Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ocak '11

 
Kategori
İlişkiler
 

Gidiş

Sevgili,  

Ben sana yatılı okulda mektuplar yazarken önce uzun uzun hal satır sorardım, sonra Allah'dan iyilik dilerdim ve dizeler öyle akıp giderdi her seferinde. En güzel kısmı da beni sorarsanız kısmıydı, bol bol hamd ederdim, meğer hamd olan senin hayatta olmanmış. Sanırım yaşam en çok senin gibi çınarlar devrildiğinde acıtıyor insanı. Senin ışıldayan karizmana yaklaşmak bile olanaksız. Sanırım insanların kişiliklerini belirleyen birazda yaşadığı koşullar olmalı. Tarihin hepimize verecek dersleri olsa da biz insan neslinin en iyi yaptığı iş onları okuyamamak. Yani, ya erken gelme ya geç kalma hadisesi. 

Dedeciğim, sevgili torunun tutunmaya çalışıyor yaşama ama pek becerdiği söylenemez, sen bunları duyunca kaşlarını çatmışsındır şimdi, ama kızma hemen, bizim zamanlarımız da kolay değil. Her devrin kendi zorlukları ve özel durumları var. Bazen ağır geliyor işte yaşam, haksızlıklarla dolu bir dünya, mutsuz sokaklar, gülmeyi unutmuş insanlar sardı evreni ve bunlardan korkmak yerine uzaylılardan korkmak gibi saçma saplantılarımız var şimdi. Sizin zamanınız da acı olan yokluktu, ekmek bulamamaktı. Şimdi görsen çöplere attığımız ekmek ve yiyecekleri, duygusuzluğumuzu, acımasızlığımızı görsen asıl o zaman kahrolurdun. Senin Yıldız Katır’ı şefkatle okşayan, arpasını bir gün bile eksik etmeyen halin geliyor da gözümün önüne, ne çok şeyler yitirmişiz diyorum. 

Şimdilerde, bize yani insana dair ne varsa eksiliyor, azalıyor. Sanki sen gideli çok olmuş gibi konuşuyorum değil mi, öyle hızlı akıyor ki zaman, İlber Ortayli Hocanın “zaman kaybolmaz” sözü kulaklarımda çınlıyor, oysa insanla beraber zaman da kayboluyor eskiyor en azından. Belki tek teselli çocukların birer tomurcuk gibi açılıp büyümeleri. Sizin bizlere davrandığınız gibi onları esirgemeye çalışıyorum, eski zamanlarda ki gibi yumurta tokuşturma eğlenceleri bile yok oluyor. Bir taraftan eksilmeler olsa da, sanırım insanın dalları böyle büyüyor olmalı, her gün kalkıp çocuklara bakıyorum. Kimbilir Türkmen atalarımız neler yaşamıştı, kaç kuşaktır akıyor gen haritamız. Geçenlerde bir kitap okudum, rüyalarımızda ki yüksekten düşmelerin ilk çağlardaki atalarımızdan genlerimizle ve bilinçaltımızla kuşaklar boyu aktarıldığını ve bugün yaşama tutunmaya çalışanların atalarımızdan yere düştüğünde ölmeden devam edebilen şanslılar olduğundan bahsediyordu. Sanırım yaşamak her şeye rağmen güzel. 

Sana matriks'den bahsetmeliyim, bugün içinde bulunduğumuz bu karmaşık yaşam bir tür matriks’e dönüşüyor. Basit yaşam varken yaşam belki daha kolaydı, yaz tatillerinde köyde geçirdiğimiz o eşsiz zamanlar şimdi unutulmaz anlara dönüşüyor, düşünsene bizim çocuklarımız, onların torunları bunları hiç bilmeyecek, belki anlatsak bile o tadı, o sebze kokularini bilemeyecekler. Hani bir filimde vardı, çocuk hasta olduğunda arkadaşı öğretmene “ona portakal verirsen iyileşir” diyordu, çünkü çocuk hayatında hiç portakal yememişti. Şimdiki yaşam, bu satırları yazdığım bilgisayar vs. hayatımıza ne kadar anlam kattı ? Ileride gözümüze yerleştirilecek merceklerden bahsediyorlar, düşünüyorum da çıplak gözle bakmak eski bir şey olacak yakında. Bütün bu duygular nereye gidecek, biz hangi dünyanın neresinde olacağız. 

Bazen öyle yoruluyorum ki, yataklar döşeklerde dinlendirmiyor yorgun ruhumu, sonra kendimi rakıya, tütüne vuruyorum, biliyorum onlar da ölümü çağrıştırıyor, sen hiç tütün kullanmadın tadını bile bilmezsin, rakıyı da yaz düğünlerinde, dost meclislerinde meze yapardın muhabbete, kızma buda bir seçme hakkı işte. Hani ozanın dediği gibi “ çok yaşayan yüz e kadar yaşıyor, gel de bu rüyayı yor deli gönül” misali. 

Bu dünyada herkes bir şekilde kendi tarihini oluşturuyor, yazı işte bu anlamda her zaman galip geliyor, belki insanlığın en önemli icadı yazı, yazı olmasa yukarıda bahsettiğim gibi hala bilinmezlerle dolu tarihimiz ağaçtan düşme rüyaları, peygamber hikâyeleri ile sürüp gidecekti. Sanırım yazı ile başlayan süreç edebiyat ve sanatla beslenerek büyüdü ve gelişti. 

Yaşamım senin köyden birkaç bin kilometre uzaklaşmalarının çok ötesine geçti, çok uzaklara gittim, çok insanlar tanıdım, sanki şimdi hepsi yok olmuş gibi oturmuş seninle konuşuyorum, sanki yok olmamışsın, sanki arkadaşlar etrafımızda, sen orada köklerimizin olduğu topraklardasın da, öylesine konuşuyoruz işte, oysa hepsi eskidendi hem de çok eskiden. O eski hasat zamanları, buğdayın başaklarının temizlendiği anlardaki gibi zaman zaman yaşamımız bizi temizliyor. Yaptığımız sadece zamana tanıklık yapmaktan ibaret. 

Hayatımızdan gidenler bir daha geri gelmeyeceklerini usulca fısıldıyorlar kulaklarımıza, biz hiç duymamış gibi yapıyoruz. Oysa kaybettiklerimiz bizim yasamakla taniyip, ince elegimizde suzdukten sonra elimizde kalanlardi, onlari da seni ozledigim gibi oyle cok ozluyorum ki. 

İnsan midesi her şeye galip gelebiliyor, yediğimiz her şey bir posaya dönüşüyor, yaşamda tıpkı böyle, posalarımızla yaşamayı öğreniyor ve itaat ediyoruz. Bu aynı zamanda kültürel bir miras, ulusların oluşturduğu kültürler zaman zaman birbirleri ile çatışsa da insan denilen malzeme aynı, iyi ekmek yapmak hamur ve mayayla ilgili, ne kadar uğraşsan kötü bir boya ile iyi resim yapamıyorsun. 

Sen benim çelişkilerime bakma, ben sadece seninle konuşmak için bahane yaratıyorum. Yaşam bir şekilde akıp gidiyor, bir şeyden emin ol, torunun dürüst olmaya çalışıyor, insan olmak için mücadele ediyor, dostlarını önemsiyor, çocuklarını esirgiyor. Rüzgârın dalgaları ile dans eden tarlalara, kuzey yıldızına bakıp uzun uzun seni düşünüyor. 

Ali Sami 

Luksemburg 

 
Toplam blog
: 45
: 453
Kayıt tarihi
: 24.12.10
 
 

Öncelikle merhaba. Bugün 24 Aralık 2010, ben de blog dünyasında yerimi aldım. Merhaba. Hepinize k..