Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Nisan '11

 
Kategori
Deneme
 

Gözleri elmas kız

Ortaçağda çok zengin bir ülkenin çok ihtişamlı bir kralı varmış. Kral sert, dediğim dedik, kararlarına itiraz edilmez biriymiş. Emrindekiler ondan çok korkar, bir dediğini iki etmezlermiş. Günlerden bir gün kral hastalanmış, derdine derman bulamamış hiç kimse, emrindekiler bütün şifacıları saraya toplamış, kralı iyileştirecek olana büyük ödüller vaad etmişler. Yüzlerce hekim ve hatta büyücü sarayda günlerce tüm tecrübelerini zorlayarak şifa bulmaya çalışmış ne yazık ki hiçbiri kralın hastalığını iyileştirememiş. Tüm ülkeye hatta komşu ülkeler haber salınmış; 

“Duyduk duymadık demeyin, kralımızı iyileştiren her kim olursa hem kendisi hem ondan sonra gelen tüm soyu servete kavuşacak ve rahat edecek”. 

Haber kulaktan kulağa yayılmış. O yıllarda henüz ne internet, ne telefon ne uydular ne de televizyon yokmuş tabii..O yüzden çağrı aylar sonra en uzak köşelere, dağ köylerine, kırlara ulaşabiliyormuş. 

Nice zaman sonra Himalaya dağlarının tepelerinden akan coşkun nehirlerin kenarında bir barınakta yaşayan bilge de duymuş bu haberi. Önce anlamamış, “hastalık da ne ki diye düşünmüş, insan doğan günle uyanır, dağ havasını içine çeker, billur sulardan içer, topraktan geleni yer ve kalbi tıkır tıkır mutlulukla çalışır, kolları bacakları ağaç kökleri gibi sağlam ve güçlü olur, gözleri atmaca gibi keskin bakar”, “Bir insan ne yapar ki tüm bu mutluluktan uzaklaşır. Ancak çok kötü bir iş yapmış olsa gerek”, diye düşünüp duyduklarına bir anlam verememiş. 

Fırtına çıktığında ağaçların nasıl dallarını eğip kırılmaktan koruduklarını bilir, suların yatağını bulmak için her taşın ve tümseğin kenarından dolandıklarını görürmüş. Kuşlar suları ihtiyaçları kadar içer, aslanlar aç olduklarında avlanmaya çıkarlarmış. Doğa her canlıya ihtiyacı olan her türlü yiyeceği, barınağı, şifayı cömertçe sunar, canlılarda doğayla uyum içinde yaşamlarını sürdürürlermiş. Bilge toprağın, güneşin, suyun ve havanın harmanında diğer insanların pek de kafa yormadığı hatta hiç fark etmediği bir düzen olduğunu bilirmiş. 

Güneş aydınlatır ve ısıtır, bitkilere hayat verir, havayla bir olur onların büyümesini canlı kalmasını sağlar. Su, doğadaki katı ve sert olan her şeyi yumuşatır, insanın, bitkinin, toprağın havanın her zerresine nüfuz eder, varlığıyla dünyayı renklendirir. Toprak tüm canlı va cansızları bıkmadan usanmadan üzerinde taşır, besler, büyütür dünyada yolculukları bittiğinde kucağına alır saklar, onları yeni varlıklara dönüştürür. İşte bu yüzden “toprak ana” deriz. Ana kucağı güven, sevgi ve huzur verir. 

Bilge art arda gelen ulakların çağrılarına bir süre sonra kayıtsız kalamamış. Biraz da merakından Kralı görmeye gitmiş. Gitmiş ki kral yorgan döşek yatıyor, bir deri bir kemik kalmış, Her yanı yara bere içinde. Yattığı odanın perdeleri sımsıkı kapalı, güneş hiçbir yerden sızmıyor, kapıları demirden, pencereleri kafesten. Güya kralı koruyup, kolluyorlar yanındakiler. Bilge hemen müdahale etmiş. Perdeleri ve pencereleri sonuna kadar açtırmış, içeri bol güneş ışığı ve temiz hava girmiş. Bildiği ve hep kullandığı bitkilerden merhemler yapıp sürmüş yaralarına, dağ kekiğinden, ısırgan otundan çaylar yapıp içirmiş. Sonra da şehrin meydanına, oradan da kenar mahallelerine gezintiye çıkmış. 

Meydandan uzaklaştıkça görmüş ki insanlar yıkık dökük evlerde yoksulluk ve sefalet içinde yaşıyor, hastalıktan kırılıyor. Kazançlarını zorla krala vergi olarak verdikleri için aç kalıyorlar. Sinekler ve pis sular sokakları geçilmez hale getirmiş, ağaçlar kuru, nehirler cılız, bahçelerde sebzeler, ekili tarlalar kuruyup çatlamış. Gördüklerine inanamamış bilge, kralın o ihtişamlı sarayından sonra bütün bu yoksulluk ve sefalet karşısında çaresiz acıyla dolmuş yüreği. Bu kadar bereketli topraklar, herkese yetecek kadar bol sebze ve meyve nasıl olur da bu hale gelir deyip ahaliyle konuşmaya başlamış. 

Dinlediklerinden anlamış ki kral ve adamları halkın elinde ne var ne yok zorla alıyor, sarayda lüks ve eğlenceden başka bir şey düşünülmüyor. Kral kendini dünyanın tek hakimi ve merkezi ilan etmiş. Karşı geleni öldürüyor veya işkencelerle zindanlara attırıyor. 

