Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Temmuz '08

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Genç kızın ilk ateşi

Genç kızın ilk ateşi
 

Küçük Kızın Rüyası


Bütün kurgular burada bu küçük ormanın kenarındaki bankta otururken başladı. İhtiyar delikanlı köpeğini yanına oturtmuş yazacaklarını düşünüyordu.

Genç kız daha hayatının ilkbaharını bile anlayabilecek yaşlarda değildi. Sokaklarda koşuyor, coşuyor ve başına geleceklerin hiçbirinden habersiz arkadaşlarına çeşitli şaklabanlıklar yapıyordu. Öylesine güzel ve öylesine masum bir yüzü vardı ki: Onu görenler geleceğin dünya güzeli olacağından kuşku duymazlardı.

Babası; bir fabrikatörün geniş bahçeli villasında bahçıvanlık yapıyordu. Bahçede çeşit çeşit meyve ağaçları, güller çimenler ve çeşitli çiçekler vardı. Çimenlerin üzerine yer yer, banklar masalar ve bambu ağacından yapılmış koltuklar yerleştirilmişti. Ev o kadar büyük değildi ama mimari açıdan tipik bir Rumeli köşkünü andırıyordu.

Üç kardeştiler. Annesi evlere temizlik işlerine gidiyor, kardeşlerin en büyüğü o olduğu için 5 yıllık ilkokulu bitirdikten sonra, hem kardeşlerine bakması hem de okutacak güçleri olmadığı için devamına izin vermemişlerdi. İçinde sonsuz bir okuma isteği vardı ama yapabileceği bir şey yoktu. Çaresiz kaderine rıza gösterecekti.

Bir gün kardeşlerini de alarak, babasının çalıştığı o saray yavrusuna gitti. Kardeşleri çimlerin üzerinde oynarlarken o da banklardan birine oturmuş, etrafı seyrediyordu.

Mevsim yaz aylarının son günlerini yaşamakta, ağaçlardaki elmalar, şeftaliler bütün cazibesiyle kendisine bakmaktalardı.

Oturduğu banktan kalkıp kardeşleri ve kendisi için birer şeftali kopardı. Tam oturduğu yere dönmek üzereydi ki: Aniden bir ses duydu arka tarafından gelen.

<ı>- Merhaba

Elinde şeftalilerle dondu kaldı. İzinsiz meyve koparmanın suçluluğuyla yüzü; elindeki şeftalilerden ilham alırcasına kızarmıştı. Ne yapacağını bilemedi.

Dönüp baktığı zaman karşısında 19-20 yaslarında çok yakışıklı bir delikanlı gördü. Delikanlının sesi yumuşak ve tatlı, yüzünde de hafit bir tebessüm vardı. Bakışlarında da bir muziplik hissediliyordu.

Anlaşılan bir süre kızı izlemiş ve aniden ortaya çıkıvermişti

Kız utancından kıpkırmızı kesilen yüzüyle daha da güzelleşmişti. Bir sure korkak gözlerle baktı bu yakışıklı delikanlıya.

Delikanlının yüzünde hiç suçlayıcı bir ifade yoktu. Aksine gülüyor ve adeta okşayıcı bir sevimlilikle, henüz 13 yaşlarındaki bu dünya güzeli kıza tatlı tatlı bakıyordu. Rahatlamıştı genç kız.

<ı>- Merhaba

<ı>- Rahat olun, çekinmeyin. Ben bu evin sahibinin oğlu Engin. İstediğiniz kadar koparabilirsiniz.

<ı>- Teşekkür ederim. Aniden sesinizi duyunca çok korktum. Bende bahçıvanınızın kızı Zeynep.

Delikanlı elini uzattı ama Zeynep'in elleri dolu olduğu için, telaşla sağ elindekileri sol eline aktarırken şeftalilerden biri yere düştü.

Engin hemen düşen şeftaliliyi alıp kıza vermeksizin, sol elinde tutarak sağ elini uzattı. Büyük bir samimiyet ve sıcaklıkla el sıkıştılar. Enginin elleri kızın parmaklarını kıracakmış gibi sıkıyor, kızın avuçları da Engin'in avuçlarını dolduracak şekilde teslimiyet gösteriyordu.

Engin bu sıcak, küçük ve kendi avuçları içine samimiyetle dalmış olan elleri bırakmak istemiyor ve bütün sevimliliğiyle Zeynep'in gözleri içine bakıyordu.

Etrafta bülbüller şakıyor çiçekler, hafif hafif esen rüzgârın etkisiyle dans ediyordu. İkisinin de içine; sanki henüz yanmakta olan bir ateşin korundan sıçrayan birer kıvılcım düşmüştü.

Engin, Zeynep’in elini bırakmasızın bankın kenarına kadar yürüdüler. Zeynep elindeki şeftalileri kardeşlerine vermeyi unutmuş, gözlerini Engin'in gözlerinden ayıramıyordu. Bu onun ilk heyecanı ve içine düşen kıvılcımın ilk ateşiydi.

Beraberce bankın üzerine oturdular. Kuş sesleri kulaklarına kadar geliyor, rüzgârın çiçeklerden savurduğu nefis kokular nefeslerine kadar işliyor ve güneş pırıl pırıl parlıyordu. Sanki tatlı bir sarhoşluk içindeydiler. İkisininde içlerini büyük bir heyecan kaplamıştı...

Onların içine birer kor düşmüştü ama ihtiyar delikanlının bu koru körükleyecek hali kalmamıştı. O nedenle not defterini kapatıp, köpeğini alarak ormanın derinliklerine daldı.

* * *

İleride ormanın en kuytu bir yerinde küçük bir kulübe görünüyordu. Kulübeye yaklaştığında içeriden hafif hafif sesler geldiğini duydu.

Öğlenin bu sıcağında, etraf cıvıl cıvıl kuş sesleri ile cıvıldarken, serin serin esen rüzgarın ağaçları sallamasından çıkan seslerle, Beethowen’in dokuzuncu senfonisi çalarken; bu fısıltıları çıkaranların ne yaptıklarını merak etti ve kulübenin ince bir tülle kaplı küçük penceresinden içeriye bir göz attı.

İçeride sarmaş dolaş olmuş bir çift birbirlerinin kulaklarına bir şeyler fısıldıyorlardı.

Yazarımız bu manzarayı seyretmekten kendisini alamadı.

Bu bir röntgencilikti ama olsundu. Zaten yazarımızın işi de böyle malzemeler bulup yazmak değil miydi?

İşte tam ona göre bir malzeme çıkmıştı. Ama olmadı. İçeridekilerin tam mercimeği fırına verecekleri bir sırada; yazarımızın köpeği havlamaya başladı ve yazarımız hızla oradan uzaklaşmak zorunda kaldı.

Köpek havlamasına, Beethowen’ın dokuzuncu senfonisi çalmasına devam ediyordu ama içeridekilerin ne yaptıkları bilinmiyordu... 27 Temmuz 2008

 
Toplam blog
: 104
: 722
Kayıt tarihi
: 11.04.07
 
 

6 Mayıs 1927 Simav doğumlu, İstanbul Yıldız Teknik Okulu’nun ( Bu günkü Yıldız Üniversitesi) son sın..