Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ağustos '16

 
Kategori
Öykü
 

Gecenin sesi

Gecenin sesi
 

Aralanmış pencereden gecenin geç saatlerinin sessizliği duyuluyordu. Yatağına uzandı ve karanlıkta tek tek her bir eşyayı incelemeye başladı. Gözlerini yummuş olsaydı, kim bilir, belki de kitapların içerisindeki harfler, sayfalardan atlayıp bu karanlığın en bilinmez, görülmez saklı bahçelerine doğru yolculuğa çıkacaklardı. Eğer bu mümkünse harfler şimdi ne hissediyordu acaba? “Bence panikliler çünkü sırlarını deşifre ettim ve hatta belki de kızgınlar.  Artık onların en saklı bahçelerine, nice anılarını yaşadıkları yerlerine, değişerek yeni yeni paragraflar oluşturdukları, yeni kahramanlar yarattıkları gizli yerlerine fikrimle de olsa girmeye çalıştım işte.”diye düşündü Münir.  Gözlerini tavana dikti birden. Dümdüz gergin bir zeminde, fildişi tonlu perdesinden süzülen ışıkların oluşturduğu resimleri inceledi. Işık şu an tavandan duvara doğru akıyordu. Bu huzmeler şimdi nerede olduğunun, nasıl göründüğünün farkında mıydı acaba? Mesela çok kızgınsa ve inatçıysa bir perdenin ‘Hayır, hayır! Bugün istediğin kadar beni sürüklemek iste rüzgâr, sana yenilmeyeceğim, yerimden kıpırdamayacağım.’ dediği olur muydu? Ya da şu simsiyah gökyüzünde, geceleri böylesi güzel ve asil duruşuna hayretle baktığımız bulutlar da tıpkı bizim onları kilometrelerce uzak olmasına rağmen yanımızda, yakınımızda, sanki el uzatsak değecek, koklasak içimize alacak kadar yakın bilmemiz gibi aynı düşünce ve muhabbetle bize bakıyorlar mıydı? 

Dünyayı ufacık pencere camından görebildiği kadarıyla tasavvur etmesi aslında onu korkutmaya başlamıştı. Gözlerini yükseklere çıkardıkça kendinin aczini daha yakından hissetti. Sanki koca binalar, gergin gökyüzü ve pencere camı, ardından bakıldıkça onu giderek küçültüyor, hiçleştiriyordu. Ürkmeye de başladı sonra. “Şimdi şu bulut üzerime gelse,  bedenime konsa nereye gidebilirim? Nereye kaçabilirim? Dahası bana kim yardım edebilir ki?”. Yastığında rüzgârın serinlettiği kısma doğru bir dönüş yaparken düşünceleri zihninde aynı hızla akmaya devam ediyordu:

 “Ve kuşlar… Kuşların uçmadığı, sesinin duyulmadığı bir gökte, gecenin ağırlığı elbette bizleri şu koca dünyada öksüz bırakır. Değil midir ki insanın hep en çok geceleri, kendiyle baş başa kaldığında eksikleri, tereddütleri, yarım kalmışlıkları birden gözü önünde peyda olur? Bu kendini avuçlarının arasına alma cesareti gösteremediğinden midir yoksa kaderin gelecek kapılarını aşındırma tecessüsünden midir bilinmez.  Eksikleri tamamlama güdüsü; bir duygunun, düşüncenin, olgunun, kişinin ve/veya nesnenin. Kendini çekip içinden çıkararak manzaradaki esas yerini tayin etme ve bununla beraber kendinde haiz gördüğü anlam, mânâ ve hakikat ile bütüne eklendiğinde manzarayı ve kendini yeni tonuyla seyretme. Tıpkı renklerin birleşimi gibi, turuncunun içinden sarıyı çektiğimizde elimizde kırmızının kalması gibi. Tek başınayken manasını kavrayamamış, manasıyla haşrolmamış ve yanmamış, yeniden renklenmemiş bir kırmızının turuncuya katacak neyi olabilir.”

Kalbinin hızlıca atışıyla ısınmış ve zikrinin kokusu sinmiş yastığına, bir başka huzur ve emniyetle sarılarak dalmaya başladı; rüyalar âleminden, bir başka rüya âlemine. 

 
Toplam blog
: 31
: 305
Kayıt tarihi
: 13.12.14
 
 

Psikolojik Danışman ..