Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Aralık '07

 
Kategori
Sosyoloji
 

Gözünü türban bürümüşler

İnsan yaşamında bazı korkular vardır bu korkular insan tarafından zihin yoğurması ve yorulması sonucunda gözleri bürür ve artık dünya o korkudan ibaret zannedilir. Bizim ülkemizde de maalesef bu tür korkularla yaşayan önemli bir kesin mevcuttur. Türban korkusu da bu tip korkulardandır, bazı insanlar için.

Bilim adamlığı vasfıyla konuşan insanlarda da siyaset adına konuşan insanlarda da aynı korku ve kaygı önemli bir taraf olma hali oluşturmuş ve objektifliği tamamen ortadan kaldırmıştır. İzlediğim ve dinlediğim, bu ülke için önem arz eden değerli bazı zatların bütün nesnelliğini kaybetmiş olması halidir ki asıl üzülmemiz gereken de budur. İnsanların ideolojik tutumlarıyla birlikte bilim anlayışlarına yön vermeleridir. Türbanın başı örtmesinden daha tehlikeli olan zannederim ki gözleri örtmesidir.

Bu ülkede kitapları üniversitelerde okutulan Sayın KONGAR’ın “Üniversiteler de türban serbest olursa kızlarımı üniversiteye göndermem.” Sözünden tutunda başka bir Profesörün “kurallarla yasakları karıştırmamak lazım” sözlerine kadar irdelenmesi gereken haksız ve son derece yanlı cümlelerinin masun ve inançlı, aynı zamanda fikirlere saygı duymuş kanunlara boyun eğmiş birçok vatandaşımızı son derece üzdüğünü de bilmeleri gerekir.

Şimdi Sayın KONGAR’a sormak istiyorum; tabi nesnel olan yanıyla cevaplaması adına. Memlekette türbandan değil de, türbancılardan korktuğunuzu ifade ediyorsunuz. Bu sığınmacı ve işi ortaya bırakan cümlenize bir soru yöneltmek istiyorum. Türbancılar var diye samimi türbanlılar yaşamasın mı? Bu, bir sürü tehlike ihtimali barındıran şehrimizin sokaklarına, tehlike ihtimaliyle çıkmamak korkusuyla aynı değil mi? Bir bilim adamının bu paranoyasını anlamak mümkün değildir.

Bir insanı kapanmaya zorlamakla açılmaya zorlamak arasında baskı açısında ne fark vardır ki; değerli bilim adamlarımız ‘açma’ baskısını demokratik, ‘kapatma’ baskısını anti demokratik bulmaktadırlar. Ayrıca insanların inanç özgürlüklerini engellemeyi ‘kural’ olarak ortaya koyan bir bilim adamının, kendi halinin ve inancının yasaklanmasını da bir ‘kural’ gibi görme durumunda olup olamayacağının empatisini iyi yapması gerekir.

Avrupa toplumlarında ya da gelişmiş diğer ülkelerde ki fikir serbestliklerini “Oralarda ki azınlıklar veya diğer dinlere mensup toplumlar, tehdit oluşturacak düzeyde olmadığı için hürriyetlerinin kısıtlanmasına gerek görülmemektedir.” şeklinde yorumlayanlara da sormak gerekir, bu demokrasi değişkenliği acaba bir zafiyet değil midir? Bir fikir, güçsüzken tehdit oluşturmuyor diyerek demokrasiyi savunmak; güçlü olduğunda ise ‘artık demokrasi ortadan kalkmıştır bir tehdit ihtimali vardır o zaman ben bu durumda demokrasiye inanmıyorum.’ demekte tabi. Uygulamada olan, hükmeden benim fikrimse demokrasi; başkası varsa monarşi ya da benim fikrin demokrat diğer bütün fikirler anti demokrat. Bu nasıl bir demokrasi anlayışı veya nasıl bilimsel bakıştır anlamıyorum. Bu durum tıpkı Aristo’nun ‘şarlatanlık’ dediği demokrasiyi çağrıştırıyor. Bu anlayış, orta çağda yaşayan düşünürlerin bile reddettiği bir anlayıştır. Bir örnekle hatırlatmak isterim.

İnsan hakları 17. yüzyılda İngiliz Filozof J.Locke’nin “Sivil Hükümet Üzerine İncelemeler –II” adlı eserinde ilk defa formüle edilmiştir. J. Locke’in ilk insan hakları maddesi şöyledir; “Bütün insanlar eşit yaratılmıştır. Ve onlara yaratıcı tarafından devredilemez birtakım haklar verilmiştir. Bunların başında yaşama hakkı, özgürlük ve mutluluğu aramak gelir”. İncelemenin bölümlerinde J. Locke “Devletin ilk ve en önemli görevi ise bu insan haklarını korumaktır. Çünkü devlet, insanların özgürlük ve mutluluğunun sağlanmasında bir araçtır. Kesinlikle kendi varlığı bir amaç olamaz. Bu hakları koruyamayan devlet meşru değildir.” der.

Ayrıca bazı bilim adamları araştırma ve istatistikleri de gözardı ederek olaylara bakmaktadırlar. Yapılan kamuoyu araştırmalarında toplumumuzun yaklaşık %90’ı baş örtüsü dahil inanç ve fikir farklılıklarımızın hoşgörü ortamında çözülmesinden yana oldukları görülmektedir. TESEV, LTD, İMV-SAM gibi birçok sivil toplum kuruluşunun yaptığı araştırmalar bu durumu gözler önüne sermektedir. Toplumun fertlerini ötekileştirerek bir yere varamayız. Kavga ve ayrıştırmalara zemin açmaktan başka bir işe yaramayan yorumların sahipleri, en azından bilim adamları olmamalı. “Ben bir bilim adamı olarak” diye başlayan cümlelerin ardından gelen cümlelerin de bilim objektifliğinde olması gerekir. Yıllardır siyasete alet edilen inanç unsurlarının yanlılığı, bilimsel alanda taban bulamamalıdır. İnandırıcılık bunu gerektirir. Aksi halde bilimde (sağcı bilim, solcu bilim) diye ikiye bölünmekten ve ötekileşmekten kurtulamaz. Üzerine gidilmeyen korkular kabusa dönüşürler. Demokrasimiz, bizden olmayan birine saygı duyarak erdem kazanabilir. Eğer fikirler birbirine saygılı ise farklılıklar bir zenginliktir. İnsanlar elbette inandıklarını görürler, fakat bilim adamları, kendini gerçekleştirmiş insanlar bir adım daha öteye giderek gördüğü bazı ayrılıkların inanç farklılığından kaynaklandığını da görürler. Onları diğerlerinden ayıran en önemli vasıflardan biride budur. Yek pareliğimizi ise teröre, yoksulluğa, ve dünyaya karşı gösterelim.

Milli Şairimiz Mehmet Akif’in dediği gibi “Toplu vurunca yürekler, top vursa devrilmezler.”

İsmail ÖZ

(Sosyolog-Yazar)

sosyologioz@hotmail.com

www.sosyologismailoz.com

 
Toplam blog
: 30
: 692
Kayıt tarihi
: 16.09.06
 
 

1974 yılında Bayburt'ta doğdum, sosyolog-yazar olarak çeşitli çalışmalar yapmaktayım...