- Kategori
- Öykü
Meteor
Sonbaharın hakim olduğu bir akşamdı. Yağmurun şiddeti, arabanın gürültüsüne karışmış, ayrı bir ses yaratıyordu kadının kulağında. Kadın direksiyonda, elleri bir sileceklere uzanıyor, bir yanaklarına. Gözyaşları dışarıdaki gürültüyle paralel doğanın ritmi. Ne duyulacak ne de görülecek bir şey var onun için şu anda. İntihar etmek? Açılmak için kıvranan hediye paketi gibi… Hayattan kopmak uç bir durum geliyor ona. Belki sakin bir yerde bir noktaya bakmak daha iyi gelecek yorgun beynine.
Aşk… Aynaya baktığında avurtları çökmüş yüz ona hiç olmadığını söylüyordu.
Kadın bunları düşünerek ilerlerken, önüne çıkan yol yapım işaretini fark etmedi. Fark ettiğinde hızla frene bastı. Lastikler korkunç sesle bağırdı. Araba hızla taklalar atarak alana daldı. Yaşam geriye sarmaya başladı şimdi.
Aslı mimarların toplantısına her zaman katılmıyordu. Bu onu geliştirecek bir toplantıydı. Yurt dışından gelen konukları dinlemek için çalıştığı holding tarafından görevlendirilmişti. Holding de baş mimar yardımcısıydı. Yapılacak projelerde önemliydi bilgi dünyası. Kırmızı takım elbisesi içinde hoş bir görüntüsü vardı Aslı’nın. Siyah saçlarını bir tokayla arkaya tutturmuş, ucundaki lüleleri özgür bırakmıştı.
Toplantının olduğu salona doğru giderken diğer firmalardan arkadaşlarına rastladı. Şeyma, Arif ve Hilal okul arkadaşlarıydı. Şeyma bugün zarif görünüyordu, küf yeşili takımın içinde. Arif kırk yaşlarında yakışıklı bir adamdı. Hilal hafif kilolarını gizleyen siyah keten bir takım giymişti. Selamlaştıktan sonra hep birlikte salona doğru yürümeye başladılar.
Kongre salonu doluydu. Salona minyon sarışın bir adam girdi. Konuşma yapacağı yere doğru ilerledi. Herkes alkışladı, kulaklıklarını takarak dinlemeye hazırladı onu. Konuşmaya tüm dikkatini vermiş Aslı kapıda bir şeylerin karıştığının farkında değildi. Sivil polisler birilerinin içeriye girmesini istemiyordu. Kapıda bir kargaşa oluştu şimdi. Esmer tenli iki adam tartışıyordu polisle. İçeriye girmek istediler ve itişme başladı. İri yarı polis, iki eliyle adamı uzaklaştırmak için yakasına yapıştı. Adam zayıf ve çevik biriydi. Hızla kurtuldu polisin elinden ve öteki adamla uğraşırlarken aradaki boşluktan yararlanarak içeriye girdi. Arapça bir şeyler bağırdı salona. Herkes kafasını çevirdi sesin geldiği tarafa. İnsanların yüzlerinde şaşkınlık ve tedirginlik vardı. İki Arap protesto ediyordu konuşan mimarı.
Mimar John, İngilizce ;
“Get out”
Diye bağırdı.
Görevliler adamın üzerine çullanmışlardı bile. Şiddetli bir uğultu oldu, bağrışmalar birbirini izledi. Sonradan Fas’ta yapılan nükleer enerji santralini protesto ettiklerini öğrendiği iki kişiyi dehşetle izliyordu Aslı. Birden tepesinde bir ses duydu.
“Çok fazla korktunuz galiba.”
Kafasını çevirdiğinde oldukça esmer bir yüz ve simsiyah bir çift gözle karşılaştı.
“Çok korktunuz galiba. Bembeyaz oldunuz.”
“ Hakan ben.”
Aslı heyecandan ne söyleyeceğini bilemedi. Sadece;
”Aslı”
Diyebildi. Kulağında başını tamamen saran çınlamayla etraf siyahlaştı. Kendine geldiğinde sandalyelere onu uzatmışlardı. Çok halsizdi. Etrafını insanlar sardığı için boğuluyordu sanki.
Bir ses:
“Açılır mısınız?”
Dedi meraklı kalabalığa. Bayılmadan önce tanıştığı adamdı gelen. Aslı’ya kolonya getirmişti.
“Heyecan ve yorgunluktan sanırım.”
Hakan o sırada kalabalıkla ilgileniyordu. Dağıtmıştı kalabalığı. Aslı derin bir nefes aldı.
“Tanıştığıma memnun oldum.”
Hakan üzüntülü bir ifadeyle:
“Üzgünüm. İyi şartlar altında değil ama…”
“Adamlar enerji santralini protesto etti.”
“Haklılar. Şirket istediği buradayım.”
On dakika içerisinde kendini toparlamış olarak konuşmacıyı dinlemeye koyuldu. Yanına oturdu Hakan. Konuşmayı dinlerken arada konuşma fırsatı buldular onunla..
