- Kategori
- Öykü
Gelinin Kerameti -5-

Arkasına bakmadan sokağa çıktı. Tam zamanında ayrılmıştı. Erkeğin evinden beş on adım bile uzaklaşmadan telefonu çalmaya başladı. Arayan eşiydi. Yarın akşamüzeri döneceğini, isterse Kevser’i ve bebeği siteden alabileceğini bildiriyordu. “Lüzumu yok!” diye karşılık verdi Kevser, “Onca yoldan geliyorsun. Sen yorulma. Biz şehre ineriz oradan alırsın! Adliye Sarayı’nın önünden… Telefonlaşırız canım!”
Gün ışıyıp sabah oluncaya dek gözüne uyku girmemişti Kevser’in. Durumu nasıl izah edeceğine dair olasılıklar arasında gidip gelmişti. Akıl ve mantık sınırlarını zorlayan açıklamalardan bile medet ummuş, uykusunda cinlerin musallat olduğunu, morlukların onlarla boğuşurken meydana geldiğini söylemeyi düşünmüştü. Ne var ki kendi zihninden geçenler kendisine bile ikna edici gelmemişti. Günün er bir vaktinde, uykusuz ve yorgun bedeniyle yataktan kalkmıştı. Cıvıl cıvıl ötüşen kuş seslerini bile işitmiyordu. Çaresizlik içinde bakışları donuklaşmış, yüzü düşmüş, karardıkça kararmıştı. Saatler hızla yola çıkma vaktine doğru ilerlerlerken, sanki zihni durmuş hiçbir şey düşünemez olmuştu. Umarsızca, “Allahım, ne olur sen bana yardım et!” diyerek yalvarmaya girişmişti, “Ne olursa senden olur. Bana bir yol, bir çare göster Allahım! Kaderimde ne yazılıysa yaşadığım, yaşayacağım odur. Allahım sen gönüllerimizi dilediğine çevirensin. Dilediğini yaşatan! Ne olur bana bir çıkış yolu göster Allahım! Tek umudum, tek çarem sensin Allahım! Ne olur işit beni!”
İkindi namazının sonrasında, Kevser ve bebeği, şehre inen komşularının otomobiliyle yola çıkarken, o gün işten erken dönmüş olan Keramettin Hörgüçlüzade de akşam yemeğine dek kestirmek üzere yatağına uzanmıştı. Yastığa başını koyar koymaz da uykuya dalmıştı.
Güneş hala Ankara’nın üstünde ışıldıyor, yerini akşamın alacakaranlığına bırakmamakta direniyordu. Çığlık çığlığa canhıraş bir ses “Keramettiiinnn… Keramettiiinnn… Keramettin, bana yardım et! Ne olursa senden olur Keramettin! Bir çare bul! Kurtar beni Keramettin!” diye yankılanıyordu. Keramettin Hörgüçlüzade, gözlerine gelen güneş ışığına, elleriyle gerelti yaparak, sesin sahibini görmeyi denedi. Kendi bulunduğu yerin aksine çığlıklar dipsiz bir karanlığın derinliğinden geliyordu. Ses yardım çığlıklarını yineleyerek yaklaşıyor, yaklaştıkça zifiri bir karanlık hızla etrafı kuşatıyor, bir sis bulutu gibi çevresini kaplıyordu. Hörgüçlüzade, daha bir dikkatle baktı. Karanlığın ayakları vardı. Kendi bulunduğu yer aydınlık olsa da ses adım adım yürüyen karanlığın içindeydi. Önce hafif bir beyazlık göründü gözüne. Sonra onun bembeyaz yatak kıyafetlerinin benzerini giymiş, entarisinin eteklerinden beline, gövdesine doğru yayılan simsiyah balçık çamuruna bürünmüş, pislik içinde bir erkek. Karanlığın içinde bitkin ve mecalsiz bir halde karşısında durdu.
Durmaktan çok bir öne bir arkaya, bir sağa bir sola sallanmakta, bir türlü iki ayağı üzerinde dengesini sağlayamamaktaydı. Uzun süredir yürümekten omuzları düşmüş, yüzünün rengi solmuş, gözleri çukurlarına çökmüş, çığlıklar atmaktan sesi kısılmıştı. Hörgüçlüzade, daha ağzını açmadan zar zor duyulan bir sesle, “Keramettin… Keramettin” dedi, konuştukça dağılan cümleler ve kelimelerle. Sesi boğuldukça boğuluyordu. Sözcükler bütünlüğünü yitirip hecelere, heceler anlaşılmaz seslere dönüşüyordu. Kerametin Hörgüçlüzade sesin sahibini tanımıştı ama anımsayabildiği bölük pörçük tek şey “Beni… beni… ta… tanı…madın… mı… yoksa? Ben… baş… baş… baş… ba… baş… ba… baş…” sözleriydi.
Beşinci bölümün sonu…
Birinci bölüm: http://blog.milliyet.com.tr/gelinin-kerameti--1-/Blog/?BlogNo=480765
İkinci bölüm: http://blog.milliyet.com.tr/gelinin-kerameti--2-/Blog/?BlogNo=480876
Üçüncü bölüm: http://blog.milliyet.com.tr/gelinin-kerameti--3-/Blog/?BlogNo=480958
Dördüncü bölüm: http://blog.milliyet.com.tr/gelinin-kerameti--4-/Blog/?BlogNo=481623