Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

20 Haziran '13

 
Kategori
Tarih
 

İnsan olmak dokunuyor onuruma

13 Nisan günü, Lüleburgaz’a giderken “Trakya’daki Işık: Kepirtepe Köy Enstitüsü ve Yeni Arayışlar”  konulu çalıştayda konuşmacı olarak Kepirtepeli eğitimci yazar ve şairimiz Mehmet Başaran’ı da bulacağımı umut ediyordum.

Nitekim, katılımcılara dağıtılan programda saat 10:30’da başlaması gereken Hasan-Âli Yücel Oturumu’nun konuşmacıları arasında Mehmet Başaran adını okudumsa da “çay-kahve ikramı” sırasında katılımcıları şöyle bir taradım ama göremedim; sevgili yazarımızı.

Bir tanıdığa sordum, “Gelmemiş” dedi.

“- Niçin?”

“- Konuşmacılardan biriyle aynı görüşte olmadığı için…”

“- İyi de, herkesin bizimle aynı görüşte olması şart mı?”

“- Değil belki ama Sayın Başaran böyle uygun görmüş.”

“- Doğrusu ya, yakıştıramadım bu tutumunu ben, sevgili öğretmenimize.”

Gerçekten de yayımladığı eserlerle haklı bir üne kavuşmuş değerli bir şair ve yazarımızın kendisiyle aynı görüşte olmayan biriyle aynı masaya oturmaktan, tartışmaktan kaçınacağına hiç ihtimal veremem.

Herkesin aynı fikri, aynı görüşü söyleyip yazması doğru bir şey midir?

Sofralarımızda acı biber de oluyor, baklava da!..

Çayıma bir adet kesme şeker de koyuyorum, bir dilim limon da…

Ben çayı böyle seviyorum; hiç de kötü değil!..

Heykeltıraşın mermeri yontarak yaptığı heykel mi güzel, hepsi aynı boyda, aynı biçimde olan kalıp ürünü fabrikasyon heykeller mi?

Herkesin limon sattığı bir pazar düşünebilir misiniz siz? Böyle bir pazara kim, niçin gitmek istesin ki?

Böyle düşündüğüm için Sayın Başaran’ın çağrılı ve görevli olduğu halde bu çalıştaya gelmemesini, dostumun söylediği gerekçeyle bağdaştıramadım.

Her yıl, 17 Nisan’larda, benzer toplantılara coşkuya koşarak  giden Mehmet Başaran, doğup büyüdüğü köyün bağlı olduğu ilçede yapılan, mezun olduğu Kepirtepe’nin konuşulacağı bir toplantıya böyle basit bir nedenle gelmemiş olsun!..

Yok canım, gerçek olamazdı bu.

İstanbul’a dönünce telefonla aradım, torunu Güneş Bey’e ulaştımsa da kendisine ulaşamadım bir süre.

19 Nisan günü, telefonumun ucundaydı; Sayın Başaran.

Her zamanki gibi, sevgi dolu, sağlıklı ve yumuşak bir sesle:

“- Merhaba arkadaş!..”diyordu.

“- Sağlıklı olduğunuza sevindim. İyi, güzel de bir hafta önce Lüleburgaz’da yapılan çalıştayda niçin yoktunuz siz?”  diye soruverdim.

“- Demek, sen gittin…”

“- Evet, gittim. Zübeyt Çelik, Refet Özkan, Muhsin Durucan’la birlikte… Feyzullah Aktan’ı, Mehmet Emin Su ve eşi Nurten Hanım’ı gördüm ama sizi göremedim orada. Üstelik, Hasan Âli Yücel Oturumu’nda konuşmacı olarak göründüğünüz halde, bize verilen programda.”

“-İ zlencede, demek istiyorsun, öyle mi?”

“- Evet, bize verilen kâğıtta “program” diye yazıyordu ama gönlünüz olsun diye ben de “izlence” diyeyim haydi. Evet, izlencede adınız vardı ama siz yoktunuz. Ve bu konuda da bir açıklama da yapılmadı.”

“- Protesto etmek için katılmadım, ben arkadaş!”

“- Neyi protesto etmek için?..

“- Oturuma konuşmacı olarak çağrılan falanca ve filancayı...”

Tabiî, “falanca” ve “filanca” demedi; Sayın Başaran. İsimlerini söyledi açıkça. Ancak, kendisinden izin almadığım için, o isimleri açıklamam doğru olmaz elbette.

