- Kategori
- Dünya
Gazze'den Ayrılırken...

***
20 Haziran 2006 Salı günü Beyrut’ta barış vardı. Yüz binlerce insan gündelik yaşantısını sürdürüyordu. Çocuklar sokakta oynayabiliyordu. Gençler gülebiliyor, yaşlılar ömürlerinin son çeyreğinde gelmiş olan huzurun tadını çıkarabiliyordu.
Ve, 20 Haziran 2006 Salı günü Türkiye’de bir “protest” fırtınası esiyordu. Yer, Kuruçeşme Arena’ydı. Saat 19:00’a doğru;
“Çocukları eve geri getirin” isimli şarkının provası bütün Boğazı dolduruyordu.
Roger Waters Türkiye’deydi...
Roger Waters... Yirminci yüzyılın son çeyreğinin en büyük ozanı, âşığı diyeceğim onun için. Tamamen öznel bir değerlendirme olduğu düşünülebilir; fakat “bence” bu bir nesnellik!
Babasını İkinci Dünya Savaşı’nda kaybetmiş olmasının bütün duygusunu The Wall albümünde içimize sindirdik. Roger Waters’ın savaşa karşıt oluşunun içinde “küçük burjuva duyarlılığından” kaynaklanan bir vicdan muhasebesi yok. O savaşı babasını kaybederek yaşamış bir kuşaktan geliyor.
***
Sn. Murat Belge'ye; Sadece demokrasiden yana olmak yetmiyor. Bu cümlenin arkasındaki gerçek rahatsızlık bizim küçük burjuva duyarlılığımızdan kaynaklanan yapmacık “vicdanımızdır.”
Hep aynı çaresizlik içindeyiz...
“Ne yapabiliriz ki?” Öylesine aciz varlıklarız ki... Oğuz Atay “Tutunamayanlar” romanında bu aciz varlığı sorgular; pijamalarını giymiş, ev terlikleri ayağında, tek kişilik koltuğuna kurulmuş gazete okuyan iki çocuk babası Turgut, karısı ile birlikte evcilik oynamaktadır.
Hangimiz oynamıyoruz?
***
Geçtiğimiz aylarda Pink Floyd’un parçalanmış ruhundan söz etmiştik. (Pink Floyd’un parçalanmış ruhu: David Gilmour ve Roger Waters) David Gilmour ile Roger Waters tek bir ruhun ikiye bölünmüş haliydi. Roger Waters sorgulayan, çatışan, kavgasını veren, sürekli protesto eden tarafını temsil ediyordu. 20 Haziran 2006 günü İstanbul’da konseri izleyenler bu sorgulamanın, protestonun müzikle uyumunu gördüler; yıllarca Türkiye’de müzik yapmaya çalışan gruplar, kişiler, “sanatçılar” aşkla, sevdayla, acı çekmeyle neden tekniklerini bir türlü ilerletemediklerini düşündüler. Eksik olduklarını fark ettiler mi? Bilmiyorum. Müzik nasıl yapılırmış, öğrenebildiler mi?
Ama başka bir şey daha vardı konserde...
Roger Waters, yıllar önce çıktığı bir Ortadoğu gezisinde yaşadığı bir anıyı şarkı yapmıştı. Şarkı sözlerine göre henüz 17 yaşında. Genç bir müzisyen... Sırtında gitarı, cebinde beş kuruş olmadan çıktığı bu yolculuğu otostopla devam ettirmek zorunda kaldığını öğreniyoruz, sonra. Beyrut’ta Arap bir ailenin misafiri olacakları gece böyle başlıyor. Roger Waters politikanın, siyasetin, din, ırk ayrımının olmadığı insani bir ilişkiyi anlatıyor; ama ona gösterilen, öğretilen ya da bizim yaşamış olduğumuz ön yargıları da düşünmeden edemiyor. Böylece muhteşem bir şarkı ortaya çıkıyor. Kuruçeşme Arena’da şarkının eşliğinde arka plandaki karikatür sunumu bizi öykünün neredeyse bir parçası haline getiriyordu.
Aşağıda şarkının tam metnini okuyabilirsiniz.
Şimdi yeri gelmişken sormanın zamanıdır.
“Neyi paylaşamıyoruz?”
