Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Şubat '08

 
Kategori
Sinema
 

Gerçek bir masal: Ulak

Gerçek bir masal: Ulak
 

Bir yıldız kaydı ve hemen bir dilek tuttum. Kayan yıldız, sıcak bir yaz gecesinde kumsala sırtüstü uzanmış gökyüzünü seyrederken, sonsuzlukta parlayan yıldızlardan biri değildi. Yüreklerinin sesini henüz işitemeyen esas kadın ve esas adamın, serin bir yaz gecesinde, diz çökmüş oturdukları o tepeden, bir ara başlarını kaldırıp bakınca farkına vardıkları gökyüzündeki yıldızlardan biriydi. Ulak filminin bir sahnesinde, beyaz perdeye yansıyan “gerçek” bir görüntüydü.

Filmle ilgili hiçbir yorumu duymamak için özellikle çaba sarf etmeme rağmen, yine de “ağır giden bir filmmiş, gitmeyelim” cümlesi çalındı kulağıma ve bir de “masal” olduğu. Bu ikisi bile beklentiye soktu beni ama önemsemedim. Ben bir Çağan Irmak filmi izlemeye gitmiştim.

Filmin ilk sahnesinde, yüreklerimize dokunan müzik eşliğinde bir “kırmızı” yakaladı bizi, onun peşi sıra gittik biz de; herkesin sesi soluğu kesildi sanki. Kırmızı nereye biz oraya. Zaman zaman araya giren maviler bu filmde “kötü”nün üzerindeydi; bütün kötülükleri sarıp sarmalayıp yok etmek istercesine.

Gittiği her yerde çocuklara ve isteyen büyük çocuklara ulağın masalını anlatan Zekeriya.

Ve masalı dinlerken kendi masalını öyküleyen büyükler…

Ve masalı dinlerken kendi masalını öyküleyen çocuklar…

Seven ama bunu kendilerine bile itiraf etmekten korkanların, ya da küçük olmalarının getirdiği “güçsüzlükle” kaba güce sahip büyüklerine karşı duramayan çocukların, Zekeriya’yı dinledikçe, kendilerine inanmaları ve bunun verdiği “güven” duygusuyla, masallarını gerçeğe dönüştürmek için ellerinden, dillerinden, yüreklerinden geleni yapmaları:

Küçük bir erkek çocuğunun, hasta ablasına umut vermek adına kendi masalını anlatırken, kırmızı peleriniyle Çağan Irmak olarak kendini ele verişi.

Bir başka erkek çocuğun, yine dayak yemek pahasına bile olsa, kötülüğün ta kendisi olan babasına karşı çıkması. Onu, “ulak” la korkutması.

Bir umut olsun diye, annesi tarafından erkeklere pazarlanan o güzel, çaresiz kıza verilen “yeşil”; kurumadan seni kurtaracağım denilerek üzerine söz verilen; saksıdaki festikan. Ve bir pencere önünde, sevdiği kıza “seni alacağım” diye and içen Ömer’e, durduğu köşede şahitlik eden, hani şu her daim başını dik tutan çiçek; sardunya.

Kırmızının masalını anlatan Zekeriya’nın, en son kendi masalını anlatıp bitirdiğinde, kendini gözyaşı olarak ele veren hayatının acı gerçeği. O gerçeğin yüreğimizde ve aklımızda oluşturduğu soru işaretleri…sorumluluğu. Ve masalını dinleyenlerin, oradan gitmek isteyen Zekeriya’ya, gitmesin diye anlattıkları gerçek bir “yiğit ulak” masalı.

Ve esas kadının esas adama söylediği:

“İkimiz de aynı masala inansak olma mı?”

İki kişi aynı masala inansa… İnanabilse... Olmaz mı?

Sevgiler, maviyle.

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..