- Kategori
- Futbol
Futbolumuzu ''Recep İvedik''leştirme eğilimi

Recep İvedik- the footballer
Geçtiğimiz hafta sonu Trabzon ve Sivas ’ın puan kaybedişi ile beraber 3 büyüklerin yükselişi başlamış olsa da, hafta başında en çok konuşulan konu, ligin önüne geçen şiddet eğilimli hareketlerdi. Emre’nin ‘boğaz kesme’ hareketi, Volkan’ın kırmızı kartı ve yedi dikişi, Roberto Carlos’un ‘kafasından zoru var’ hareketi ve Sivasspor teknik direktörü Bülent Uygun’un yedek kulübesinin camlarını kırması. Dikkat çekici olan, ligin bitimi yaklaştıkça bu tip hareketlerin artması, yükselen adrenalin, stres ve kazanma arzusu, bu şekilde olumsuz sonuçlar doğurabiliyor, herkes hata yapar, önemli olan, hatalardan ders alma erdemliliğine sahip olmak – ki bu maalesef bazı insanlarda olmayabiliyor.
Dün Emre Belözoğlu’nun boğaz kesme hareketiyle ilgili açıklamasını okudum. ‘Diğer yapanlar neden görülmüyor’ demiş. Dikkat ediyorum, ‘evet hatalıyım’ dememiş, suçu başka yerlerde aramayı tercih etmiş. Yaşıtım Emre Belözoğlu, neredeyse amatör+profesyonel 20 yıllık futbol hayatına, 20 tane major hata sığdırmıştır herhalde. Her defasında da mazlumları oynayıp kendini bir şekilde konudan sıyırmayı başardı. İsviçreli futbolcuları dövme suçlamasında, ırkçılık suçlamasında, suçlamanın da ötesine geçip aleni olarak yaptığı ‘kol’ hareketinde, taraftarla tartışmasında, gazeteciyi dövme tehditinde özür dilemiş miydi ki şimdi yaptığına pişkinlikle yaklaşmamasını bekliyoruz? Emre’nin suçlandığı yerde sustuğunu sadece bir kez hatırlıyorum, o da Leeds maçında gördüğü kırmızı kart sonrasında Fatih Terim tarafından ite kaka kulübeye götürülüşüdür herhalde..
Kimsenin amacı bağcıyı dövmek değil, hepimizin amacı üzüm yemek, sonuçta Emre kariyerinin başlangıcında başarısını gördüğümüz, yeteneğine inandığımız, gerçekten oynadığında keyif veren bir futbolcu, ancak ahlakını bir türlü sevemediğimiz için gözümüzde ‘sporcu’ olamıyor. Bir tür şarkıcı/sanatçı ayrımı gibi. Her defasında yaptıklarından ders almasını ‘ümitsizce’ bekliyoruz, ancak bir türlü uslanmıyor. Artık inandığı bazı abilerinin onu gerçekten silkelemesi, kendine getirmesi lazım, bu şekilde hem antipatik oluyor, hem kredisini tüketiyor. Ama o abilerden biri bile karşı takımın teknik direktörünün üstüne yürüyüp/top fırlatıp sonra da ‘kariyersiz bir teknik direktörle muhatap olmamam lazımdı’ diyorken cemaat ne yapmaz ki?
Bir tarafta da Bülent Uygun örneği var. ‘Yaptığım yanlıştı’ diyebilmek sanırım her babayiğidin harcı değil. Bülent Uygun bu zamana kadar hep başarılarıyla gündemde oldu. Takımını yoktan var etti, -göreceli olarak- genç bir yaşta bu kadar büyük başarılara ulaşmış bir teknik direktör olarak bu gerginliği kaldıramamış olabilir. Ama en önemlisi, ortamı gerecek açıklamalardan kaçındı, hatasını kabul etti, hem takımını, hem yönetimini büyük bir yükten kurtardı. Terim gibi gerginlikten medet umabilirdi, stress edebiyatı yapabilirdi, yapmadı. Takılıp kalmadı, yoluna devam etti.
Haddini bildiriciler, tekmeciler, saygı yoksunları, artniyetliler, şiddetten medet umanlar o kadar çok ki futbolumuzda, üzüm yemeye fırsat bulamıyoruz. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyerek olanları olmazdan gelen yönetimler, desteği köstek yapıp saha kapatan taraftarlar, tribüne hoş görünmek için hakemin her yaptığına el kol hareketiyle saldıran, son düdük çalınca hakemin üstüne yürüyen teknik direktörler varken futbolcudan zeki çevik ve ahlaklı olması beklenir mi? Millet olarak şiddetle kol kola bir hayatımız var, bunun futbolda olmamasını beklemek hayal olur. Ders almaya değil, ders vermeye programlıyız. Yapmaya değil, yıkmaya programlıyız.
Kabul ediyorum, ben de suçluyum. Yenilgi anında, hele de karşı takımdaki futbolcu tribünü sinirlendirecek bir hareket yaptığında ‘Vur, kır, parçala, bu maçı kazan ’ ya da ‘Haydi Haydi Allah Aşkına’ tezahüratına ortak olduğum için suçluyum. Eğer ortada bir şiddet körüklemesi varsa, sadece asıl faillerin değil, küfür etmeyen ama edilmesine seyirci kalan taraftarın, kendini yere atmayan ama haksız yere kazanılan penaltıyı gole çeviren futbolcunun, maglubiyeti sindiremeyen futbolcusunu disipline edemeyen, bunca tecrübeye rağmen doğru yolu gösteremeyen teknik direktörün, hatanın kendi takımında olduğunu bilmesine rağmen, bildirilere imza atan yönetim kurulu üyesinin de suçu var.