Beyrut’a hiç gitmedim. Nasıl bir yer olduğunu belgesellerden, dergilerden, filmlerden bilebilirim ancak. Irak’a da gitmedim. Şu an oralarda olmanın ne demek olduğunu ister istemez düşünüyorum. Her gün gazete ve televizyonları dolduran görüntülere kafamı çeviremiyorum; “ne yapalım onların karması da buymuş,” diyemiyorum. Evet, onların binlerce yıllık bir karması var; ve belki de bu yolla temizleniyor. Fakat bizim de kafamızda bir yerlerde bir şeyleri oturtmamız gerekiyor. Dünyada ne olup bitiyorsa, “bundan ben sorumlu değilim,” diye düşünüp kurtulmak mümkün mü? Benim düşüncelerimdeki boşluklardan kaynaklanmıyor mu bütün bu olup bitenler? Daha fazla düşünmek gerekiyor.
“Ben değişirsem, bütün dünya değişir.”
Demek ki bir şeyler değiştirmem gerekiyor.
Başta yazdığım gibi... 20 Haziran 2006 Salı günü “Beyrut’tan Ayrılırken...” şarkısını dinlerken Beyrut bu durumda değildi; işaret miydi, bilmiyoruz. Roger Waters bir şeyler söyledi de biz mi anlamadık? Bugün Beyrut’tan insanlar gerçekten ayrılıyor, kaçıyorlar.
Roger Waters soruyor?
“Bu insanları şimdi mi bombalamamız gerekli?”
Okumak için çok fazla zanı olmayanlar için aşağıdaki şarkı sözlerinin en vurucu tarafını ekleyerek bitiriyorum...
“...Nezaket çok mu fazladır bizim için,
Nezaket bir başkasının çocuğu için duyduğumuz acıma kadar
Uzak bir duygu mudur yoksa?
bir akıllı bomba her zaman işini yapar, amacına ulaşır
başkalarının çocukları ölür ve savunanların adalet arayışı artar
Amerika, Amerika, lütfen duy bizi seslendiğimizde
Hip-hop’unuz var, be-bop’unuz var, itiş-kakışınız var
Atticus Finch’iniz,
Jane Russel’iniz
Konuşma özgürlüğünüz var
Harika plajlarınız var, vahşi doğanız ve alışveriş merkezleriniz
Sakın gücü boş bırakma, Hristiyanlık adına, s..tiret hepsini
Kendin için ve kalanı için dünyanın.”
***
Beyrut’tan Ayrılırken...
Ve Willa ve ben, ayrıldık Beyrut’tan
O doğuya devam etti; Bağdat’a ve ondan geriye kalanlara ...
Bense kuzeye yöneldim, eve doğru.
Son sokak lambalarına doğru 5-6 mil yürüdüm,
Yolun kenarında bol toz yutarak,
Umutsuzca otostop çektim başparmağım ilerde
Eve dönen araçların köhne geçit töreninde.
Başardım!!!
Antika bir Mercedes “Dolmuş”!
Sıradan, Arap, dolmuş taksi yanaştı
Ceplerimi dışına çıkarıp omuzlarımı kaldırdım.
“J’ai pas l’argent”
“Param yok!”
“Venez!”
“Atla!” dedi arka koltuktan yumuşak bir ses...
Şöför yorgunca uzanıp iterek açtı arka kapıyı
Eğilip içeri baktım; içeride iki adam oturuyordu:
Biri takım elbiseli, düzgün görünüşlü, bıyıklı, kızgın, mesafeli, gecikmiş;
Diğeri, benimle konuşan,
Zayıf, 50’lerinde, kel, soluk tenli, kısa kollu solmuş mavi keten gömlekli
Göğüs cebinde bir tükenmez kalem
Bir katip belki, biraz gömülmüş koltuğa:
“Venez!”
“Atla!”
Dedi gülerek.
“Mais J’ai pas l’argent”
“Ama param yok!”
“Tamam, tamam, anladık; atla!”
Bu insanları şimdi mi bombalamamız gerekli?
Bir dağ mı gerçekten tırmanmak istediğimiz
Yol zorlu, zorlu ve uzun
İndir şu dördünden ikisini!
Bu adam asla seni kapısından çevirmezdi
<ımg src="http://www.dancewithshadows.com/media/images/roger-waters-2.jpg">
Ah George! Ah George!
Şu Texas eğitimi, beynini ...miş senin daha küçücükken.
Sanki bir çocuk el sallar gibi parmakları bir arada,
Eliyle artritli bir hareketle içeri gelmemi işaret etti
Şöför sırt çantamla eski Hohner gitarımı bagaja koydu
Ve yola koyulduk.
“Vous etes Francais, monsieur?”
“Fransız mısınız beyefendi?”
“Non, Anglais”
“Hayır, İngiliz’im”
“Ah! Anglais”
“Ah! İngiliz!”