Yabancı bir şirkette mimardı. Yalnız yaşıyordu. Bir kızı vardı. Aslı özel hayatının bu noktalarında fazla durmadı. Onu şu an ilgilendirmediğini biliyordu. Aralardaki kahve molalarında, sıkıldıklarında sohbet ettiler. Sonra bir akşam yemeğinde görüşmek üzere ayrıldılar.
Aslı’nın birkaç saat sonra toplantıyla ilgili görüşlerini hazırlaması ve konuşması gerekiyordu. Şirkette patronlarla bir görüş alış verişiydi bu. O gün toplantılarla dolu yoğun bir gün oldu.
Aslı uyandığında, güneşli bir gün de:
“Merhaba.”
Dedi ona.
İşyeri yine hareketliydi. Yapılacak işlerin bütçe görüşmeleri… Toplantılar, toplantılar… Gün içinde ardarda devam eden kısır döngü, etrafında etten bir duvarla dönüp durdu. Süreklilik, yorgunluğun vurduğu yüzlerde, sert çizgiler bırakıyordu. Aslı, nevrozlarından gelen bir telefonla uyandı. Arayan Hakan’dı. Bu akşam yemekte buluşmalarını istiyordu. Aslı’yla saat sekizde buluşmak üzere sözleştiler. Heyecanı odasına bağlanan bir telefonla kesildi. Patronun sekreteri odasına istiyordu kendisini.
Saat yediyi gösterirken masasını topluyordu. Bir akşam yemeğinin hayali vardı aklında şimdi. Hakan on beş dakika içinde şirketin ilerisindeki benzin istasyonundan almıştı onu.
Yolda Aslı dudaklarına bakıyordu konuşurken. Düzgün cümlelerin ardında yalansız bir adam olduğunu sezgiledi. Yol boyunca iş ve arkadaşlıklardan konuştular. Lokantaya geldiklerinde acıkmanın verdiği sararma yüzlerine oturmuştu. Lokanta da Çigan müziği eşliğinde Macar ve Türk yemekleri armonisi vardı. Seçimlerini bir şişe beyaz şarapla süslediler. Ortaçağ esintili bir yerdi burası. Çamur çömleklerde yemek yediler, çamur testiden içtiler şaraplarını. Yemekten sonra Hakan’ın evine gittiler.
Sabah Aslı evden çıkarken yeşil tokasını saçlarına tutuşturdu. Hüzünlü bir gün bekliyordu kendisini. Özleyecekti dünü. Aynı anda çıkmadılar evden. Ayrılıkları sevmezdi. Sanki bir daha hiç görüşemeyeceklermiş gibi geliyordu o zaman. Taksiye atladı ve sessizce uzaklaştı evden. Taksi uzaklaşırken eve gözlerini dikti. Kaybolana kadar baktı.
Kafası karışık gün boyunca koşturdu durdu. O aramadan aramak istemiyordu. Kapının altından atılmış boşanma ilamı gibiydi Hakan aklında. Akşam üzeri çayını yudumladığında, telefonun çalmasını bekliyordu artık. Ama telefon çalmadı. Canı sıkkın evine gittiğinde, sayfasına gitti eli. Girmemişti dünden beri sayfaya. Resimlerine bakmaya başladı birer birer. Onu özlemişti. Odasına gitti. Uyumak istedi. Derin derin uyumak… Uyandığında her şeyi unutmuş olmak… Ama düşüncelerinin onu rahatsız edeceğini biliyordu. Uyumaya çalışmak en iyisiydi. Saat henüz onbirdi. Gözlerini kapadı. Değişik hayaletler geçti gözünün önünden. Şekiller uzadı, kıvrılarak kayboldu. Dalmıştı.
Saat kaç? Telefon sesiyle uyandı. Uykudan uyanmanın şaşkınlığı, yerini duyduğu sesin şaşkınlığına bıraktı. Hakan kapıda olduğunu söylüyordu. Koştu kapıya. Karşısındakine inanmayan gözlerle baktı. Sonra kucakladı onu.
“Nerelerdeydin?”
Diye sorabildi.
“Buradayım tabi ki!”
Aslı’nın çok fazla sitem edecek hali kalmamıştı. Işığı açtığında Hakan’ın gözlerine baktı. Hala kendini rüyada zannediyordu.
Uyandığında Hakan yoktu. Düş mü görmüştü? Sarılmıştı ona çok iyi hatırlıyordu. Başucunda bir kağıt parçası ilişti gözüne;
“Sevgilim ben gidiyorum. Erken gitmem lazım. Seni uyandırmak istemedim.”
Notu okuyunca düşte olmadığını anladı. Düş, olmayan zaman için yaratılan bir algı. Onun zamanı vardı. Zaman gerçeklik boyutundan öteye geçmemişti henüz.
Kahve içtiklerinin en acısıydı. Dilinde paslı bir tat… Burnunda küf kokusu… Yaşam biraz keyifsiz geldi bugün.
Mutlu olması mı gerekir miydi?
İç sesi iyi gitmeyeceğini söylüyordu bir şeylerin. Kendini çok yalnız hissetti.
Akşam Hakan’ı kendisi aradı.
