Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ağustos '13

 
Kategori
Tarih
 

Gerçek, mutlaka bir gün ortaya çıkar!

Kâzım Karabekir’le ilgili yazılarımı okuyanlar  “Yahu Hüseyin Erkan, bir kişinin tanıklığını dikkate alarak Köy Enstitülerine karşı olduğunu bildiğimiz Karabekir’i hem aklıyor; hem de  ‘Enstitüleri baltalamıyor, aksine savunuyor;  kapanmaması için çaba harcıyor’ gibi gösteriyor-sun. Paşa’mız gerçekten böyle olsaydı, Prof. Dr. Doğan Çağlar gibi, hiç değilse bir kişi daha dile getirmez miydi, O’nun bu tavrını?”

Önce şunu söyleyeyim ki, yerden göğe kadar haklısınız böyle düşünmekte. Öyle ya, bugüne kadar hep farklı anlattılar bize bu Paşa’yı.

TBMM Başkanı olarak sorup soruşturup gerçeği öğrenmek için değil de, kafasında çakılı olan önyargılarını kanıtlamak için geliyormuş sanki Hasanoğlan’a!

Zaten Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra, Mustafa Kemal Paşa’ya karşı ilk muhalefet partisini kuran birkaç kişiden biri değil mi bu Paşa?

Ayrıca, İzmir Suikastı dolayısıyla, İstiklal Mahkemesi’nde idamı istenerek yargılanmamış mı?

Yine, Mustafa Kemal NUTUK’u okuduktan sonra, O da “İstiklâl Harbimiz” adlı bir kitap yazmamış mı?

Gelelim şimdi, bu sorularınızın cevabına:

Muhalefet partisi kurmak, ne zamandan beri bir suç ve vatan hainliği olarak görülmüş ki?

1908’de ilan edilen İkinci Meşrutiyetten sonra bile birçok parti vardır ülkemizde.

1924’te arkadaşlarıyla birlikte kurduğu partinin adı “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası”dır. Ki, Mustafa Kemal Paşa’nın genel başkanı olduğu iktidar partisinin adında Cumhuriyet sözcüğü yoktur henüz. O, yalnızca“Halk Fırkası”dır.

Demek ki, Karabekir’in “Cumhuriyetin ilanına karşı” olduğunu söylemek, “iftira”dan başka bir şey değil.  Gerçekten öyle olsa, ne diye kurduğu partinin adını “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası”  koysundu ki? Evet,  İzmir suikastı davası dolayısıyla tutuklanmış,  idam isteği ile yargılanmış, ancak beraat etmiştir. Bu iddia ile en küçük bir ilgisi olsa, “astığı astık, kestiği kestik” olan İstiklâl Mahkemesi’nden kurtulması mümkün müydü?

Kaldı ki, mahkeme binasının karşısındaki otelde karargâh kuran M. Kemal Paşa, mahkemeyi yakından izliyor, mahkeme başkanı ve üyeleri her akşam kendisini ziyaret ederek o günkü duruşma hakkında bilgi veriyorlardı.

Demek ki, bu iddia da çok  çürük!..

Gelelim şimdi de Karabekir’in “İstiklal Savaşımız” adlı bir kitap yazmasına… Kitap yazmanın  nesi kötü Allah aşkına!..

1882 doğumlu olan Paşamız, 1902’de Harbiye’yi ve 1905’te Erkân-ı Harbiye’yi “Birin-cilik”le bitiren bir subaydır. Ve 1909’daki 31 Mart olayını bastıran“Hareket Ordusu”nda görev alır. Başarılı hizmetlerinden dolayı 1914’te “Yarbay”lığa yükseltilir. Çanakkale’de 14. Tümen komutanı olarak görev yapıp Fransız saldırılarını püskürtür Her yönden üstün düşmana karşı 3,5 ay başarıyla direnir. Takdir edilerek “Muharebe Gümüş Liyakat madalyası” ile ödüllendirilip “Albaylığa”  yükseltilerek (1915) I. Ordu Kurmay Başkanlığına atanır. Daha sonra, Gelibolu’daki başarılarından dolayı “Mirliva” rütbesi (Paşa) verilir. (1916) Irak cephesinde görevlendirilir. Özellikle Kut’ul Amara’yı kuşatıp oradaki İngiliz Birliğini komutanıyla birlikte esir aldığından dolayı, bu kez “Altın Muharebe Liyakat Madalyası ve“2 yıllık kıdem zammı” verilir. Ve Kafkas Cephesine II. Kolordu komutanı olarak atanır. Buradaki başarılarından dolayı padişah iradesi ile

“Kılıçlı İkinci Mecidi Nişanı” alır. (1917)

Ve 2 Mart 1915’te, ısrarlı arzusu üzerine Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanlığına atanır. (Ki, İstiklal Savaşını başlatan komutanlar arasında Anadolu’ya ilk geçen O’dur. 19 Nisan 1919’da Trabzon’a gelir; oradan Erzurum’a geçer.

1920 Eylül’ünde, daha önce 1878’de Rusların işgal ettiği Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin ve Batum’u kurtarıp “Misak-ı Millî” sınırlarına dâhil eder. Bunun üzerine TBMM “Korgeneralliğe” yükseltir O’nu.

