Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Kasım '10

 
Kategori
Anılar
 

Geçmiş zamana dair çevre ve çehre hikayeleri - 3

Geçmiş zamana dair çevre ve çehre hikayeleri - 3
 

Hafızamı zorluyorum lise yıllarımdaki Türkçe-Edebiyat öğretmenlerimi hatırlamak için. Hasan Süloğlu vardı mesela. Kısaya yakın bir boy, göçmen edası bir Türkçe ile konuşur dururdu. Tek maaşlı geçim derdinde sıradan biriydi. Sonraları bir diğeri Mehmet Akıncı idi. Siyah, kıvırcık saçlı, çok kötü bir Türkçe’yle konuşan biriydi. Bize boyuna garip kaçakçı hikâyeleri okurdu. Hatırladığım kitaplardan biri Kemal Bilbaşar’ın Kaçakçı Şahan eseri meselâ.

Bu ikincisi, Mehmet Akıncı, bizi gazetelerle tanıştırmak, aktüaliteden de haberdar olmamız düşüncesiyle - sonuçta 1970’li yılların ilk yarısında yatılı öğrencilerdik – gazetelerden köşe yazıları bulmamızı istemişti. Sabahları, öğleleri ve akşam ders bitimlerinde dışarı çıkabiliyorduk. (Çıkarmasalar ne gam! Atlardık yatakhane tarafındaki 1, 5 metrelik duvarlardan.. tren raylarının üzerindeydik. Ver elini Arifiye sokakları.)

Öğretmenin isteği üzerine gazete bayiine gitmiş ve hepimiz 3-5 gazete almıştık. Arkadaşlarım dönerken, benim gözüme köşedeki gazete bayiinin camına çamaşır mandalı ile asılmış bir gazete çarptı: Yeni İstanbul. Ben de o gazeteyi aldım ve okula gittim. Biraz sonra sınıfta idim. Gazetenin sayfalarını karıştırıyordum. O yılların tasarım anlayışına göre diğer gazetelerden daha ciddi ve daha doluydu. Bir köşe yazısını kesip Türkçe defterimin arasına koyduktan sonra merakla diğer sayfalara bakarken Türkçe öğretmeni içeri girdi. Ayağa kalkarken bir yandan da gazeteyi katlayıp sıramın gözüne koyuyordum ki nasıl olduğunu anlamadığım bir hızla gazetemin öğretmenin eline geçtiğini gördüm.

-Bu ne?

-Gazete.

-Nereden buldun bunu?

-Gazete bayiinden aldım bu sabah. Köşe yazısı istemiştiniz ya…

Öğretmenin gözleri ateş topu gibiydi. Gazetemi rulo yapmış, kendini kaybetmiş bir şekilde gazeteyle kafama kafama vuruyordu. Hiçbir şey anlamamıştım. Hiçbir şey…

Öğretmen hışımla yerine oturdu. Defteri imzaladı. Burnundan soluyor gibiydi. Freni patlamış bir araba gibiydi. Sonra ayağa kalktı Çok kere yaptığı gibi koyu renkli elbisesinin yakalarını tuttu. Yazı tahtasının önünde ağır adımlarla kısa turlar atıyordu. Şimdi hatırlayamadığım bir sürü garip cümle kurdu. Bir zaman sonra sınıfa döndü. Ben orta sıranın en önünde idim.

-Bulduğunuz köşe yazılarını çıkarın, dedi.

Hepimiz korkak gözlerle, titrek ellerle; kestiğimiz, yırttığımız köşe yazılarını sıralarımızın üstüne koyduk.

Bir şey arıyormuş gibi, tanıdık bir çehreye rastlamak isteyen birinin bakışlarıyla sıraların arasında geziyordu. Geldi ve sıramın kenarında durdu. Benim köşe yazım, defterin içinde idi. Sağ elini sol omzuma koydu. Sesinde hâlâ dinmemiş bir öfke vardı.

-Sen göster bakalım köşe yazını, dedi.

Korkarak ama çaresiz, defterimi açtım. Kestiğim yazıya baktıktan sonra iki ellerini kocaman açarak:

-Ne Muharrem Ergin mi? Başka yazar mı bulamadın? Onun kim olduğunu biliyor musun?...

Yine bir sürü garip cümle kurdu. Yine hiçbir şey anlamamıştım. Hiç-bir şey!

 
Toplam blog
: 300
: 1022
Kayıt tarihi
: 13.06.10
 
 

Tarih, edebiyat, şiir, dil ..