“Est-ce que vous parlais Anglais, Monsieur?”
“İngilizce konuşuyor musunuz beyefendi?”
“Non, je regrette”
“Hayır, maalesef!”
Ve böylece
devam etti küçük sohbetimiz iki yabancı arasında,
Fransızca’sı garipti ama doğruydu
Benim Fransızca’msa duraksıyordu ama istekliydik konuşmaya
Yolculuktu, hepsi hepsi bir yolculuktu...
Kaba bir şekilde indi geç kalmış bıyıklı,
Ve bir kaç mil sonra Dolmuş tek bir elektrik direğindeki ampulle aydınlanan
Bir kavşakta yavaşladı,
Bir U dönüşü yapıp tozların içinde durdu.
Kapıyı açıp dışarı çıktım
Yardımsever adam beni izlemedi
Şöför gitarımı ve sırt çantamı ayaklarımın dibine attı,
Teşekkürlerimi elinin bir hareketi ile savuşturup
Eğildi yeniden bagajın içine
Sonra bir çift koltuk değneği ile belirdi yeniden
Ve Mercedes’in arka kaputuna yasladı onları
Arabanın içine uzanıp arkadaşımı kaldırdı,
Sadece bir bacak, diğerinin olduğu yerde,
pantolonu kalçasının altından tutturulmuştu iğne ile;
“Monsieur, si vous voulez, ca sera un honneur pour nous
Si vous venez avec moi a la maison pour manger avec ma femme”
“Bayım, lütfederseniz, karım ve benim için sizi yemekte ağırlamak bir şereftir!”
17 yaşımda, annem, tanrı onun o tatlı yüreğini kutsasın, benim yaz rüyamı gerçekleştirdi
bana arabanın anahtarlarını verdi
topukladık doğru Paris’e, depolarımızı içki ve Dexedrine’le doldurup
yakalandık polise Antibes’te
or***pular soydu bizi Napoli’de
ama herkes bize iyi davrandı,
İngiliz zıpırlardık biz,
babalarımız kazanmalarına yardım etmişti savaşı
Ne için savaştığımızı tümüyle öğrendiğimizde.
Ama şimdi, İngilizler yurtdışında sadece Amerikan pişekarları
Buldog artık bir fino oldu hergelenin kaldırımında şekerleme yapan.
“Ma femme”
“Karım”
Allah’a şükür! Tek bacaklı ama sapık değil!
Taksi uzaklaştı sallanan lambanın zayıf ışığının altında bırakıp bizi
Görünürde hiçbir bina yoktu
Ne cehennem!
“Merci monsieur”
“Teşekkür ederim efendim”
“Bon, Venez!”
“Tamam, hadi izle beni!”
Yüzü keyifle kırıştı ve önüm sıra yola koyuldu
Acılı bir dikkatle savurarak tek bacağını koltuk değneklerinin arasında
Yolun tozlu kenarından karanlığın içine doğru.
Yarım saat sonra ancak yarım mil kadar ilerlemiştik
Sağ tarafta zor seçilen bir binanın siluetini fark ettiğimde
Gelişimizi bildirmek için Arapça seslendi
Sürtünme sesleri geldi önce, sonra bir ışık yandı
Açılan kapının altındakı boşlukta açısı değişen ışık,
Bize birinin gelişini haber verdi
Kapı gıcırdayarak açıldı ve elinde İncil’den fırlamış gibi bir duran gaz lambası ile
Beli bükülmüş bıyıklı bir kadın gülümseyerek eğildi bize doğru
Dönüp bize yol verdi içeri girelim diye
O zaman anladım eğilmesinin sebebini
İnsanı şok eden bir kamburu vardı sırtında
Selamına karşılık olarak başımı sallayarak gülümsedim ve nezaketimi kontrol etmeye çalıştım
Bu tek ayaklı adamla kambur karısının arasında; bu kadarı da çok fazlaydı benim için!.
Nezaket çok mu fazladır bizim için,
Nezaket bir başkasının çocuğu için duyduğumuz acıma kadar
Uzak bir duygu mudur yoksa?
bir akıllı bomba her zaman işini yapar, amacına ulaşır
başkalarının çocukları ölür ve savunanların adalet arayışı artar
Amerika, Amerika, lütfen duy bizi seslendiğimizde
Hip-hop’unuz var, be-bop’unuz var, itiş-kakışınız var
Atticus Finch’iniz,
Jane Russel’iniz
Konuşma özgürlüğünüz var
Harika plajlarınız var, vahşi doğanız ve alışveriş merkezleriniz
Sakın gücü boş bırakma, Hristiyanlık adına, s..tiret hepsini
Kendin için ve kalanı için dünyanın.
