Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

30 Ocak '16

 
Kategori
Eğitim
 

Gazanız mübarek olsun dostlar!

Gazanız mübarek olsun dostlar!
 

Yeni yılın, (yani bu yılın,

      yani 2016’nın) ilk günleri…

               Şöyle bir mesaj düştü bilgisayarıma:

            “Dedemin pek kıymetli bir arkadaşı olmanız, sizi tanıma şerefine nail olmasam da annemin geleceğine ışık tutup ona yol göstermeniz, kız çocuklarına verdiğiniz önem, sizin ne kadar değerli bir eğitimci olduğunuzu gösterir. Dilerim; daha nice nesillere örnek olursunuz.”

 

 

            “Doğum gününüzü en içten dileklerimle kutlar; saygılarımı sunarım.” (İmza: Arbci Gönül)

            “Arbci Gönülü tanır mıyım diye düşündüm, çıkaramadım: Diyarbakır – Dicle, Hasanoğlan, Arpaçay, Ağrı, Keşan… Sonra İstanbul: Küçükköy, Eminönü, Şişli, Bakırköy…

            Hayır, hiçbir ipucu yakalayamadım. En iyisi, Arbci Gönül’e sormaktı. Tek başıma çözemeyecektim çünkü bu bulmacayı. (Bulmaca yerine, bilmece mi demeliydim yoksa?)

            Neyse efendim, uzatmayayım: “Dedeniz ve anneniz hakında bilgi verirseniz, sevinirim.” diye yazdım.

            Çok geçmeden geldi cevap:

            “Dedem, Paşayiğitli Şaban Akkaya… Eski muhtar… Annem ise kızı Hatice… Siz O’nu ortaokula yazdırmışsınız. Ancak evdeki büyükler izin vermeyince, annem maalesef okuldan alınmış. Halen okuyamamışlığın pişmanlığı var içinde. Eski öğrencinizin selamı var. Bursa’dan selamlar…”

            Uzun süre merakta bırakmadığı için beni, teşekkür ettim Arbci Gönül’e.

            İzninizle, bu öyküyü baştan anlatayım size:

            1966 Ağustos’unda Ankara – Hasanoğlan Öğretmen Okulu’ndan Kars’ın Arpaçay İlçesi Ortaokulu’na sürgün gönderildim. Bir yıl çalıştıktan sonra Arpaçay’da, askere çağrıldım.

            24 ay süren “vatanî vazifemi” Ağrı’da yedek subay teğmen olarak tamamlayıp Ankara’ya geldim. (Askerlik, elbette “vatanî vazife”dir; öğretmenlik gibi basit ve havaî bir iş değildir!)

            Millî Eğitim Bakanlığı’na uğradım hemen. İlgililer, “Senin gibi askerliğini yeni bitirenler ve göreve yeni atanacaklarla birlikte, iki gün sonra kur’a çekeceksin” dediler.

            Yapacak bir şey yoktu. Ne dayımız vardı Ankara’da, ne emmimiz! Olsa, kim sürebilirdi beni Arpaçay’a? Bırakın dayıyı, emmiyi; bir teyzem, bir halam olsa iktidara yakın, Muhabere Yedek Subay Okulu’nu bitirince Ankara’da, kim gönderebilirdi beni Ağrıya?

            26 Eylül 1969’da toplandık Bakanlık’ta. Sıram gelince çektim kur’amı: Artvin - Yusufeli Ortaokulu… İşe bakın hele, Arpaçay’da öğretmenken, kardeşim Yusuf da Artvin’in ilçesi Ardahanda askerdi.  (Ardahan 1980’den sonra il oldu.) Nedense şansımız hep bu diyara çekiyordu bizi.

            Ne gelirdi elden, kader böyle çizmişse yolumuzu!

            Aa, o da ne? Kur’ada Yusufeli Ortaokulu’nu çekeni arıyormuş biri. Neden acaba?

            Çok geçmeden anlaşıldı mesele:

            Yusufelili’ymiş  beni arayan arkadaş. Keşan - Paşayiğit Ortaokulu’nu çekmiş o da:

            “Bak, sen Antalyalı’ymışsın. Yusufeli sana çok uzak. Gel değişelim arkadaş!” dedi.

            “Doğu’sunu çok gördüm yurdumun, biraz da Batı’sını göreyim.” deyip de onay verince bu “becayiş”e, nasıl da sevinmişti; Yusufelili meslektaşım!

            İki gün sonra Keşan’da, Paşayiğit’teydim. Yeni açılmış bir ortaokul… Ve ben ilk öğretmeni…

            “Açılmış” dediğime bakmayın. Paşayiğit MuhtarıŞaban Akkaya köyüne bir ortaokul açılmasını isteyip ilgililere başvurmuş. O sırada Millî Eğitim Bakanı İlhami Ertem de Edirne Milletvekili olduğu için, “Tamam” deyivermiş.

