- Kategori
- Anılar
Griye batırılmış hayat
Dün yine etrafın beyaza büründüğü, soğuk rüzgarın yüzüme çarpıp beni kendime getirdiği bir gündü. Kardan dolayı evde mahsur kaldığımız iki günün ardından havayla buluşturduğum bedenim nefes aldığını hissediyordu. Havayla olan yakınlığımızın yerini otobüs camlarına bırakmak istemediğimden olabildiğine yavaş ve küçük atıyordum adımlarımı. Bir süre durakta bekledim, insanları seyrettim.
Bir anda boyu belime gelen, esmer, temiz yüzlü bir çocuk belirdi yanımda.
Kulaklığımın olduğunu fark etmediğinden nefes almadan konuşmaya başladı.
Ağız hareketlerinden onu anlamayı denedim bir süre. Bu konuda günlük hayatta pek çok kez başarılı sayılabilmiş olmama rağmen hızına yetişemedim ve çareyi kulaklığımın birini çıkarmakta buldum. Çıkardığımı fark etmesine rağmen kendini tekrarlamadan soru soran gözlerle bakıyordu.
"Ne dediğini anlamadım" derken "tekrar eder misin?" demek istiyordum.
Anlamadı.
"Para istemeyeceğim, yemek alır mısın bana?" dedi.
Bu sorunun ardından geçen beş saniyede geçmişe gidip geldim.
Yakın bir zaman önce aynı soruyla karşıma gelen bir çocuğu kolundan tuttuğum gibi pastaneye götürdüğümü anımsadım.
Karşıma oturtmuştum. O hikayesini anlattı, ben sarılma isteğiyle doldum.
Bu konularda büyükşehire alışamama sorunsalı hala şiddetli biçimde kendini gösteriyor olacak ki 'acaba'yı aklıma bile getirmemiştim.
Ta ki çocuk yanımdan ayrılıp, 'Hep böyle kandırıyorlar. Hepsinde aynı hayat hikayesi adı bile sahte' deyip buruk olduğu kadar çarpık gülümsemesiyle yanımdan geçip giden adama kadar.
Afallamıştım.'Yok canım' dedim kendi kendime.
Bu kadar rahat, duraksamadan, her kenara kıstıracak soruma karşılık kıvrak cevaplar veremeyecek kadar küçük, çocuk o daha, diye geçirdim içimden.
Kendimi avuttuğum sözlerin çocuklara olan zaafımı kurşun gibi delip geçmesi çok değil üç dakika sonrasında, beş dakika önce yanımda oturup, hikayesiyle yüreğimi burkan o çocuğun başka bir arkadaşıyla konuşmasına şahit olmamla, gerçekleşti.
Beni fark etmemiş olacak ki "bugün de akşam yemeğini çıkardık, gidip bir yerlerden para bulup sigara alalım" deyip gülerken hiç eksiklenmedi.
O an kendime bir daha bu oyuna gelmeyeceğime dair söz vermiştim.
Beş saniyenin sonunda kocaman soru işaretli gözlere geri döndüğümü fark ettim.
Gözlerimi kaçırmamla silkelenip kendime gelmem bir oldu.
"Başkalarından istenmez böyle"diyemedim. Mahçup olur, gururu kırılır diye korktum.
"Evinde yesene yemeğini dışarıdaki yemekler temiz değildir" dedim en masum cümle buymuş gibi geldiği için.
'Yemek pişmiyor evde, annem babam çalışıyor ben harçlığımı çıkarıyorum' diye geveledi ağzında. Yalan söylüyordu.
Kızdım. Ona değil. Küçücük bir çocuğu yalanı bu denli kolay söyleyebilecek hale getirenlere.
Hem de ne kızmak.
Söyledikleri doğru değildi belki ama yaşadıkları kolay mıdır?' diye düşündüm.
Kolay olsa bu soğukta burada ne işi vardı ki?
Tüm bu cümleler kafamda dönüp dururken ona yemek alma fikri meşrulaşıyordu içimde.
Vicdanımla aklım arasında kalan elimi bir kez daha vicdanıma götürmüş, peşime onu takıp yola koyulmuştum ki birkaç adım sonrasında yanımdakine atılan, 'hadi iyisin' anlamına gelen,yamuk gülüşün sahibi dağınık saçlı çocuğu gördüm.
O an durdum. İyilik yapmadığımı anladım.
Ben duraksayınca o da durdu.
'Yemek almayacak mısın abla?' dedi.
Göz göze gelmeden 'yok alamayacağım, gitmem lazım' dedim.
Gözlerine bakarsam zaafıma yenilirdim, biliyordum.
Zaaf, kendimizi bir türlü eğitemediğimiz yönümüz değil midir zaten?
Ne yaşarsam yaşayayım çocuklara olan zaafım konusundaki eğitim hayatım her seferinde zaman aşımına uğruyordu sanki.
Eline çantamdan çıkardığım bisküviyi tutuşturup yeniden durağa doğru gitmek üzere arkamı dönüp yürüyordum ki az önce başkasının yanında gördüğüm çocuk arkamda kalan iri gözlüye sesleniyordu.
'Mehmet, gel gel. Buldum!' derken gözlerinin içi gülüyordu.
Çok geçmeden bulduğunun onlara yemek ısmarlayacak biri olduğunu fark ettim.
Otobüste düşünürken onların gözlerini böylesine güldürenin yemek olmadığını anladım.
Yalan söylemeyi becerebildiklerine, kandırabildiklerine seviniyorlardı çocuk akıllarıyla.
İçim acıdı.
Derin bir nefes alırken kendime 'günün birinde kalp atışlarını içimde hissedeceğim bir parçamı dünyaya getirdiğimde ona ilk olarak içindeki saflığı koruması gerektiğini öğreteceğim' diye söz verdim.
Zaaflarımın hayata göz kırptığı buruk bir gündü ve ben yaşadım...