Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ocak '19

 
Kategori
Blog
 

Gazetecilik mi, Yazarlık mı?

       Bu  “özel kolon” yani BLOG köşesi, bir nevi iç dökmek, hasret dindirmek, tanışları çoğaltmak, yeniliklere karşı çıkmak veya alkışlamak içim biçilmiş kaftan.

       İçimizde, Blogçu hazretleri, daha blogçu olmadan, Bismillah ilk yazısını “BLOG”a yollayıp yayınlatıyor. Dakika bir gol bir misali. / Ah neremi neremi / Sevsinler seni / Kadifedendir o fesi / Bloglardan gelir sesi

       Aynı yazarımız, aylar sonra 2 nci yazısını yazar, sonra  silinir gider, kaybolur. Onun içindir ki  blog yazar kadromuz  yarım milyona ulaştı. Nerde bu yoğurdun bolluğu.

       Yazıya böyle başlamayacaktım esasında. Blogculukta da “Teke’den yağ çıkaranlar var mı“ blogda diye soracaktım. Sahi var mı? Kaç kişiler? Ellerini kaldırsın.

      Merak bu ya. Blog yazılarınından seçkili olarak bir kitap basılıp  piyasaya çıktığında “kitabı olmak” gurur verici bir şey.  Bu konuda ünlü hikayeci dostum  rahmetli  Tarık Dursun, ilk kitabım ÖRT Kİ, ÖLEM  isimli kitabım çıktığı zaman sormuştu: “Boyun uzadı mı?” diye. Ben de sahi zannedip uzun uzun düşünmüştüm. Ertesi günü  kendimi ölçtüm, biçtim tartıp, kendisine rapor verdim: “Boynum uzamamış” dedim. Uzun uzun gülüşmüştük.

      Ondan sonra da  Blog’daki birikimlerimden iki kitap daha çıkardım, Şimdi 4 ncü kitabıma hazırlanıyorum. 1500  küsur yazım var içeride. Kazaya kurban gitmesin diye onları önce dosyaya,   sonra da CD’lere aktardı (Siz de öyle yapın) İçlerinden daha 5 kitaplık yazım var. “Hangisini yayına alayım” diye seçerken, zorlanıyorum. SPOR hariç, her konuda yazı yazabildiğim için de kendimi kutladım, (Laf aramızda.)

Görüntünün olası içeriÄ?i: Ã?nata Ã?ztürk, gülümsüyor

ÜNATA AKKOYUNLU 3-5 YIL ÖNCE BANA GELDİĞİNDE EVİME BUYUR ETTİM. ELİNDEKİ SİYAH BEYAZ FOTOĞRAFLARI GETİRMİŞTİ ŞAİR BABASINA AİT.  RESİM O ZAMAN  TARAFIMDAN ÇEKİLDİ.

       Yazımın başında, gazeteci ve  araştırmacı gazeteci ünvanlarından bahsettim. Bir  kere gazeteci olmak için, şartlar vardır. Bizim blogcular içinde belli bir müddet  gazete veya ajans indinde mukavele yapıp, belli bir müddet  prim ödemeğe başlamış, kadroya alınmış mı mı? Stajyer gazetecilikten asıl gazeteciliğe kadrola olarak geçiş yapmış mı? Onlara derim ben  gazeteci.  Bazılarımız bu terimleri, peynir ekmek gibi kullanıyor. Böyle davranmamak lazımdır.      

      Yazarlık apayrı bir haslet. Bunu bizde, yorumlarda görüyorum.  Cevaplar çok sığ oluyor. Alakasız oluyor. Ana konudan uzak oluyor veya geçiştiriveriyor. Yazar dediğin, söyleyecek sayfalarca sözü olmalı. Neden  yazıp söylemez? Neden abuk sabuk olayı geçiştirir yorumlarında? Neden? Sepette pamuk kıttır da ondan. Gel de “Ört ki, ölem, deme bre !

       Ben bunları yazmayacaktım esasında. Konumuz kitaptı. Kitabı olmak bir mazhariyettir. Ulvi histir. Sizden sonda, sizden bahsedilecek donneler her zaman   zamanı geldiğinde  ortaya atılacak anılacak, yad edilecek  demektir. Bir üçüncü şahıs, kitabınıza muhakkak kütüphanelerde rastlayacaktır. Bu bir manevi hazdır ölü olsanız da. Hiç olmazsa etrafınız nemalanır.

        Geçtiğimiz yıllarda, bir adam dayandı kapımıza. Elinde  bir torba  siyah beyaz resim. Dedi: “ Siz babamı benden iyi tanıyorsunuz. Yaptığınız röportajda gördüm. O’nu anlatmışsınız. O, babam olur. Babamdan konuşalım. Ben pek tanıyamadım” diye çıktı geldi.  “Anlat bi hele” demez mi? O eski yıllarda şimdi bile  o devir kızların çeyiz sandığında o şiirleri, kokulu  mendiller içinde bulunduran, şimdi kocamış, barklara  karışmış  kadınların yaşadığı Bartın.

        Ünata’nın babası oluyor Rıza  Akkoyunlu. Nokta Noktam’ın şairi. Adamın babası öğretmenmiş.  Talebesine tutulmuş.  Yazdığı o şiirden yola çıkarak bana gelmiş: “NOKTA NOKTAM”  bu gün hala şiir matinelerinde okunan ve derecelere giren bir yapıt. Oğlu Ünata Akkoyunlu da, şair. Babasının izinden gidiyor

        Demek isteyeceğim şu. Yazdıklarımız ses  getiriyor. Blog yazarlığı, ileri yıllarda,  kağıt sektörünü  dizleri dibine alacak,  bayrağı dijital olarak göklere çıkaracak.

        Karadeniz’de bu gün milyonlarca yıllık Lav kayalıklarının California’daki gibi hizmete açılması için Bartın Güzelcehisar’ındaki projeyi, blog yazarı olarak ortaya attığımızdan beri işler kademe kademe yükseldi. Temeller atıldı. İstimlakler yapıldı, projeler değişti, üniversite kurullarında, benim de  Valilikçe davet edildiğim çalıştaylarda 300 milyon yıllık  kayalar ele alındı, peyzaj düzenlemesi yapıldı.

       Bu yerlerde uzaktan yakından ilişiğim de  yoktur üstelik. Tesadüf rastladık Gölbucaklı’nın sayesinde. O gösterdi olan bitenleri. Gölbucaklı ise, dedesinden, “fi tarihinde” alış veriş ettiğimiz  Bartın’ın yegane marketiydi. Oradan ismimizi unutmamış. Gittiğimde, misafir kaldığım otelde yatırmaz beni. Gelir, alır götürür evlerine. İşte Milliyet Blog’un bayrağı, Karadenizlerde de dalgalandı, dalgalandırıldı. Yetmez mi bre?!

        Daha sayayım mı? Gerek yok. Sizler anladınız.  Demek isteyeceğim şu.  Gazetecilik  için boşuna nefes tüketmeyin. Blogculuk yaparken de bir gazeteci gibi davranıp,  devlete iş yaptırmak da mümkün.  Yeter ki yazar ol. Bırak, gazeteciliği, içinde  yaşat, sen. Yeter ki kalemin olsun. Gönüller şen şakrak olsun.

        Te işte bu ka !

 

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..