<ımg title="" height="375" alt="Leaving Beirut by wonker." src="http://farm3.static.flickr.com/2117/2505336882_fd9f6de797.jpg?v=0" width="500">
Heyecanla konuştular
Gelip kocasının koltuk değneklerini aldı, alışık bir ilgiyle
Adam el kol hareketleriyle azarlarcasına
Bir misafirimiz var dedi
Hatasından utandı kadın
Eşyalarımı alıp nazikçe bir köşeye koydu
“Du the?”
“Biraz çay?”
tek göz odada, köşeye yapılmış setin üstüne, minderlere oturduk
yer sertleştirilmiş topraktandı, bir duvarın önünde yüksekçe bir platform yapılmıştı
1.80’e 1.20m, ve basitçe bir çarşafla kaplanmıştı yatak olsun diye.
Kambur, küçük bakır cezvelerle birşeyler yapmaya başladı ve ocağı açtı
Ve bize sıcak ve tatlı çay sundu
Ve akşam yemeği,
Lavaş ekmeği
Açık ateş üstünde sacta pişmiş.
Sonra dişi deniz kestanelerinin yumuşak içine batırıp, yemeğimizi yedik.
Ev sahibesi yemedi, onun yemeğini ben yedim
Misafirleriydim, bu kadarı yeterdi.
Sonra kayboldu bir perdenin arkasında,
Etiketi solmuş eski bir şişeden dikkatle paylaştırılan
Rakıyı küçük kadehlerde içen adamları başbaşa bırakıp.
Kısa süre sonra yeniden belirdi kadın,
Neşe yayarak, kollarında gururları ve neşeleri olan çocuğu.
ben o bakışı unutamadım hiç,
öyle sert, biri sana bakarken diğeri kaybolmuş ardında burnunun.
Benim adıma değil, Tony, sen büyük bir savaş liderisin,
Terör hâlâ terör, kim nasıl koyarsa koysun kuralı
Tarih hiç yazılmadı ki lanetlenenler veya yenilenler tarafından
Şimdi Cengiz Han’ız, Lükreş Borjiya’yız, Sam’ın oğluyuz biz
1961’de evlerine aldılar o çocuğu onlar
merak ediyorum ne oldu onlara
Lübnan denen o kaynayan kazanda
Eğer bulabilsem onları şimdi
Değiştirebilir miydim birşeyleri?
Acaba bu hikaye nasıl bitti?
Ve yatak zamanı, benim için, onlar için değil
Onlar tabii ki yerde uyudular perdenin öbür yanında.
Bütün gece uymadan yattım o topraktan yataklarında
Ve şafak söktü, heyecanlı fısıldaşmalarını duydum
Dikkatli ve sessiz, misafir uyanmasın diye
Esaslı bir rol yaptım uyumuş gibi ve gerindim,
Teklif edilen bir leğen ısıtılmış suyu aldım ve yıkandım
Ve kahvemi yudumladım minik fincandan
Ve bolca teşekkür, eğilme ve el sıkışmayla
Kadını angaryasıyla başbaşa bırakıp ayrıldık
Ve, iki adam, yeniden yola koyulduk o kavşağa doğru.
Parlak sabah güneşinin belirginleştirdiği acı dolu yavaşlığımızla ilerledik
Dolmuş tam zamanında belirdi
Ev sahibim koltuk değneklerinden birini bana verdi , diğerine yaslandı
ve boşta kalan eliyle elimi sıkarak ve gülümsedi
"Merci, monsieur,"
“Teşekkürler, efendim”
dedim
“De rien”
“rica ederim!”
“And merci a votre femme, elle est tres gentille”
“ve karınıza da teşekkürler, çok düşünceli kendisi”
kurtarıp kendisini diğer koltuk değneğinden
arka koltuğa bıraktı bedenini yeniden.
“Bon voyage, monsieur,”
“İyi yolculuklar beyefendi”
dedi
ve taksi güneye, şehre doğru ilerlerken hafifçe başıyla selamladı beni
kuzeye döndüm, gitarım omuzumda
ve ilk esişiyle sert sıcak rüzgar
hemen kuruttu genç yanaklarımdaki tuzlu gözyaşlarımı.
(Waters)
http://www.roger-waters.com/lyricsbeirut.html
Şarkı Sözleri Çevirisi: Pink Floyd Turk Net Forum