır içinde. Duyduğum bir melodi, yağan bir kar, sıcak bir günbatımı, dilime değen tuz… Onlarca anıyı canlandırıverir içimde. Ve severim bu canlılığı çok!

Hayatımda hiç kimseye benden önce kimle olduğunu sormadım ve sormam ama aynı soruyu kendime de sordurtmam!

Sevdiklerimle sevilmek, sakladıklarımla kabullenilmek ve ‘rağmen’ benimsenmek isterim.

Çünkü ben tüm yaşadıklarım ve sahip olduklarımla benim! Beni sadece bir insan veya sadece bir kadın olmaktan farklı kılan çok önemli bir ayıracım var çünkü benim; LEYLA ÖNDER olmak! Ve ben ‘’yaşadıklarımla ben oldum’’… Bana katılan ve benden eksilenlerle ‘ben’ oldum, ben kaldım.

Hani (yukarlarda bir yerlerde) demiştim ya ‘benim imzamın olmasını arzu ettiğim dizeler, melodiler’ vardır diye? Hani ‘Tam benim düşündüğüm/yaşadığım/hissettiğim gibi.. Yani ''tam benlik’’ dedirten?

İşte onlardan birini de Sezen Aksu yapmış(tı) bana. ‘’Ben yazsaydım daha farklı yazmayacaktım ve hatta belki de (asla) bu kadar güzel yazamayacaktım’’ dedirten şarkı:

GİDEMEM

Bazen daha fazladır her şey

Bir eşikten atlar insan

Yüzüne bakmak istemez yaşamın

O kadar azalmıştır anlam

O zaman hemen git radyoyu aç bir şarkı tut

Ya da bir kitap oku mutlaka iyi geliyor

Ya da balkona çık bağır bağırabildiğin kadar

Zehir dışarı akmadan yürek yıkanmıyor

Ama fazla da üzülme hayat bitiyor bir gün

Ayrılıktan kaçılmıyor

Hem çok zor hem de çok kısa bir macera ömür

Ömür imtihanla geçiyor

Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem gitmem

Unutamam acı tatlı ne varsa hazinemdir

Acının insana kattığı değeri bilirim küsemem

Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir.

Bir şiirden bir sözden

Bir melodiden bir filmden

Geçirip güzelleştirmeden can dayanmıyor

Yıldızların o ışıklı fırçası azıcık değmeden

Bu şahane hüzün tablosu tamamlanmıyor

Ama fazla da üzülme hayat bitiyor bir gün

Ayrılıktan kaçılmıyor

Hem çok zor hem de çok kısa bir macera ömür

Ömür imtihanla geçiyor

Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem gitmem

Unutamam acı tatlı ne varsa hazinemdir

Acının insana kattığı değeri bilirim küsemem

Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir

İmza: Leyla ÖNDER (Bir kereliğine, Sezen Aksu’nun affına sığınarak) :))))

 
Toplam blog
: 117
: 2206
Kayıt tarihi
: 22.06.06
 
 

1969 İstanbul'unda açmışım gözlerimi bu dünyaya... Ege Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu, şimd..