“ Krallığım ve ben çok önemliyiz, bu hükümranlık sürecek ve benim istediğim gibi olursa ancak devamlılığı olur, her şeyin doğrusunu, iyisini, gerçeğini ben bilirim” der başka hiçbir sesi dinlemezmiş. 

Halk bakmış ki kralla baş edemiyor, çalışmaktan bezmiş, nasılsa elimizdekini krala vereceğiz deyip toprağı ekmekten, hayvanlara bakmaktan, kumaşlar dokumaktan vazgeçmiş. Umutsuzca evlerine kapanıp, korkuyla bekler olmuşlar. Bir de kısa yolda mal mülk sahibi olmak isteyen haramiler türemiş her yerde. Kralın adamlarında bir şey kurtarabilirlerse kalanı da onlar gelip alıp gidiyormuş. 

Hiçbir şeyin üretilmediği, herkesin konuşmaktan korkup, çalışmaktan bezdiği ülkede meydan kralın acımasız adamlarına ve haramilere kalmış. Toprak küsmüş, sular yataklarını değiştirip başka topraklara akar olmuş. Ağaçların dalları filizlenmekten vazgeçmiş ve kurumaya başlamış, gökyüzü puslanmış, tarlalar çatlamış, güneş bile kızgınlıkla parlar, yakıcı sıcağıyla ortalığı kavururmuş. Yağmurlar uzak diyarlara yağar, bulutlar bu sefalet ve kötülüğün hakim olduğu ülkenin üzerinden geçer gidermiş. 

Bilge konuşabildiği kadar çok insanla konuşup saraya dönmüş, bakmış ki kral gözlerini açmış, arkasına yaslanıp oturmuş. Etrafındakiler aşırı sevinç gösterileriyle krala dalkavukluk ediyor, kimisi yastığını düzeltiyor, kimisi yelpaze sallıyormuş. Kral bilgeyi görür görmez yanına çağırıp minnetini ifade etmiş. Ona “dile benden ne dilersen yaşlı adam” demiş, “bütün servetim sana feda, bundan sonra sarayda yaşayacak ve bakılacaksın.” 

“Olmaz” demiş bilge, “ önce benim anlatacaklarımı dinlemelisin” ve başlamış gördüklerini anlatmaya, sarayın dışında yaşanan acı ve sefaletin kralı hasta ettiğini, eğer buna bir çare bulmazsa tekrar hastalanacağını ve binlerce insanın acısının onu öldürebileceğini kesin bir dille tekrarlamış. Ondan hiçbir şey istemediğini, kendi köyüne döneceğini, eğer halkını mutlu ederse kralın hastalığının tamamen geçeceğini söylemiş. Hasta kral düşünüp taşınıp biraz da ölüm korkusundan bilgenin dediklerini yapmaya karar vermiş. Ancak mutlaka bilge için bir şey yapmak istiyor, onu hediyesiz göndermeye gönlü razı olmuyormuş. Bu yoksul görünümlü yaşlı adama borçlu kalmak istemediği için mutlaka onu ödüllendirmesi gerektiğine inanıyor, çok değerli bir hediye vermek için düşünüp duruyormuş. 

Birden aklına o daha çocukken dedesinin ona verdiği iki adet çok usta eller tarafından kesilmiş elmas parçası gelmiş, ancak bu elmaslar öyle sıradan elmaslar değilmiş, hafif oval tıpkı insan gözü şeklinde biçimlendirilmişler. Güneş ışıklarıyla gökkuşağının bütün renkleriyle yanıp söner, kilometrelerce öteden fark edilirmiş. Bu taşların bir özelliği daha varmış, her kim ki gönül gözü açık, ruhu rahat ve insanlık için iyilik düşünür, taşlar onun gözlerine ışık ve renk verir, o kişinin gözleri tıpkı bu elmaslar gibi parlar, insanlığa yol gösterirmiş. O gözler baktığı insanın ruhunu bütün çıplaklığıyla görürmüş. 

Bilge kralın ısrarlarına dayanamayıp taşları almış ve dağların yamacındaki evine, nehirlerin ninni söylediği, kuşların, böceklerin, ağaçların ve insanların uyum içinde yaşadığı topraklarına dönmüş. 

Aradan uzun yıllar geçmiş, bilge evlenmiş ve bir kızı olmuş, kızının doğumunda bilge o iki elmas parçasını kızının gözleri üzerine koymuş. İşte o günden sonra bilgenin soyundan gelen bütün kadınların gözleri iki elmas parçası gibi parlamış ve acı çeken insanların ruhlarını bütün çıplaklığıyla gördükleri için onlara yardım edip yol göztermiş, huzur bulmalarına yardımcı olmuşlar. 

Bütün bunları yazmamdaki sebep ben o elmas gözlü kızla tanıştım bundan birkaç gün önce, birbirimiz görür görmez ben hemen onun kim olduğunu anladım, o da benim onu tanıdığımı. O parlayan gözleriyle bana baktı ve genç yaşına rağmen asırlardır bedenden bedene, ruhtan ruha biriken ve onun ruhunda yeniden harmanlanan bilgenin sesiyle benimle konuştu. Ben ona en gizli sırlarımı açtım, sır olmaktan çıktı. Birbirimize sarıldık, evrenin sonsuz sevgisi vardı ikimizin yüreğinde de…. 

 
Toplam blog
: 40
: 423
Kayıt tarihi
: 14.04.11
 
 

Eğitimim, hayata dair hiç bir şey bilmediğimi anlamama yetecek kadar, Bilgi birikimim, bilgin..