            Muhtar Akkaya, eski muhtarlık binasını vermiş, beş-on sıra, bir de “Paşayiğit Ortaokulu” diye bir tabela yaptırmış. Daha ne!.. 

Kaymakam Esat Ölçer de Paşayiğit İlkokulu Müdürü İlyas Kemankaş’ı “Müdür Vekili” olarak görevlendirmiş. Böylece, nûr topu gibi yepyeni bir ortaokulumuz oluvermiş!

            İlyas Bey, 20 öğrenci kaydetmiş. 18 erkek, 2 kız… Paşayiğit, Lalacık, Maltepe, Karasatı veÇobançeşme köylerinden… Gelir gelmez işe başladım hemen. Başka öğretmen olmadığı için Türkçe, matematik, İngilizce dahil, sabahtan akşama tüm derslere ben giriyordum.

            Öteden beri, özellikle yarının anneleri olacak kızların okumasını daha önemli görüyordum. “20 öğrenciden, niçin yalnızca 2’si kız?” diye soruyordum, kendi kendime.

            Aslında bu soruyu benden önce Keşan Kaymakamı, Keşan İlköğretim Müdürü, dahası Edirne Millî Eğitim Müdürü ve Edirne Valisi’nin sorması gerekmez miydi?

            “Sorumluluğu başkalarına atacağına, sen elinden geleni yap!” deyip sürdüm Hüseyin Erkan’ı cepheye.

            Önemli olan karar vermektir. İlk adımı attın mıydı, gelir gerisi. Kararı verdiğim gecenin ertesi günü, öğle paydosunda ilkokula uğradım.

            İskender Kıroğlu, Haspi Sözbir, Nurten ve Refia Hanım Öğretmenlerle Eğitmen Basri Bey güler yüzle karşıladılar beni. Müdür İlyas Bey, Keşan’a gitmiş o gün.

            Hoşbeşten sonra, konuyu açtım hemen. Hepsi de haklı buldu beni: “Ancak” dediler, “Burası köy Hüseyin Bey. Cahillik ve din baskısı sebebiyle aileler ilkokuldan sonra kızlarını okutmak istemiyor. İlkokula da kanun zoruyla gönderiyorlar.”

            Bir ancak da benim çekmem gerekiyordu:

            “Gerçek, söylediğiniz gibi olabilir, değerli meslektaşlarım; ancak bu durumda biz de elimiz kolumuz bağlı oturamayız. Mademki devlet buraya bir ortaokul açmış, öyleyse biz de özellikle kızlarımızın okuması için elimizden geleni yapmalıyız.” deyince, Haspi Öğretmen heyecanla:

            “Bu yıl mezun olan zeki mi zeki bir kız öğrencimiz var ama” dedi; “ailesi ortaokula değil, Kur’an kursuna yazdırdı onu.”

            “Evet, Necmiye Yenice… Gerçekten de çok başarılı bir öğrencimizdi.” diye arkadaşları da onayladılar Haspi Bey’i.”

            “Tamam, öyleyse ilk işimiz Necmiye’yi kazanmak olsun. Nerde şimdi Necmiye?”

            “Köy hocasında, Kur’an kursunda…”

            “Alalım, mutlaka alalım O’nu oradan.”

            “İyi de, nasıl alacağız Hüseyin Bey?”

            “İyilikle, güzellikle… Önce kızımızı, sonra ailesini ikna ederek… Ama size benden daha çok iş düşecek. Var mısınız?”

            Gözleri parladı Haspi Bey’in. Ayağa kalktı. Daha da heyecanlıydı şimdi:

            “Elbette varız Hüseyin Bey! Ne gerekirse yaparız. Yeter ki kurtaralım bu öğrencimizi.”

            “İşe, kaleyi içerden fethederek başlayalım; derim ben. Ne dersiniz?”

            “Nasıl yani?”

            “Ailede sözü en çok geçen kişi erkek gibi görünür ve öyle sanılırsa da gerçekte kadındır. Bence işe önce Necmiye’nin annesini ikna ederek başlayalım. Bunun için, Refia ve Nurten Hanım’dan rica etsem; yarın, öğle paydosunda Necmiye’nin ailesini ziyarete gidip annesiyle konuşurlar mı acaba?”

            “Tabiî, neden olmasın?” dediler.

            Teşekkür ettim, meslektaşlarımın hepsine. Anlayışları ve hiç mazeret ileri sürmeden yardıma söz verdikleri için.

            “Mutlaka başaracağız bu işi. Haydi, gazanız mübarek olsun dostlar!” deyip veda ettim meslektaşlarıma.

                                                                            Hüseyin Erkan

                                                           huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara