Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Haziran '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Git başımdan! Ben senin bildiğin liboşlardan değilim!

Git başımdan! Ben senin bildiğin liboşlardan değilim!
 

Resim: Alıntı


Bir kelime atarsınız ortaya. Bir ürün çıkarır, bir şiir yazar, bir şarkı besteler ya da önceden var olan bir şeyi geliştirerek sürersiniz piyasaya. O güne dek elde ettiğiniz bütün sermayenizi riske edersiniz bir anlamda. İşin ucunda batmak da var, çıkmakta...
Ya ürün tutmazsa? … Ya bu işi kotaramazsam? der ve beklemeye koyulursunuz.

Bakalım prim yapacak mı? Bakalım karşılığını bulacak mı? Ses getirecek mi? Satacak mı? Tutacak mı? Milyonlar tarafından kapışılacak mı? diye bin bir endişeyle…

Her şey Rahmetli Turgut Özal’ın keşfedip geliştirdiği serbest piyasa ekonomisinin nabzına bağlıdır aslında. Bazen çok tutar dediğiniz bir ürün hiç tutmaz, sizi hayal kırıklığına uğratırken, tutmaz dediğiniz ürün sizi bile şaşırtacak kadar büyük bir üne, şana, şöhrete, unvana kavuşturabilir sizi. Dedik ya… Bu Rahmetli Özal’ın devr-i âlemde uygulamaya koyduğu söylenen serbest piyasanın bir takdiri, ilahi adaletidir.

Her prim yapan ürün iyi ürün demek değildir elbette. Fakat çok tutan ürünleri irdelediğimizde küçük bir kitlenin değil de, milyonların sahiplendiğini, milyonların kalbinde taht kurduğunu, milyonlara ulaştığını görürüz. Bu rahatsız edici olabilir tabii. Bazılarını rahatsız eder. Siz açıkça evet ben gelenekçiyim, ben devletçiyim, statükocuyum, benim kuşlarım var deseniz de, içinde büyüdüğü, geliştiği, serpildiği coğrafyayı inkar eden, bir anlamda çıktığı yumurtayı beğenmeyen bir tavrı, edayı yenilikmiş gibi sunan, ve kendi statükocu devletini yaratmaya çalışan, kraldan çok kralcı olan tiplerdir karşı çıkan, horozlanan genellikle. Çünkü kendinin de gelişip, serpildiği devlet, devletimiz tu kakadır, o devleti buldukları ilk fırsatta alaşağı edip kendi statükocu, devletini kurmak yenilikçiliktir, hoşşştur, cicidir.
Tüm bu davranışların nedenini, niçinini sorgulamak ve çıkan sonucu yorumlamak kişiden kişiye farklılık gösterebileceği gibi ortak bir noktada da buluşulabilir elbette. O ortak nokta aynı anayasal haklara sahip, daha düne kadar aynı topraklar üzerinde barış içinde yaşanılan ve uğrunda beraberce ve binlerce şehit verilip, bin bir emekle var olan, coğrafya üstünde dün olduğu gibi bugünde birlikte yaşamak, ortak paydalarda buluşabilmektir.
Fakat kraldan çok kralcı olan, kendini hiçbir kefeye koyamayıp da bunu “Vatan, Millet, Sakarya” aşkına yaptığını söyleyen, zamanında kendi etnik kökenini bile inkar eden, ve ne olduğunu, henüz nerede duracağını çözemeyen, ne istediğini de açıkça dilendiremeyen bir güruh, bir temsilciler meclisidir. Somut olansa ortaya sürülen ürünün çok tuttuğudur. Bu ürün çok tutu diye milyonları dövme, sövme, kovma gibi bir lüksümüz olamayacağı gibi itileme, yok sayma lüksümüz de yoktur.

Çok tutan ve üstünde çok tartışılan “Liboş” kelimesidir bu ürün. Her ne kadar rahatsız edici bir kelime olarak algılansa da bazıları tarafından, aslında sevimli bile sayılabilir. Ağızda bıraktığı tat, lezzet düşünüldüğünde.

Hani şu su içsem yarıyor deyip de, çayı şekersiz içerken baklavayı tepsi tepsi götüren sevimli balıketliler gibidir... Siz onun sağlığını düşünür, mide fesadından gideceksin bak bir gün, ne olur şu baklavayı biraz azalt deseniz de, o su içsem yarıyor edebiyatının ardına sığınarak yediği baklavaları inkar etme yoluna gider genellikle.

Liboşların erkekleri olabileceği gibi dişileri de vardır elbette. Ve her canlı gibi onlarında peşine takılan erkek liboşlar olacaktır. En çok da o durumlarda gösterdikleri eda, tavır, davranış hoşuma gider, güldürür beni. Bazıları çok itici olsalar da…

İşte bu dişi liboşlar peşine takılan erkek liboşlara karşı öyle bir tavır sergiler ki… Çok sevimli bulurum bu hallerini nedense…

Hoşşşştttt pis eril liboş, bırak peşimi, düş yakamdan. Ben senin bildiğin Liboşlardan değilim, ben tacı elinden alınmış bahtsız bir kraliçeyim edalarında kostak kostak kırıtarak yürürler.

Bu davranışın altında yatan sebeplerden biri, her dişinin kendini biraz ağırdan satma güdüsü olabileceği gibi, ben namuslu ev kızıyım, krallara, prenslere layığım psikolojisi de olabilir. Diğer taraftan, ateş olsan nereyi yakarsın? Senin kazancın benim süsüme bile yetmez kaygısıdır belki de bilinçaltının onu yönelttiği nokta. İşbu sebeple kendini krallara, prenslere layık görmekte ve sokak liboşları ile oynamamaktadır. Diğer taraftan da Liboşuna en yakışan kostümü bulan mucide kızmakta, veryansın etmekte, haksız bir üne şana şöhrete ulaştığını iddia etmektedir.

Hoşttt. Hoşttt. Ateş olsan nereyi yakarsın? Nereyi yakarsızınız? Fi tarihinde kalmış sokak çalgıcıları, diye prensine laf sokuşturanlara kızmakta, bir gün yoluna çıkacak, eli beyaz lambalı, beyaz atlı prensini beklemektedir.

Bu tepkisini de bir kraliçeye hiç yakışmayacak bir üslupla dile getirmekte, biraz da içinden çıkıp geldiği kültürün verdiği alışkanlıkla hoşt, hoşt. Ben sizin bildiğiniz liboşlardan değilim, gidin kendi çöplüğünüzde ötün diyerek dilendirmektedir.

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine diyebilecek, tacı elinden alınmış bahtsız kraliçemizin mürüvvetini görebilecek miyiz bilmiyorum ama sanırım biraz daha cilalaması, parlatması biraz daha pohpohlaması gerekecektir Liboşlar takımını.

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..