Erzurum’da, Doğu illeri temsilcilerinin katıldığı bir kongre düzenler. Bu kongreye M. Kemal Paşa ve Rauf Bey’i ısrarla davet eder. Doğu illerindeki yüksek sevgi, saygı ve prestijinden yararlanarak M. Kemal Paşa’nın Kongre’ye “Başkan” seçilmesini sağlar.

Bu sırada, İstanbul hükümeti, M. Kemal Paşa’nın görevine son verir. Karabekire, Mustafa Kemal’i tutuklayıp İstanbul’a göndermesi” emrini verdiği halde, O, Mustafa Kemal’in karşısında selam durarak, “Ordusuyla birlikte emrinde olduğunu” bildirir.

Söyler misiniz bana şimdi, böyle bir insan “İstiklâl Savaşımız” diye tümü gerçek belgelere dayanan bir kitap yazamaz da, ben mi yazarım?

Pekiyi, zamanın iktidarı (1929)  böyle bir kitabın yazılmasından ve okunmasından niçin korkar? Niçin kitaplar matbaada iken toplatılıp yaktırılır?

Bu da yetmez on yıl süren sıkı bir takip başlar. Evi sürekli gözetlenir. Her nereye gitse,  arkasında bir sürü sivil polis dolaşır.

Henüz 40’lı yaşlardadır ama vatan haini imiş gibi sanki, ülkesine hizmet edebilecek hiçbir görev verilmez O’na.

İyi, güzel de, iktidarın her yaptığına niçin methiyeler düzmek zorunda olsun bu insan?

Parti kuruyor, kapatılıyor; idamla yargılanıyor. Kitap yazıyor, toplatılıp yakılıyor. Konuşması yasak, görünmesi yasak… Siz olsanız, ne yapardınız O’nun yerinde? O hiçbir şey yapmıyor; “Bu da geçer!” deyip sabrediyor sadece.

En baştaki, en önemli sorunuzu unuttum sanmayın. “Köy Enstitülerinin aleyhinde değil, lehinde olan bir insan olduğuna Prof. Dr. Doğan Çağlar’dan başka tanıklık yapan var mı?” diye sormuştunuz.

Şimdi bu sorunuzda sıra:

Savaştepe Köy Enstitüsümezunu Sabri Kurt da Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsüne öğrenci olarak girer. Bu okul kapatılınca Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsünü, sonra da hukuk fakültesini bitirip avukat olur.“Köylüyü Eğitme, Köyü Kalkındırma Uygulaması”  başlıklı yazısında diyor ki:

“Yüksek Köy Enstitüsü, köylünün üniversitesiydi. Öğrenciler arasındaki sağcı solcu gruplaşmaları sonucu, devlet yetkililerine ihbar mektupları gelir. Temmuz 1946 tarihli ihbar mektubu “Sayın Türk Emniyetine-Ankara” adresine gönderilir. Mektup, İçişleri Bakanlığından gizlilik kaydıyla Millî Eğitim Bakanlığına iletilir. (…)

“Köy Enstitülerini ve Yüksek Köy Enstitüsünü karalayan dedikodular 1946 yılında daha da yaygınlaştı. TBMM temsilcisi olarak Kâzım Karabekir,  Şemsettin Günaltay, Feridun Fikri Düşünsel yerinde inceleme yapıp bir kanaat sahibi olmak için beraberce Hasanoğlan’a gelirler.”

Öğrencilerle ve öğretmenlerle konuşurlar. Sorular sorarlar, verilen cevapları dinlerler.

Av. Sabri Kurt, TBMM heyetini Tonguç’un isteği üzerine karşılayıp görüşmelerin başından sonuna kadar tanığıYüksek Köy Enstitüsü Öğretmeni Ferit Oğuz Bayır’ın“Köyün Gücü” adlı kitabından bir alıntı yapar:

“TBMM heyeti çeşitli sorular ve cevaplar aldıktan sonra, duyduklarından öğrendiklerimden

memnun görünmüş şekilde ayrılırlar. Ayrılırken Karabekir: “Teşekkür ederiz. Bu memlekette hemen her hayırlı müessesenin kaderi aşağı yukarı böyle olmuştur. Görüyoruz ki, hakikaten dedikodularla alâkası yoktur. Memleketin geleceği için umut bağlanacak yerlermiş Enstitüler. Müsterih ayrılıyoruz.”der.”

Ayrıca, Prof. Dr. Doğan Çağlar’ın, K Karabekir’in 1947’de kızı ile birlikte gelip Yüksek Köy Enstitüsü Öğrenci Derneği odasında yaptığı konuşmanın aynısının Prof. Dr. Hasan Coşkun’un, “Hasanoğlan-Elmadağ, Eğitim Açısından Bir Çevre İncelemesi” adlı eserinde de yer aldığını haber veriyor bize, Av. Sabri Kurt. (*)

Ne dersiniz, yetmez mi bu kadar tanık?

 

 

 

(*) Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü 70 Yaşında (Hazırlayan: Prof. Dr. Kemal Kocabaş,

     Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yayınları, 2013 izmir, sayfa 201-212)

 

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..