- Kategori
- Öykü
Gün kırışıkları
Gün yeni oluşmaya başlamıştı. Gökyüzü hafif aydınlanırken kızıl bir renk aldı. Çatı katındaki odasında Palmara uyanmak üzereydi.
Burasını seviyordu. Odasındaki şömineyi yakması gerekecekti. Ama henüz uyanmaya hazır değildi. Gözleri kapalı, uyku ile uyanıklık arasındaki o ince çizgideydi. Birazdan uyanıp, aşağıdan odun parçaları getirecekti. Ses çıkarıp büyükanneyi uyandırmak istemedi. O uyanınca üzülüyordu. Oysa buralarda sabah çok erken uyanılırdı. Kalkardı birazdan. Kendisi için böğürtlen reçelini koyardı kahvaltı masasına. Reçelin o mor kırmızı rengine bayılıyordu. Çok severdi böğürtleni çok... Hava serindi ama küçük veranda da kahvaltı etmek istiyordu canı. Evin geniş mutfağından çıkılırdı verandaya. Sonbahar yapraklarını dökse de hala korunuyordu veranda. Gözlerini açtı. Uyanmıştı artık.
Küçük penceresini açtı ve odaya temiz hava doldu. On dakika sonra elinde odun parçalarıyla odasına girdi. Sonbaharın serinliğinden nasibini alan odayı ısıtmak için şömineyi yaktı.
Babaannesi ile yaşıyordu köyde. Kasabadaki çikolata dükkanı babasınındı. Onların işleri olduğu için kendisi babaannesinin yanındaydı. Okulun açılmasına az kalmıştı. İki hafta sonra o da dönecekti. Buraları özleyecekti yaza kadar. Arada babası okuldan kalan günlerde getirirdi yine. Babaannesini gördü pencereden. Balkonda kahvaltı hazırlıyordu. Ekmek kokusu etrafı sardı. Sade çöreklerin arasında böğürtlen reçeli… Isınan odada şöminenin üzerinde duran kurumuş, kokulu ağaç parçaları çam kokusu yaymıştı etrafa. Çama benzer bir ağaçtı bu. Odalar güzel koksun diye kullanıldı hep.
Veranda da hafif üşüyerek kahvaltı ettiğinde Mitsva kapıyı çalıyordu. Mitsva sarışın ve hırslı bir erkekti. Palmara ile ormanın kenarındaki nehirde yürüyüş yaparlardı. Birlikte kitap okur, oyun oynarlardı . Hızla aşağıya indi. Kapıda dikilip duran Mitsva’yı çaya davet etti. Çayı buralarda yetişen bir bitkiden topluyorlardı. Kahve yeşil arası rengi insana sonbaharı anımsatıyorsa da, içenin rengi parlaklaşırdı.
Mitsva çay içerken omuzlarına dökülen saçları parlıyordu. Onu seyretmeye bayılıyordu Palmera. Bal rengi gözlerini kıstı. Mitsva’ya
“Suyun kenarında yemek için alalım çöreklerden.”
Dedi.
On dakika sonra suyun kenarında kitap okuyorlardı.
Palmara bal rengi gözlerini daldığı yerden kaldırdı. Çikolata dükkanına müşteri girmişti. Derin bir iç geçirdi. Müşterinin işaret parmağı hoş kokulu çikolata üzerinde gezindi. Tarçınlı Çikolata… Sarı ve beyaz karışımındaki saçları ışıkta parlıyordu. Müşteri ile göz göze geldiğinde bu koyu yeşil gözleri bir yerden tanıyor olacağını düşündü. Gülümsedi bu iri yarı orta yaşın başlarındaki adamın gözlerine. Söze müşteri başladı:
” Buranın sahibi Dakota ailesi mi ?” diye sordu.
“Evet."
“Çikolata dükkanının sahibi annem ve babamdı.”
” Birkaç sene arayla onları kaybettim birbirlerini çok severlerdi.”
“Ben de tam 15 yıldır işletiyorum burayı. Sihirli çikolatalar üretiyoruz.”
Gülümsedi müşteri.
“Palmara.”
Dedi.
“ Bu sensin.”
Palmara emin oldu şimdi. Sarı saçları parlayan adam “Mitsva”ydı. Gülümsedi şaşkınlıktan. Düşündüğü genç adamı, yıllar sonra aynı anda karşısında bulmuştu. Bu bir ters kaos muydu?
O da:
“Mitsva.”
Diye bağırdı.
Kimbilir, telepatik bir bağdı belki de. İnanamıyordu. Her ikisi de geçen yılları anlattılar. Ama önce birbirleriyle geçirdikleri zamandan başladılar. Dükkanın içinde çay ve çörek. Eskisi gibi. Farklı bir evrenden geliyorlardı sanki. Anılar evreni. Mitsva fizik profesörlüğünün ilk yıllarında iki kere boşanmış sıra dışı bir adamdı artık. Palmera, kışkırtıcı çikolatalar üreten boşanmak üzere bir kadın.
Gençlik çağındaki anılarımızı bir sır gibi saklarız kimi zaman. Tozlanmasın diye üzerine örttüğümüz şeffaf naylonu kaldırdığımız da hala o anıları çok sevdiğimizin farkına varırız. Şimdi iki insan bunların keyfine varıyordu. İkisi de küçük yerlerde yetişmiş buralardan büyük şeyler yaratmışlardı. Ertesi gün büyükannesinin köyüne gitmeye karar verdiler.