Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

10 Kasım '17

 
Kategori
Anılar
 

Gülmece Ustası İzgü; "Mizah, Topsuz, Tüfeksiz Bir Silahtır. Vurdu mu Yıkar!"

Gülmece Ustası İzgü; "Mizah, Topsuz, Tüfeksiz Bir Silahtır. Vurdu mu Yıkar!"
 

Muzaffer İzgü'yü ilk tanıdığım zamanlardan.


Muzaffer İzgü’nün, Hala daha aramızdan ayrıldığını kabullenemem. O sapına kadar halk çocuğuydu. Halkın içinden gelmişti. Halkın diliyle konuşurdu. En eski arkadaşımdır Yazar Muzaffer İzgü.

Anılarımız çoktur onunla. Nicedir buluşamamıştık. İkimizde, aynı anda, Konaktaki  dolmuşlardaydık. Bir an duraksamadan istifade  ile İzgü bana sesleniyordu: “ 114 ncü kitabım oldu Cellek” diyerekten. Uğultudan, gerisini duyamadımdı. Övünmenin abartısı yoktu sesinde. Motor sesini bastırmak için öyle konuşmuştu.

Hey gidi İzgü hey! ‘Seni yazmak istiyorum ne zamandır’ dedim. Kıkır kıkır güldü. Adana ağzıyle  “Sen biling ağam” dedi. Bu İzgü, hiç değişmedi hayatta zaten.

Arkadaşlığımız Aydın’da, yerel bir gazetede başladı. Rakip ama, ayrı ayrı gazetelerde. Ciddi bir gazetecilik uğraşıları vardı Aydında. Köşe yazarları arasında ağız dalaşı olurdu. Herkes haddini bilirdi. Aşırılık yoktu. Sonra Gazeteler Cemiyetinde bir araya gelinerek buzlar eritilirdi. Bir nevi, okura karşı göstermelikti bu dalaşmalar. Günlerce de sürmezdi. Sonunda bir araya gelinir, gönül almalar olurdu. İzgü ile hiç atışmadık. Bir araya geldiğimizde, atışanları konuşurduk. Üsluplarındaki asaleti, balık ayıklar gibi kılçıklarından ayıklar ve işin özünü ortaya koyardık. Manevi kıymet biçerdik taraflara.

İkimiz de Demokrat İzmir Gazetesine yazı yazıyorduk. Köşelerimiz, 2 nci sayfanın alt yarısı idi. Bir o, bir ben yazardım. Ekmek 25 kuruştu. Yazı başına 10 lira alırdık. O zamanın Demokrat İzmir’i, şimdiki Milliyet gibi tesirli bir gazete idi. Sahibi, yaptığı çok sert muhalefetten dolayı, Yassıada’ya ifade vermeğe gitmişti. Gazetenin kapıları, pencereleri, dışardan hücuma uğrardı hep.

İzgü sonraları Akbaba’ya geçti. 50-60 tane yazdı, yolladı. Hiç biri basılmadı. İzgü telgraf çekti: ‘ Sizler yazımı basmadıkça, ben yollamağa devam edeceğim’ diye. Sonunda hepsi basıldı.

İzgü’nün mantıklı hicviyeleri de vardır konuşmaları arasında. Her konuşmasını makasla kes doğra, birer güldürü yazısı çıkar. Üslubu öyleydi. Halen de öyle. Konuşurken bile devrik cümle kullanırdı.

Derdi ki, memlekette şu kadar ilde, kazada, nahiyede şu kadar berber dükkanı var. Her berber, Akbaba’ya abone. Beni, berber müşterileri okuyor. Bu da bana yeter derdi. Ne hesap ama, di mi? Kimin aklına gelir! Ağzından hep bal damlardı. Ciddi bir gözlemciydi. Çalıştığı yerel gazetenin Ali Beyi onun için: ‘ Bizde meşhur oldu İzgü’ derdi. Bence, haksızlık ediyordu. Bunu sordum İzgü’ye o zaman.”Bu ne iş yahu” diyerek, “ Öyle diyorsa, öyledir, n’apalım” demişti.

İzgü, yolda rastladı bana. Alıp götürdü ötelere, “Atça’lı Kel Memedin”  yol kenarındaki sazlıklarına. Arabayı, yarısına kadar sazlıklara soktu. Çıkardı daktilosunu. Zaten, daktilodan başka nesne kullanmadı ömrünün sonuna kadar

Ben daktiloyu görünce güldüm. Adana ağzıyla: “Ne gülüyon lan?” dedi... “Daktiloyu, Cibali Karakolundan emanet mi aldın?”  dedim. O da gülmeğe başladı. Ve “ Get lan işine. Töbe töbe” demeğe başladıydı. Öyle bir daktiloydu ki, satırbaşı yapmak için makine, isteksizdi. Canı istediğinde satırbaşı yapıyordu.  Cibali Karakolunun polisi, bunu, taktığı ipi çekerek yapıyor, şaryoyu yerine getiriyordu. “Makineden iyi mi, bilecen,  bırak kendi haline,  o senden benden iyi satırbaşı yapmasını bilir” derdim. Farkına varılmazsa, satırlar üst üste yazılı çıkıyordu.

Yarım kalmış bir öykü vardı. Takılı kağıda, aynı yerden duraksamadan devam etti. Bir yandan da benimle konuşuyordu. Yeter ki, gürültü olmasın. Hoşlanmazdı gürültüden

Onun sinema makinistliği de var. Sırtında makine, kurar, yevmiye ile film seyrettirir. Film oynarken de, bir yandan yazısını yazar. Dışardan gürültü aniden çoğalırsa, bilir ki film kopmuştur, anlar o zaman. Kalkar filmi yapıştırır, delikten bakar oynuyor mu film diye, tekrar yazıya devam ederdi. Kendisi anlatmıştı bunu.

Önceleri bisikleti vardı. Sonra takma motor taktırdı ona. Sonra motosiklette karar kıldı. Sonra araba aldı. Fark imtihanı verip, ortaokul öğretmenliğine başlamıştı o sıra. ” Arabadan sonra?” dedim. Güldü: “Eşek alacağım. Lafımı dinler hiç olmazsa” demiş, güldürmüştü.

“ İnsan, kendisini yenilemeli” der İzgü. Babasına mektup yazıp, yeni Adana deyişlerinden isterdi. Bana da kitap okumam için liste vermişti. Çoğunu okuyamadım o kitapların. Her karşılaşmamda içim  titrerdi: “Okudun mu?” diye, ya sorarsa?!  Birbirimizden çekindiğimizden değil,  yazıya, sanatta,  saygıdan. Halbuki yaşlarımız tıpatıp aynıydı.

Felsefesi ayrıydı. İnsanlarla didişmezdi. “ Alay ederdi” Bana da öyle öğütlerdi hep. Bir gün, Gazeteciler Cemiyeti toplantı halindeyken, hepimizi yanına çağırdı, pencereden aşağı bakmamızı istedi. Aşağıda binanın terasında lokantanın ahçısı patates soyuyor. Ayak ayağı üzerine atmış, çorabını çıkarmış, aynı bıçakla da, topuğundaki nasırları yontuyor. Bir kısmı da, ayağının altındaki patates kazanına dökülüyor. Bunu İzgü yazdı. Lokanta mühürlendi, ahçıyı da kovaladılar.

İzgü’nün yapısı, okunmakla doyulamayan kalın bir kitap gibi. Bitti sandığınızda, yaprakları çoğalan, yeni sayfaları açılan bir kitap.

Ne günlerdi o günler. İkimiz de D. İzmir’e çağrıldık bir gün, ayrı ayrı.”Bizde çalışın.” Dediler. İzgü, kabul etmedi. Öğretmendi. Bense memurdum. Evi taşıdım İzmir’e. Zira, memuriyetimi, terfili olarak İzmir’e naklettirmiş gazete. ‘Ya gazetecilik, ya her ikisi birden’ dediler bana. Ben ilkini seçtim.

O gazeteden, hep İzmir Milletvekilleri yetişti. Bir okuldu orası. Attila İlhanı orada tanıdım. Birlikte çalıştım. İzgü’yü de, Remzi Kitapeviyle tanıştırdı A. İlhan. Ben sonra, gazete gazete dolaştım. Ne Hürriyeti kaldı, Milliyet’i, ne Güneş’i ne de Tercümanı. Ne Yeni Asır’ı, ne Ege Ekspresi. İzgü, hiç iltifat etmedi gazeteciliğe

İzgü’nün kişililiği,okumağa doyulamayan kalın bir kitap gibi. “Bitti”  sandığınızda, yaprakları çoğalan, yeni sayfaları açılan bir kitap.

Bir de şöyle seslendiğine şahit olmuştum:  “Çocuk okuru olmayanın, büyük okuru olmaz”  Bir gülmece ustamız olan İzgü’nün felsefesi olan dayanak noktaları  çarpıcıydı. Derdi ki: “ Karşıtlığın olduğu yerde, mutlaka mizah vardır. İnsan kime, ne için, niye güldüğünün ayırdına varmalıdır. Komiklik ayrı bir şey, mizah ise apayrı bir şeydir. Mizahı anlamak için  zeki olmak gerekir. Mizah, topsuz tüfeksiz bir silahtır. Vurdu mu, yıkar!”

İşte böyle böyle. ONU UNUTAMAYIZ. Nur içinde yatsın.

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, yazı

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, yazı

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, gülümsüyor, iç mekan

İZGÜ, KIZI  İLE BİRLİKTE

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, oturuyor

 Görüntünün olası içeriği: 1 kişi

TÜRKİYENİN EN MODERN VE KALİTELİ YAYIN ORGANI  "KONAK DERGİSİ " ORTA SAYFASINDA  İZGÜ İLE İLGİLİ YAZIM, 3 GÜN ÖNCE YAYINLANDI. ESASINDA ÜZÜNTÜMDEN KENDİM YAYINLAYAMAMIŞ, BU DERGİYE  BU YAZIMI, DAHA ÖNCEDEN  VERMİŞTİM. ŞİMDİ MECBUR OILDUM.. bÖYLELİKLE BEN DE YHAYINA VERMİŞ OLUYORUM.

Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, gülümseyen insanlar, şapka

İZMİR FUARINDA 3 YIL ÖNCEKİ ZİYARETİMDE ÇEKMİŞTİM BU RESMİ. İZGÜ KIZI İLE BİRLİKTE İMZA STANDINDA OTURUYORDU.

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, gülümsüyor, ayakta ve iç mekan

İZGÜ EVİNDE

Görüntünün olası içeriği: 12 kişi, oturan insanlar ve iç mekan

İZMİR KİTAP FUARINDA KÜÇÜKLERE KİTABINI İMZALARKEN. O KÜÇÜKLER, HEM MUZAFFER AMCASININ KİTAPLARI İLE BÜYÜDÜLER. ÖLDÜĞÜNDE, HER BİRİNN YÜREĞİNDEKİ ACI, SONSUZDU.

Görüntünün olası içeriği: 16 kişi, gülümseyen insanlar, ayakta duran insanlar

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, oturuyor ve iç mekan

İZGÜ, DAKTİLOSUNDAN HİÇ VAZ GEÇMEDİ.

 

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara