- Kategori
- Öykü
Geç kalan sevgi

Sonbahar kasımpatları gibi her yaşın bir güzelliği var
KIRK YIL SONRA
Heyecanla parka girdi Hasan. Kalbi heyecanla çarpıyor, içi kıpır kıpırdı. Tüm gece yol almış ve nihayet söylenen yere varabilmişti.
Kırk yıldır göremediği, ilk aşkı Züleyha ile bu parkta, saat on birde buluşacaklardı.
Yurt dışına gitmiş çalışmış, işleri yüzünden ülkesine ve köyüne dönemeyince Züleyha ’nın beş yıl bekledikten sonra evlendiğini üzülerek öğrenmişti. Suç kendisindeydi. O beş yıl içinde onu arayamamıştı. Kırk yıl sonra köyüne dönünce geçen hafta bir mektup almıştı. Mektupta bir cümle ve bir tel numarası vardı: ”Duydum ki köye dönmüşsün... Berçem.Tel...” Hasan hemen anladı .Züleyha’ya “Berçem” derdi. Mektup ondan geliyordu.Telefonunu da eklemişti. Bugün bu parkta buluşmaya karar vermişler ve çok uzaktaki köyünden kalkıp gelmişti. Bütün gece heyecanla yol almıştı.”Parka varınca otur bekle, gelince seni ararım, sakın sen arama, oğlum yanımda olabilir, ”demişti Züleyha.
Güzel bir ilkbahar sabahıydı. Pırıl pırıl ve masmaviydi gökyüzü. Tek bir bulut yoktu. Şehir gürültüsünden az uzakta, yemyeşil ağaçların gölgelediği serince çakıl yolu hışırt hışırt çiğneyerek gidip bir banka oturdu. Cebinden okuma gözlüğünü çıkararak yeni satın aldığı dergiyi okumaya koyuldu. Saçları grileşmiş, temiz giyimli ve kültürlü biri olduğu her halinden belli oluyordu. Koyu renkli takım elbisenin içinde giydiği beyaz gömleğini güzel bir kravat süslüyordu. Sinekkaydı tıraşı ve güzel taranmış saçları ona bir ağırbaşlılık veriyordu. İkide bir de saatine bakıyor ve gelip geçeni gizlice kolaçan ediyordu.
Az ötesinde bir büfede ara sıra alışveriş yapmaya gelenlerin konuşmaları üzerine kafasını kaldırıp bakıyor ve sonra yine dergiye dalıyordu. Büfeci kulübesinin yanına bir kaç tabure koymuş, bir şey yiyenler o taburelere oturup atıştırıyor ve sonra ellerinde kalan kağıtları ve kutuları oradaki çöp bidonuna attıktan sonra gidiyorlardı.
Zaman geçiyor ama Hasan’ın beklediği tel bir türlü çalmıyordu. Canı sıkıldı, kalkıp o büfeye gitti. Oradaki taburelerden birine oturdu. Az ötede yaşlı bir bayan da oturmuş çay içiyor gazete okuyordu. Büfede rengarenk poşetli yiyeceklerin arasından ancak kafası gözüken büfeci kırmızı yüzünü uzatarak,
- Beyefendi siz bir şey alır mıydınız? diye seslendi.
- Bir çay alayım, dedi Hasan.
Yaşlı bayan sesini duyunca dönüp dik dik ona baktı ve sanki gözlerinin içi güldü. Sonra çantasından cep telefonunu çıkarıp kulağına götürdü, bunu yaparken de bir iki metre ilerisinde oturan Hasan’ı gözetliyordu. Epey bekledi, telefondan cevap alamayınca üzülerek cep telefonunu tekrar dizlerinin üstündeki ağzı açık çantasına koydu. Kırmızı suratlı büfeci çayı getirdi ve bir tabureyi çekip üzerine koydu. Hasan da hemen çayı eline alıp içmeye başladı ama çok sıcak olduğu için tekrar gerisin geri taburenin üzerine koydu. Sonra az ötesinde oturan yaşlı kadına baktı. Çok makyaj yapmış, diye düşündü, gözlerinin etrafını fazla boyamış, ne gerek vardı ki ?. Ne diye bu kadar kompleksli? Doğal güzelliğini bozuyor. Saçlarını da sarıya boyamış, yaşına rağmen hala vücudu güzel, memeleri şiş şiş. Dudaklar da güzel ama gözler makyaj içinde kay bolmuş.Saçlarını uzun uzun aşağıya dökülselerdi daha iyi olurdu...
Yukarıda kargalar çılgın çılgın uçuşup duruyorlar, birbirlerini kovalıyorlardı. İlkbaharın güzel havası onları coşturmuştu. Hasan birden onlardan korkmaya başladı. Bir gün yine böyle bir parkta, bir ağacın altında oturup dinlenirken kargalar üzerine pislemiş, üstünü başını berbat etmişlerdi. Biraz sonra kırk yıldır göremediği ilk aşkı gelecek, aradan geçen bunca yıldan sonra ilk kez birbirlerini göreceklerdi.Şu lanet olası kargalar yine keyfini kaçırsın istemiyordu. Kadının karşısına üstü başı karga pisliği ile kirlenmiş, pis pis kokan bir halde çıkmak onun için felaket olurdu. Ki bunu asla yaşamak istemezdi. Hele bugün hiç istemezdi. Çayı içerken bunu düşündü ve birden huzursuzlaşarak yukarıya, ağaçların tepelerinde uçuşan kargalara bakmaya başladı. Aman üstüm kirlenmesin şimdi, dedi içinden, hele şimdi hiç sırası ve zamanı değil.