“- İyi de, neden? Nesi varmış ki o zat-ı muhteremlerin?”

Efendim, Köy Enstitülerini bilmez ve tanımazlarmış o iki kişi. Uzaktan yakından ilgileri yokmuş; bu kurumlarla, bu düşünceyle.

Dahası, aslında karşı görüşü savunurlarmış. Ancak, böyle çalıştaylara da, boy göstermek için, koşa koşa gelirler; nabza göre şerbet vermeyi de çok iyi becerirlermiş.

“- Güzel de sevgili öğretmenim; herkesin aynen sizin gibi düşünmesi şart mı? Keşke katılsaydınız da bu düşüncenizi orada söyleseydiniz.”

“- Ben, bu şekilde protesto etmenin daha etkili olacağını düşündüm.”

“- Evet… Bu da bir yol… Ancak ben yine de sizden bu çalıştaya katılmanızı beklerdim.”deyip daha fazla uzatmamak için bu tartışmayı, başka bir konuya geçiverdim hemen.

Şu anda “Trakya’daki Işık: Kepirtepe Köy Enstitüsü” adlı kitap var önümde. 74. sayfasını açıyorum: “Kepir’i Göverteceğiz; Ocak Tüttüreceğiz” başlıklı 9 sayfalık bir yazı… İmza: Mehmet Başaran (Kerpirtepe Köy Enstitüsü 1944 Çıkışlı Öğretmen, Şair, Yazar)

Yazarımızın “Trakya Rüzgârı” (2007) adlı kitabından alınmış.

Köyündeki ilkokul yıllarını anlattığı satırlarda kendimi buldum. Sekiz-on yaşlarındaki ha Mehmet Başaran, ha Hüseyin Erkan

Ben de dokuz yaşımda, 20 km yürüdükten sonra görmüştüm Akseki’yi.

Ancak Başaran’ın ilkokuldan sonra beş yılı çok maceralı…

Önce Edirne-Karaağaç’ta açılan Trakya Köy Öğretmen Okulu’na kaydoluyor.

Bir süre sonra, Alpullu Şeker Okulu’na taşınıyorlar.

İkinci Dünya Savaşısınırlarımıza doğru yaklaşınca, haydi Lüleburgaz Emrullah Efendi İlkokulu’na..

Burada da fazla kalamıyorlar; haydi Kepirtepe’ye… Yol yok, su yok, elektrik yok… Yılmıyorlar… Vuruyorlar kazmayı, okuyup yatacakları binaların temelini atmak için… Sebze, tahıl yetiştirmek, fidan dikmek için…

Savaş iyice kızışıp sınıra dayanınca, Trakya boşaltılıyor. Kepirliler Hasanoğlan’a taşınıyorlar bu kez.

30 ay, Hasanoğlan’ı yeşertip göğerten Kepirliler, yeniden Kepir’e dönerler.

Başka kimin, ya da kaç kişinin vardır; böylesine zengin ve hareketli bir eğitim macerası?

“Evet, ben Kepirliyim, Lüleburgazlıyım. Bel kırıcılığın egemen olduğu dönemde ben de acılar çektim. Çocukluğumda bana bir düş kadar güzel görünen kasabamdan geçip köyüme gitmem zorlandı.”diyor bu alıntıda.

Niçin mi?

“- Komünist geçiyor!”diye bağırıyorlarmış çünkü arkasından.

Aynı kitapta, Emel Vildan Düzenli’nin “Mehmet Başaran’la Köy Enstitüleri ve 80. Yıl” başlıklı 16 sayfalık bir röportaj da var.

Buradan bir alıntı ile bitireyim bu söyleşiyi:

“Sabahattin Ali, yüksek kısmı (*) gördü; şairdi kendisi, (…) şöyle bir dışarıya baktı pencereden, ‘Rüzgâr’ diye bir şiiri vardır, kapitalizmin pisliklerinden bahsederken, ‘İnsan olmak dokunuyor onuruma’ (**) bölümünü okurken, birden durdu. “Ama Köy enstitülerini gördükten sonra, insan olmak onur veriyor bana…” (diyerek)en güzel Köy Enstitüsü değerlendirmesini yapıyor.”

 

(*) Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü kastediyor yazar. (H. E.)

(**) Şair, “İnsan olmak dokunuyor haysiyetime” diyor o şiirinde.  (H. E.)

 

 

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara