- Kategori
- Sivil Toplum
Gençler, bizim gibi olmayın…

Belki çoğu nesildaşım yadırgayacak lakin bizim neslin en büyük kaybı oldukça “ideolojik” bir döneme rastlaması olmuştur. Her gelişmekte olan veya “gelişmemesi gereken” ve ilave olarak “doğulu” olarak tanımlanan toplumun mahkum olduğu bir şeydir ideolojik bombardıman.
Gelişmek lazımdı, dış ve içteki düşmana karşı mücadelenin birinci şartı olan “bir arada bulunma” veya “sırt sırta verme” düsturunun yolu da ortak bir inançtan geçerdi. Ve öyle de oldu. Bir arada kalabilmeyi sağlayan şey “ortak” tanımlanan değerler değil de farklılıkları vurgulayan saplantılar olunca kavga kaçınılmaz oldu.
İşte bu kavga bizim neslin yirmi yılını alıp bir kenara koydu.
Cemil Meriç merhum’un “sol-sağ… Çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit” diye tanımladığı ideolojik kamplarımız bu topraklarda bir neslin tamamen, ağabeylerini takip ettiklerini zanneden bizlerin ise büyük çoğunluğunun gençliğini heba etti…
Bu bir itirafname veya günah çıkartma yazısı değil elbet. Bu satırların yazarı ülkeyi kurtaracağı iddiası ile yola çıkıp bir gün aslında kurtuluşun “kendini kurtarma”da gizli olduğunu keşfeden şanslı “azınlık”tan. Bu şansın bedeli ise hayatın en güzel beş yılıydı.
Muhakkak ki burada “inançsız” veya on iki eylülü müteakiben söylenegelen “apolitik” bir gençlik hayalimiz yok. İdeolojik kavgadan kasıt şartlanmışlığın bu topraklara kaybettirdikleridir.
Bizim neslin aşırı “politik” duruşu aslında hastalıklı bir halet-i ruhiye idi. Bu halet, kendini merkeze alan, kendi dışındakileri “ihanet” çizgisi üzerinde değerlendiren, çevresini çizginin içindekiler ve dışındakiler diye tavsif eden marazi bir tutumda ifade bulur.
Bu hastalıklı hâl bir buçuk neslin heba olmasına ve otuz küsür yıldır kapanmayan toplumsal yaralara yol açmıştır. Belki farkında değiliz lakin Türkiye çeyrek yüzyıldır 70’lerin bunalımından çıkış yolu arıyor.
Dünkü neslin gençliğine sebep olan bu süreç günün gençliği için en büyük ibret. Fakat görünen o ki, dünkü o karanlık süreç bu günün gençliği tarafından yanlış yorumlanmakta, hatta kimileri tarafından yorumlanmaya gerek duyulmamaktadır.
Bu durum, “sütten ağzı yanan”ın tavrına pek benzemiyor. Bu günkü durum planlı bir stratejinin sonucu. Bu stratejinin önemli bir sonucu ise bir ideolojiye sahip olduğuna inanan gençliği de etkisi altına almış olması.
“İdeolojik adam” diye tasnif edeceğimiz bu tip, uzun süre bulunduğu kapalı cemaat yapısının da katkısı ile bu “apolitik” sürecin dışında kalmayı başardı. Ağabeylerinden tevarüs ettiği eski alışkanlıklarını devam ettirdi. Fakat “bilgi çağı” diye tesmiye ettiğimiz teknoloji çağında kapalı cemaatler bile gençliği “değişimin” çekiciliğinden kurtaramıyor.
Vasat ilk ve orta öğretim alan sokaktaki adam arasında esamisi okunmayan ideolojik adam, üniversite kampüslerinde veya büyük şehirlerin salaş sokaklarında ellerinde bildiri veya dergilerle karşınıza çıkıyor. Veya okul kantinlerinde koltuk altlarında gazeteleri ile.
İnandığını zannettiği ideolojisine hizmeti hala rakibi sindirmek olduğunu zannedenle mecburen kavgaya dahil olan “ağabey” arasındaki fark o kadar büyük ki. Dünün solcu ve sağcıları ne kadar eleştirsek bile, ait olduğu cemaatin usül ve erkanını bilen, gittiği yolun "neyini" ve “idüğünü” yüzeysel de olsa anlayabilen insanlardı. Onların şanssızlıkları kavga etmelerinin gerektiğine karar verilmesiydi. Hepsi birer kurbandı vesselam.
Bu kurbanların ardılları onların yanında baştan aşağı şekil ve cehaletten ibaret kalıyor. Bu cehaletin zirvesini ise hala kavga ederek hakimiyet kuracağına inananlar temsil ediyor. Ahmet Hamdi’nin “gelişerek değişmek” düsturundan uzak; izinden gittiklerini zannettikleri öncüllerinden bile geride acaip bir nesildir bu günün ideolojik adamı.
“Düşman”ından farkı giyim tarzı ile sınırlı, inandığını yaşamına taşıyamayan bir “kabuk adam”dan bahsediyorum. Yazık ki gençliğimiz arasında çok örneği var bu türün.
Gençlik, yönlendirmeye ve heyecanı kullanılmaya en müsait nesildir. Herkes, hepimiz, hayatımızın bu çağlarında “heyecanlı kullanılmalar” yaşadık. “Yok kardeşim, ben inandım da yaptım” diyebilirsiniz; ben de öyle diyorum bazen, bu da gerekli belki; psikolojik olarak rahatlamak için. Lakin bütün yaşadıklarımız ve hala yaşamakta olduklarımız çocuklarımız için edindiğimiz “tecrübeler”di ve neticede yine bu memleket içindir.
Bu günün gençliği, kitap okumalıdır muhakkak lakin kendinden önceki nesli de iyi analiz etmelidir. Mutlaka örnek alınacak yanlar bulacaklardır, fakat yapılmaması gereken şeyleri de orada bulacaktır. Mesele şu ki biz bu yapılmaması gereken şeyleri “neden yaptığımızı” ve “neden bize benzememeleri” gerektiğini anlatmak durumundayız. Bu bir lütuf değil, bu ülke için yapacağımız en “kutlu” şeydir diye düşünüyorum.
Bundan dörtbin yıl önce yazılan bir Mısır papirüsünde “gençlik gittikçe bozuluyor, sonumuz ne olacak?” yazıyormuş. Gençlik o kadar saf bir şey ki binlerce yıldır bozamadık. Bu gün gençliğin çevresine ilgisizliği ve bize acaib gelen tavırlarından kendileri veya “gâvur”un icad ettiği televizyon değil bizler sorumluyuz. Onlara aydınlık bir gelecek umudu veremediğimiz için. Ve bir altın ülke “hayali” sunamadığımız için.