- Kategori
- Gezi - Tatil
Güneş Kapısı (Madrid-1)

Cybelles Meydanı
07.04.2011
Aylar önceden biletlerini alıp da hazırlandığımız İspanya gezimizin ikinci gününde Madrid'e gidiyoruz. İstanbul'dan Barcelona'ya Spanair'la yaptığımız -benim gibi uçak korkusu olan biri için bir saatlik türbülans sebebiyle stresli- yolculuğun ardından, ondan daha stresli bir uçuşla, yine Spanair'la Madrid'e iniyoruz. (Bu kez stresimin sebebi uçağın MD-83 olması.)
Madrid Havaalanı'ndan şehre metro var elbette, aynı zamanda "shuttle" denilen otobüsleri de tercih edebiliyorsunuz. Biz Metro'yla gidiyoruz ve Gran Via'da bulunan Hostel'imize yerleşiyoruz. Sakin, temiz, pek bir aktivitesi olmayan kendi halinde bir hostel burası. Adı Hostel Miralva. Çok fazla bir beklentiniz yoksa ve yolunuz Madrid'e düşerse siz de kalmak isteyebilirsiniz. Aslında bunlar işin girişi, hepsi 6 Nisan gecesi yaşanıyor.
Ertesi sabah Hostel'den çıkıp hemen Gran Via'nın sonundaki turizm bölümünden bir Madrid haritası alarak gezmeye başlıyoruz. İlk durağımız elbette Puerto del Sol. Eski Madrid'in merkez meydanı burası. Güneş kapısı anlamına geliyor. İnsanların hiç eksik olmadığı, yedi gün yirmi dört saat yaşayan bir meydan. Kimisi fotoğraf çekiyor, kimisi dondurma yiyor, kimisi ise meydana dizilmiş oturuyorar. Yarım daire şeklindeki meydanda yer alan ve tepesinde bir de saat kulesi olan büyük bina odak noktası. Bu bina Franco döneminde, Franco'nun işkence uyguladığı hücreleri içeriyormuş, dehşet verici şeylerin yaşandığı bir yer kısacası.
Puerto del Sol'de 2. Felippe'nin heykeli, Madrid'in simgesi haline gelmiş ayının heykeli ve artık meydanla özdeşleşmiş olan Tio Pepe isimli içkinin reklam panosu dikkat çekiyor. Bu meydanda Madrid'de bulunduğumuz süre içerisinde oldukça fazla vakit geçireceğiz, fakat şimdi çok oyalanmamak lazım. Dolayısıyla yola koyuluyoruz, ileride öğreneceğiz ki Madrid'de yollarımız hep Sol'e çıkacak.
Sol'den yola çıkıp öncelikle Dali ve Picasso'nun ilk mezun oldukları akademiyi seyrediyoruz. Duvarda imzaları ve resimleri-fotoğrafları var. Devam ettiğimizde ise karşımıza bir başka meydan çıkıyor. Cybelles Meydanı adı verilen bu meydan, adından da anladığınız gibi tam da "bizim" Kibele'nin meydanı, nitekim ortasında bir de heykeli var, bizim alışık olduğumuz Kibele'ye benzemiyor.
Kibele'yi arkamızda bırakıp şehrin eski giriş kapısı Puerto de Alcala'nın da bulunduğu Park Retiro'ya gidiyoruz. Bu park belli ki yaz aylarında Madrid'de yaşayanların ve sıcaktan bunalan turistlerin kurtuluş yeri... Ki Nisan ayında bile termometro 35 dereceyi gösteriyor, Türkiye'de bir türlü gelmek bilmeyen yazdan bıkmış olan biz ise şikayet etmiyoruz, ne sıcaklara alışığız, Madrid'in kuru sıcağı dokunmuyor bize.
Park Retiro'da aynı zamanda 2004 yılında Madrid'de gerçekleşen terör saldırılarında hayatını kaybedenlerin adına düzenlenmiş bir anı ormanı var. Heykeller, kimisi yelpaze, kimisi süs eşyası-takı satan satıcılar ve parkta bulunan büyük yapay gölde deniz bisikletine binip güneşlenen insanlar... Huzur verici bir havası var Retiro'nun. Tadını çıkararak dolaşıyoruz içeride ve farklı bir kapıdan çıkıyoruz bu kez.
İstikamet bir kez daha Sol... Bu kez Madrid'in ticari yollarının başlangıç noktası kabul edilen "0 km" noktasını görmek istiyoruz. Benim hayalimde, biraz da mozaik görünümlü, büyük bir simge canlanırken, karşımıza çıkan ancak küçücük bir kaldırım taşı oluyor. Taşın üzerinde İspanya haritası ve bulunduğumuz noktayla işaretlenmiş 0 km yazısı var. İnsanlar üstüne oturup fotoğraf çektiriyorlar, biz de geri kalmıyoruz bu durumdan...
Gün bitmek üzereyken Hostel'e geri dönüp biraz soluklanmayı tercih ediyoruz. Hava kararınca dışarı çıkıp sokaklarda, bu kez gitmediğimiz bir yöne doğru gitmeyi planlıyoruz. Gran Via'yı bulmak kolay nasılsa, haritaya çok da bakmadan yürürken karşımıza bir başka park çıkıyor. Bu parkta büyük bir heykel var. Cervantes bir Tanrı gibi oturmuş, karaktererini seyrediyor, değirmenlere karşı ilerleyen Don Kişot ve arkadaşlarını...
Bu parka bir de gündüz gelmeye karar versek de buna vakit bulamıyoruz ilerleyen günlerde. Gecenin sonunu bir grupla getiriyoruz, Grupo Ernest... İspanyolca şarkıların yanı sıra, Beatles gibi köklü grupların şarkılarını da söylüyorlar ve kısa zamanda oldukça kalabalık bir kitleyi toplamayı başarıyorlar. İnsanların hep beraber, ya da yalnız eğleniyor olması çok güzel bir görüntü çıkarıyor ortada. Üstelik ne demişlerdi bize? "İspanyollar gibi eğlenmeyi bileceksin..."