- Kategori
- Psikoloji
Gökten düşmeyen z...

Çevremizde bulunan insanlara, bir gözatalım…
Bu insanlar kim olabilir?
Nerede ve nasıl yaşadıklarına dair ayrıntılı bilgimiz olmasa da, belki tanıdık insanlar olabilir ya da hiç tanımadığımız ve daha çok, bir eğitim ortamında ya da bir işyerinde, belki de sokakta karşı karşıya geldiğimiz insanlar olabilir.
Kendimizi, bu insanlardan bazılarının yanında son derece rahat hissederiz. Onlarla herhangi bir konuda sohbet etmeye başlarız, onlar da ellerinden geldiğince bize katılmaya çalışırlar, aralara kendi yorumlarını da katarlar. Bazı insanların yanında ise kendimizi hep yanlış yapıyormuş gibi hissederiz veya en ufak bir yanlışta o insanı kaybedeceğimizi, iletişimimizin bozulacağını düşünürüz. İstediğimiz iletişimi sağlayamadığımız insan için ise, durum oldukça ciddi bir hal alabilir. Yetersiz, aciz, çaresiz, güçsüz olduğumuz inancı, gün geçtikçe içimize yerleşmeye başlar.
X, son derece karizmatik, liderlik özellikleri kuvvetli olan bir insandı. Arkadaşları arasında çok seviliyordu. Başarı da onun için çok önemliydi. İşlerini aksatmadan yapar, ailesi çalışırdı. Ancak , X’in çevresindeki yetişkinleri ve zaman zaman da arkadaşlarını çileden çıkaran bir huyu vardı. Her şeye kendisi karar vermek isterdi. Kendisine sunulan herhangi bir öneriye ilk tepkisi her zaman “hayır” olurdu ve bu kararında da son derece dirençliydi. Acaba X’in çocukluğu nasıl geçmişti?
Bakın birkaç an…
Daha küçük yaşlardan itibaren bu durum, anne ve babasının kabusu haline gelmeye başlamıştı. “x’ciğim, yemek zamanı, haydi yemeğe gel.” “Olmaz, şimdi televizyon seyrediyorum.” “X’ciğim, bugün kahvaltıdan sonra teyzenlere gideceğiz.” “Hayır, benim canım gitmek istemiyor”. “X bugün de yakalamaca oynayalım.” “Ben oynamam. Köşe kapmaca oynarsanız oynayalım” . Bu türden konuşmalar, X’in en tipik özelliği idi ve çevresindeki kişiler artık ne yapacaklarını bilemez duruma gelmeye başlamışlardı. Anne-babası bazen X’in önerilerine saygı gösterip, onun dediklerini yapmaya çalışıyorlar ve ortamı yatıştırmaya uğraşıyorlar, bazen de sabırsızlanıp ona kızıyor ve tehditler savuruyorlardı. Ancak hiçbir yöntem X’i işbirliği yapmaya yönlendiremiyordu.
Y ise, kendi halinde bir insandı. İnsanlar, pek ilgisini çekmezdi. Onun yerine, bir bilgisayar ya da mekanik bir alanda saatlerce çalışmak, ona çok daha fazla keyif verirdi. Gittiği yerde, yeni arkadaşlar edinmek gibi bir kaygısı hiç olmadı. Gittiği yerlerin kurallarına uyuyordu, ama hiç kimse onun gerçekte ne düşündüğünü, ne hissettiğini, neyi önemsediğini bilemiyordu. İnsanlar arasında gelişen bütün iletişim biçimlerini, kaçırmaya başladı. Örneğin; yapılan şakaları anlamıyor, günlük olaylardan veya ortak zevklerden konuşmak, ona heyecan vermiyordu. Bazen öyle oluyordu ki, basit sosyal kuralları bile yerine getirmede sorunlar yaşıyordu ama Y’nin, bunlara pek aldırdığı yoktu.
Bakalım Y’ miz neler yapmış çocukluğunda?
Bakın bir yerde kendi halinde oturan ve çevresinde olup bitenle hiç ilgi kurmayan bir Y.
Öte yandan Z, son derece canlı, neşeli bir insandı. Girdiği her ortamda kim olursa olsun, herkesle kaynaşır, kimi zaman ilgi odağı olur, kimi zaman da bir başkasını ilgi ile izlerdi. Aklından geçenleri, içinde hissettiklerini, sözcüklere dökebilir ve bunları karşısındaki için anlamlı olacak şekilde ifade edebilirdi. Örneğin; rahatsız edebileceği kişiler ve düşünmediği kişilerle birlikte olmak istemiyorsa, “Arkadaşlar, ben onların yanında çok sıkılıyorum, ayrıca siz sohbet ederken yapacak bir şey de bulamıyorum. Siz oraya gitseniz de ben de başka bir yere gitsem olmaz mı?” şeklinde duygu ve düşüncelerini dile getirir, böylece de üzerinde tartışılabilecek bir konuşma zemini yaratmış olurdu.
X , Y ve Z ’nin davranışları, mutlaka tanıdık gelmiştir. O zaman sorulması gereken soru; niçin bazı insanlar belli şekilde davranmayı tercih eder?Bu sorunun yanıtının iki önemli boyutu vardır. Bu boyutlardan biri; insanın doğuştan getirdiği biyolojik özellikler, diğeri ise insanın çevresindekilerin gösterdikleri tepkilerdir. Bu iki boyutun karşılıklı etkileşimi, insanın daha sonra çevresiyle kuracağı iletişimin altyapısını oluşturur. Bu altyapının oluşmasında; çevre-insan arasındaki iletişim, insanın belli duygusal gelişim evrelerinden geçmesini sağlar. Duygusal gelişim evrelerinden, her evrenin gereğini yerine getirerek geçen insanlar, gerçek yaşam çağında rahatlıkla iletişim kurulabilen kişilikler olurlar. Her anlamda; toplumlarda olduğu gibi insanda da bir altyapının oluşumu, şarttır desek abartmış sayılmayız.
Hadi anlat çocukluğunu demek, sende ne var ne yok demek, aslında.Bakalım…kimmişsin sen?
Nerede ve nasıl varoldun?
Gökten bir X düştü.
Peki, Y düşerken gören oldu mu?
Ama bildiğim bir şey var ki ;Z düşmedi.
Kendisi geldi. Z’ nin çocukluğunu bilen var mı?
Elmayı ısırmadan tabi…
Önemli not: Oyunda; bir tek yanlış at yoktur.
Resim; users.sch.gr sitesinden alıntıdır.