Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Haziran '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Günce konfetisini yağmuruna yetişemeyince

Günce konfetisini yağmuruna yetişemeyince
 

Aydınlık şehrimin mavileri


Nohutlu pilavım, hani tavuk suyuna yaptığım, hani üzerine de haşlanıp kızartılmış tavuk eti koyduğum… bu kez, derin mavilere uğurlanan bir annenin ardında kalan, anneanne ile toruna kısmet oldu. Oradan ayrıldığımda, içimde ince bir sızı, kendimi bir an önce Körfez mavilerimin yanına atmak istedim. Ve acelem varmış gibi hızla Per-pa’nın (Perşembe pazarı) kalabalığını geçip, şehrimin o güzel ara yollarına vurdum kendimi. Hani balkonlarından renk renk sardunyalar sarkan, hani köşelerinden yasemin kokuları saçılan evlerinin olduğu sokaklara… Şapkamı geçirdim başıma, bir an önce deniz kıyısına ulaşmak için yokuş aşağıya koşar gibi yürüyorum. Birden sağ ayağımda bir rahatlama hissettim, hafif topuklu ayakkabılarıma takıldı gözüm. Ne iyi etmiş de almıştım, “hem rahat hem sağlam çıktı” diye düşünmüştüm ki, ayakkabımın, parmaklarımı kavrayan atkısı çıkıverdi! Bileğindeki bağcık sağlam ama gel de yürü yürüyebilirsen. Dükkânının önünde oturan bir esnafa “ayakkabı tamircisi var mı” sordum, yakında yokmuş. Umudum, Mithatpaşa Caddesi’ne çıkınca, ucuz ayakkabı satan bir dükkân bulabilmek. Yok, taksiye atlayıp eve gitmek istemedim, ille de mavimle buluşmalıyım ve oradayken telefon açıp bir arkadaşıma, sohbet etmeliyim; sesine tutunmalıyım.

Az sonra çıktım caddeye, sola döndüm, parmaklarımın arasına sıkıştırıp çıkan atkıyı yürümeye çalışıyorum ki emin olun hiç kolay değil; ayak yukarı kalkıyor kalkmasına da inerken “lap lap” diye sesler duyuluyor. Az kaldı yalınayak yürüyecektim ki bir terlikçi gördüm ve uygun fiyata bir terlik alabildim. Terlikle de hızlı yürünmüyor ama olsun, keyfim yerine geldi, bir şarkı takıldı dilime, sessizce söylüyorum, kimse umurumda değil. Birden çantamda oğluşumun MP3 çaları olduğu geldi aklıma. Hemen taktım kulağıma, şapkamı biraz daha indirdim gözlerimin üzerine, bu sefer çıkan şarkılara eşlik ediyorum. Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’nı geçerken, ışıklardaki polis biraz garip garip baktı sanki bana ama neyseee, yürüdüm geçtim, deniz kıyısındayım.

Arkadaşıma telefonda olanları anlatırken pek eğlendim; az önceki halim gözümün önüne geldi de. Dalgaların sesi böldü sohbetimizi az sonra, ben onu pek rahat duyamadım. Ama sanırım o, deniz olmayan şehrinde, dalgaların sesini duymaktan memnundu. Geride bırakıp körfezi, evime doğru yol alırken, bir gün önce ufak bir tamirat için bıraktığım elbisemi almak için yolumun üzerindeki mağazaya uğradım. Yok, elbiseyi vallahi de billahi de, THK (TÜrk Hava Kurumu) İnönü buluşmasında giymek için almadım, üstelik rengi mavili de değildi.

Evime geldiğimde attım kendimi serin suların altına ki bu sıcakta istersen atma, yetmedi bir de balkonumu yıkadım yalınayak başıkabak; yok yok sadece yalınayaktım. Sonra… sonra oturup, bundan önceki yazımda söz verdiğim gibi önce arkadaşım TEKBAŞINA’nın şiirini okuyacağım, İnönü buluşmamızla ilgili yazılara göz atacağım, bir türlü okuyamadığım, şöyle ilk aklıma geliveren; Ahmet Baba’nın (Ahmet Balcı), Kevser arkadaşımın (Kevser Şekercioğlu Akın), Mustafa Tayfun’un ve yeni merhabalaştığımız Haluk (Seki) arkadaşımın yazılarından… iletime notu gelen onlarca günceden olabildiğince okuyacağım ki konfeti yağmuru gibi gelen güncelere yetişmek olası değil. Baktım işin içinden çıkamıyorum ben de hepsinden vazgeçtim, demlenmiş çay tadında bir günce yazayım dedim.

Şimdiii, güncemi “onyüzmilyonbin” kere okuduktan sonra yayına verdiğimde söz, hiç olmazsa içinde “mavi” olan şiiri okuyacağım.

İyi akşamlar olsun herkese, sevgiyle, maviyle.

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..