- Kategori
- Öykü
Gece, melek çocuklar ve biz

İstanbul'da ben...
Masamızda çupra var, fava var, ben varım, mavi gözlü bir kadın var. Boğaz köprüsü de yanımızda. Boğazdan büyük yük gemileri denizi yara yara geçiyor. Yük gemilerinden ürküyorum, kirli, kocaman ve de sınır tanımadan köpükleri yararak boğazda dolaşıyorlar. İstanbul'un en güzel manzaralarının birinde, mavi gözlü kadın rakı içiyor. Hani bazı dostlar vardır onunla kurulan cümlelere çırılçıplak soyunup ortalıkta dolaşabilir. Bilirsiniz ki, aranızdaki her şey, kavurucu bir yaz sıcağında içtiğiniz bir bardak suya benzer. Kalbinizi açmak, derdinizi paylaşmak, boğazınızdaki düğümleri çözmek, kalbinize batan dikenli telleri onun yanında yaşamak kolaydır. Söz ettiğim şey acil durumlarda camı kırınız, dostunuz sömürünüz tadında bir şey değildir. Tümden dürüst olmak ama en çok onun yanınızda kendiniz olmak.
Benim hayatımdaki mavi gözlü kadın gibi. Kadının kırmızı ojeleri rakı kadehine ne çok yakışıyor. Bir ara Van'da askerlik yapan delikanlı ile telefonda konuşuyor. Mavi gözlerindeki boncuk boncuk yaşlar denize karışıyor. Çok mutluyum işte. Uzun uzun hayatın kaldırma kuvvetinden söz ediyoruz. Keyfimiz de yerinde.. Ben rakı içmiyorum, yanımda Abdullah var. Ortaköy'e geliyoruz. Abdullah'ı yol kenarına çekip bir arkadaşımıza uğruyoruz. Çoğalacağız akacağız. Bu yazı böyle şiir tadında bitebilir. Daha doğrusu bitebilirdi. Bendeniz bir felaket paratoneri olmasaydım. Gecenin kör karanlığı Abdullah'ın kontağını çeviriyorum. Çalışmıyor. Bir daha çeviriyorum, yine çalışmıyor. Portakal yokuşunda Ortaköy Polis evinin önünde, kendini yarış atı sanan arabamla tek başıma kalıveriyorum.. Önce polisler giriyor devreye "akü bitmiştir bir tek amirimizin arabasında ara kablo olacak" diyorlar. Bir süre amirin gelmesini bekliyorum.
1 Mayıs yazısını yazan benim doğru ama dün gece kendimi Türk polisine teslim ediyorum. Portakal Yokuşun'da bir kadın, yanında bir araba, arabanın yanında takviye bir araba daha, arkada ekip otoları. Dışarıdan gören için ben ya bir seri katilim, ya da kraliçe giderken beni İngiliz kraliyet ailesinin prensesi ilan etmiş. Ortaköy trafiğin felç olduğunu söylemem gerek yok sanırım. Bu arada Türk erkeği hangi meslek grubunda olursa olsun, kendini usta sanmaktan asla vazgeçmiyor. Ne yazık ki, Abdullah inatçı akünün dolmasına izin vermiyor. Polisler derin bir ah çekiyorlar, başarısızlıları için. Tüm bu olaylar olurken yanımıza beş altı kez aynı taksi geçiyor. Taksi de bir kadın.
Gecenin Superman'i olmaya aday bir erkek arkadaşımın önünde duruyor taksi. "Abi bu kadın sana mı geliyor? Beni biri aradı, kadını otelden almamı söyledi. Ortaköy'de beni karşılayacakmış. Dilimizden de anlamıyor, Ne iz biliyor ne de yol." Gerçeküstü film gibi gecenin finalinde, Abdullah bir halatın ucunda, ben çaresiz direksiyonda, polis arabası önde, Azeri kadın arabanın içinde. İstanbul boğazı yanı başımızda gidiyoruz.
Benim hayatımdaki mavi gözlü kadın gibi. Kadının kırmızı ojeleri rakı kadehine ne çok yakışıyor. Bir ara Van'da askerlik yapan delikanlı ile telefonda konuşuyor. Mavi gözlerindeki boncuk boncuk yaşlar denize karışıyor. Çok mutluyum işte. Uzun uzun hayatın kaldırma kuvvetinden söz ediyoruz. Keyfimiz de yerinde.. Ben rakı içmiyorum, yanımda Abdullah var. Ortaköy'e geliyoruz. Abdullah'ı yol kenarına çekip bir arkadaşımıza uğruyoruz. Çoğalacağız akacağız. Bu yazı böyle şiir tadında bitebilir. Daha doğrusu bitebilirdi. Bendeniz bir felaket paratoneri olmasaydım. Gecenin kör karanlığı Abdullah'ın kontağını çeviriyorum. Çalışmıyor. Bir daha çeviriyorum, yine çalışmıyor. Portakal yokuşunda Ortaköy Polis evinin önünde, kendini yarış atı sanan arabamla tek başıma kalıveriyorum.. Önce polisler giriyor devreye "akü bitmiştir bir tek amirimizin arabasında ara kablo olacak" diyorlar. Bir süre amirin gelmesini bekliyorum.
1 Mayıs yazısını yazan benim doğru ama dün gece kendimi Türk polisine teslim ediyorum. Portakal Yokuşun'da bir kadın, yanında bir araba, arabanın yanında takviye bir araba daha, arkada ekip otoları. Dışarıdan gören için ben ya bir seri katilim, ya da kraliçe giderken beni İngiliz kraliyet ailesinin prensesi ilan etmiş. Ortaköy trafiğin felç olduğunu söylemem gerek yok sanırım. Bu arada Türk erkeği hangi meslek grubunda olursa olsun, kendini usta sanmaktan asla vazgeçmiyor. Ne yazık ki, Abdullah inatçı akünün dolmasına izin vermiyor. Polisler derin bir ah çekiyorlar, başarısızlıları için. Tüm bu olaylar olurken yanımıza beş altı kez aynı taksi geçiyor. Taksi de bir kadın.
Gecenin Superman'i olmaya aday bir erkek arkadaşımın önünde duruyor taksi. "Abi bu kadın sana mı geliyor? Beni biri aradı, kadını otelden almamı söyledi. Ortaköy'de beni karşılayacakmış. Dilimizden de anlamıyor, Ne iz biliyor ne de yol." Gerçeküstü film gibi gecenin finalinde, Abdullah bir halatın ucunda, ben çaresiz direksiyonda, polis arabası önde, Azeri kadın arabanın içinde. İstanbul boğazı yanı başımızda gidiyoruz.