Huzuru kaçtı.Ayağa kalktı sonra yine oturdu.Sonra birden aklına gelmiş gibi yanındaki kadına dönerek,
- Afedersiniz hanımefendi, dedi ,saatiniz kaç?
- On bir. Sizin kaç?
- Benimki de on bir, teşekkür ederim.
- Rica ederim.
Bir anda belki de saati yanlış diye korkmuştu. O kadın da huzursuz gibiydi ve o da saati merak etmişti. Belli ki o da birini bekliyor gibiydi ve saatine güvenmemişti. Zamanın doğruluğundan emin olmak istiyordu kendisi gibi.
Herhalde trafiğe takıldı,diye düşündü Hasan, birazdan gelir veya gelmek üzeredir. Sonra oradaki yaşlı, makyaja boğulmuş kadını düşündü. Sesi sanki hiç yabancı gelmemişti.
Saat on ikiye geliyordu artık. Derginin tüm sayfalarını defalarca çevirip durmuş ve bazı sayfaları defalarca okumuş ama okuduklarını da anlamaz olmuştu. İyice sabırsızlanmaya başlamıştı. Yanındaki kadın da hala ordaydı ve onun da birini beklediği sık sık saatine bakmasından ve sık sık telefonunu kulağına götürüp birini arıyor gibi yapıp ama ona ulaşamayınca telefonu sinirlice tekrar çantasına koy masından belli oluyordu. Artık daha fazla dayanamadı ve o çok özlemini çektiği onu arama anını istemeyerek bozmaya karar verdi. Arayacak, parkta olduğunu ve neden gelemediğini soracaktı. Oysaki kadın ona sakın sen arama ben parka girer girmez arıyacağım seni demişti. Ve iki saattir o sesi,cep telefonunun çalmasını beklemişti. Tüm benliğini o sese konsantre etmiş, kulağı hep kemerinden asılı cep telefonundan gelebilecek en ufak bir sesi işitmek için kirişteydi ama bir türlü o ses işitme zevkini yaşayamamıştı. Şimdi o ses tıl sımını artık bozacaktı. Yeterdi artık, mutlaka bir aksilik olmuştu.
Bir iki kez de yanı başında bekleyen çok makyajlı ve yaşlı kadının Züleyha olup olamayacağını düşünmüş ama onun Züleyha olması imkansızdı. Çünkü bu kadının Züleyha ile hiç bir benzer tarafı yoktu, hem çok kilolu ve hem de kokanalar gibi makyaja boğularak tanınmaz hale gelmişti. O olamazdı. Zülayha incecik bir fidan gibi uzun boyluydu. Hayır hayır o olamazdı. Bu kadının Züleyha olması imkan -sızdı. Üstelik de ikide bir cep telefonunu çıkarıp o da arka daşını arıyordu, o olsaydı kendi cep telefonu çaldırırdı!
Hasan bunları düşünerek cep telefonunu kılıfından çıkardı ve birden donup kaldı. Cep telefonu kendi kendine kapanmıştı. Pil yatağının gevşemesinden böyle yapardı bazen. Hemen açtı telefonu ve numarayı bulup aradı. Telefonu kulağına götürüp heyecanla beklemeye başladı. Telefon biraz sonra çalmaya başladı ve hayretle yanındaki kadının çantasından acele acele telefonunu çıkarıp kulağına götürdü- ğünü gördü.Sonra da , alo! diyişini duydu. Hasan çok şaşırmıştı, demek ki beklediği Züleyha bu kadındı! İyi de bu ona hiç benzemiyordu ki!...
- Alo! dedi.
- Yauu sen nerdesin! diye bağırmaya başladı Züleyha.
Arkası dönüktü ve hala onu göremiyor ve anlayamamıştı durumu.
- Arkandayım!
Kadın heyecanla geri döndü ve iki saattir yanı başında oturan adamı gördü.
- Aaa Hasan sen misin? diye çığlık attı.
Hasan hala şaşkın ve heyecanlı ,
-Benim, dedi kekeleyerek, telefonum kapanmış...
Sonra ikisi birbirlerine doğru yürüdüler. Kırmızı suratlı büfecinin şaşkın bakışları karşısında sarılıp öpüştüler ve sonra parkın derinliklerine doğru, yaşadıklarına kahkahalarla gülerek yürümeya başladılar. Kol kola, el eleydiler.
- Makyajından seni tanıyamadım diyordu Hasan peki sen neden beni tanımadın?
- Aslında saati sorunca sesinden şüphelendim ama telefonuma cevap vermeyince o değildir diye düşündüm. Baksana kafanda saç kalmamış senin de, böyle miydin ki seni tanıyayım?
- Sen de öyle bir makyaj yapmışsın ki hala sen o musun diye şüpheleniyorum.
- Ne yapayım, bu halimle beğenmezsin diye korkumdan oturup bir saat makyaj yaptım, dedi Züleyha kahkahalarla gülerek. Peki beni bu halimle beğendin mi?
- Seni kırk yıl önce beğenmiştim ya, dedi Hasan gülerek
- Seni konu komşuya amcam diye tanıtırım, diyordu Züleyha, kimse şüphelenmez.
- Oğlun?
- Onu bugün yolcu ettim, onun için ben aramadan sen arama dedim.
- Desene her şeyi çok iyi ayarlamışsın.
- Eee kırk yıl bekledik bu anı ve kimse bozsun istemem.
Ve yine kahkahalar yükseldi ağaçların arasından.
Haziran 2011.İstanbul.
Reşit YAMAN.....