Birbirlerine:
“Nasılsın?”
Dediler.
Başka söyleyecek kelimeleri yok gibiydi.
Buruk bir tonla;
“Görüşmek üzere…”
Hepsi bu.
Sonra her zamanki gibi toplantı.
Eve vardığında saat sekiz buçuğu gösteriyordu. Kendine kırmızı şarap hazırladı. Chopen nocturne’ yi dinlerken uzaktan çok uzaktan bir kadının tipili kış gecesinde, sırtında kalın peleriniyle ışıkları hüzünlü bir kasabaya girişini düşüyordu. Kasabanın ışıkları sessizliği bozuyordu. Sıcak evlerde aileyle beraber yenen yemekler düşledi. Sıcak çorbalarıyla sıcak bir evden kar yağışını seyreden çocukları… Mutluluk, düşün ötesi bir şeydi. Buralarda düşün ötesi şeylere tahammül yoktu. Aslı’nın yorgun bedeni daha fazla dayanamadı. Gitti yatağa uzandı.
Ertesi ve daha ertesi günler Hakan onu aramadı. Aradan geçen bir hafta süreyi iş dışında bir şey beklemeden geçirdi. Üzüntülü dakikalar onunla beraberdi. Kendini ayrışma noktasında hissediyordu. Ayrışma, ruhunu ortadan ikiye ayırıyordu.
O gün kendi kendine düşünmeyeceğine söz vermişti. Öğleden sonra, telefonu çaldı. Arayan Hakan’dı. Açıp açmamak arasında bir zaman duraksamasından sonra telefonu açtı.
“Nasılsın”
Dedi Hakan.
“İyi değilim”
Dedi Aslı.
“Seni özledim ben”
“Bende. Bir sorunum var. Önümüzdeki günlerde yurt dışına gideceğim, uzun bir süre de orada kalacağım”
“Firma Afrika projesine beni başkan yaptı. Bir yıl kadar ayrı kalacağız.”
Aslı’nın boğazında düğümlendi kelimeler.
“Neden? Neden? Yalnız kalacağım ben. Seninle olmak istiyorum.”
Diyebildi.
Başında müthiş bir uğultu... Yer ve gök aynı çizgide birleşti.
“İşlerini bırakabilir misin? Benimle gelsen de çalışamazsın. Kadro belli oldu.”
“Biliyorum. Kadro da olsa işimi bırakamam”
Dedi Aslı.
“Bu akşam buluşalım mı?”
“Aynı lokanta da”
Dedi Aslı.
O akşam buluşmak üzere anlaştılar.
Aslı bir duvarda gezindi. Duvar arasında son buldu yolculuğu. İki duvar arasına sıkıştı. Nefes almak için kafasını yukarıya kaldırması gerekmişti. Orada ışığı göremedi. Işık cılız… Aydınlatmadı dünyasını. Saatler geçmek bilmiyor, hep aynı üzüntüyü duyuyordu.
“Ayrılmak”
kafasında yaralı bir hücreydi. Ve kanıyordu.
Akşam buluşma anında titrek sesle konuşuyordu. Hakan onun saçlarını okşayarak teselli etmeye çalıştı.
“Bebeğim, ölüm yok ya ucunda! Haberleşeceğiz. Birbirimizi daha çok özleriz böylece.”
Dedi.
Aslı ağlamaya başladı. Hangi özlem? Özlemek çok ağır bir durumdu onun için. Yalnızlığa tahammül edemiyordu. Yalnız, hep yalnız…
Gözyaşları, ruhunu değil yüzünü yıkıyordu şu anda. Ardında tesellisiz bir ruh bırakıyordu Hakan. Lokantaya vardıklarında ikisi de suskundu. Çamur çömlekler de yemek yerken, Aslı bir önceki gelişindeki mutluluğu aradı.
Yüzü… Yüzü ihtiyarlamıştı. Yetmiş yaşında bir kadın oturuyordu masa da. Hakan korku dolu bir sesle:
“İyi misin?”
Diyebildi.
Cevap gelmedi. Gözler o anı görmedi. Derinlerde başka bir yerde hesap veriyordu. Hakan tekrarladı sorusunu. Cevap uzaktan geliyordu. Mutlu zamanlar vadisinden…
“Olmaya çalışıyorum.”
Dudaklarının arasında gülümseme dondu. Artık anların önemi doldurmaya çalıştıkları boşluktu. Yemek bittiğinde, şarap bedenlerin rahatsızlığı üstünde kumardı. Yaşam ve ölüm arasında bir noktada oyun oynuyordu zaman. Fark etmediler. Her ikisi de hüzünlü bir sarhoşlukla kol kola arabaya girdiler. Hakan yan tarafa geçti. Anahtarı Aslı’ya verirken gülümsedi.
“Boş ver artık. Dünya bizim işte.”
Der gibi.
Aslı düşünemedi. İçindeki loş karanlık, keyifli yüzünü gösterdi.
Arabayı çalıştırdı. Yaşam ileriye sardı. İkisi de sonsuz boşluk duygusunda gezindi. Cankurtaran sesini duyamadılar. Gözleriyle duyumsadılar olanları.