Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '09

 
Kategori
Sinema
 

Güz sancısı, tarihin acısı

Güz sancısı, tarihin acısı
 

Tarihsel belleği olmayan bir toplum oluşumuz nedeniyle, yakın tarihimize dair birçok önemli olayı hatırlamakta güçlük çekiyoruz. Yılmaz Karakoyunlu’nun kaleme getirdiği Güz Sancısı aynı isimle sinema filmi olarak 23 Ocak’ta vizyona girdi. Yakın tarihimizin en kara olaylarından biri olan 6-7 Eylül olayları, bir provokasyonun, siyasi yönlendirmenin bir çığ gibi büyüyerek bir felakete yol açtığının en önemli tarihsel gerçeklerinden biridir. İmparatorluk döneminden beri yan yana, kol kola yaşayıp giden bir kültür mozaiği, bu olaylar nedeniyle yara almıştır. Yüzyıllardır Ermenisi,Yahudisi, Rumu, Müslümanı toplumun ayrılmaz bir parçasıdır. Tamda bu noktadan hareketle Tomris Girilioğlu’nun vizöründen seyrettiğimiz Güz Sancısı düşünce olarak cesur ancak, işeniş açısından zayıf kalmıştır. 6-7 Eylül olaylarına neden gelindiğinin anlatılmaması filmi dıp dızlak havada bırakmış, bunun bir aşk filmi mi yoksa bir dönem filmi mi olması konusu sanırım yönetmeninde kafasını karıştırmış. Eğer bir dönem filmiyse bizim tarih sayfalarında hala yüzümüzü kızartan bu olay çok basite indirgenmiş, yada özellikle böyle işlenmiş. Eğer bir aşk filmiyse nerede o aşk? Elena rolündeki Beren Saat filmde oldukça eğreti kalırken, Belçim Erdoğan ise rolünün hakkını vermiş. Filmdeki karakterlere, iki senedir televizyonda izlediğimiz hatırla sevgili kadrosundan oldukça aşina olacaksınız, hatta karakol sahnesinde sizde benim gibi “ahhh bu hatırla sevgilideki hastane değil mi” diyeceksiniz.Bu nedenle yönetmenin kostüm, mekan ve cast konusunda zorlanmadığı apaçık. Ayrıca Behçet karakterinin arkadaşlarını işaretlediği listede Zeki Demirkubuz’un ismi de gözlerden kaçmıyor.

Güz Sancısı’nda , 6-7 Eylül gibi çok boyutlu bir gelişmeyi basite indirgeyen, yada anlatamayan yada özellikle böyle anlatmak isteyen bir durum söz konusu.

6-7 eylül olaylarını incelerken konunun esas olarak buraya nasıl geldiğini göstermek gerek. Bu olayların öncesinde asparagas bir bomba haberi mi halkı bunca şiddet eylemlerine götürmüştü yoksa ülkenin ekonomik durumu, siyasal gelişmeler, Kıbrıs ilişkilerine ve bunların halka yansıtılma yöntemleri mi? O döneme bir göz atmakta fayda var diye düşünüyorum;

2. Dünya Savaşının ardından ortaya çıkan yeni düzen yani iki kutuplu Soğuk Savaş dönemi Türk- Yunan ilişkilerini yakınlaştırırken, sömürgelerin self-determinasyona dayanarak bağımsızlıklarını ilan etmeleri bu ilişkileri yeniden geriyordu. O yıllarda Kıbrıs’lı Rumların Enosis fikirleri Makarios öncülüğünde gittikçe yükseliyordu. Halk tarafından onay gören bu birleşme fikri, Yunan parlamentosunda karara bağlansa da ,batı ittifakı içinde yer almayı ulusal bir çıkar haline getiren Yunanistan, İngiltere ve Türkiye ile ilişkilerini zorlaştırmak istemiyordu. Bu sebeple Yunanistan 1954’e kadar Kıbrıs sorununu İngiltere ile yapılacak ikili görüşmelerle çözme taraftarıydı. Öte yandan Türkiye’nin İkinci dünya savaşı öncesine kadar

Kıbrıs adasındaki Türk nüfusa karşı tutumu, kültürel ilişkilerle sınırlıyken savaş sonrası adada yükselen Enosis istekleri nedeniyle Kıbrıs önemli bir gündem maddesi olmaya başladı. Tıpkı Yunanistan’da olduğu gibi Türkiye’de İngiltere ve Yunanistan’la ilişkilerini bozmamak için konuya kontrollü yaklaştı. 1950-1955 arasında Türkiye NATO dışında bir yol haritası çizmedi. Ta ki 1955 yılında İngiltere’nin Türkiye’yi konuya taraf yapmasına kadar.

1954 yılında Kıbrıslı Rumların self determinasyon hakkına dayanarak bağımsızlık isteklerine karşı İngiltere’den gelen sert açıklama karşısında Rumlar konuyu BM’e taşıyarak Kıbrıs Sorununa uluslar arası bir nitelik kazandırdılar. Bu Kıbrıs sorununu derinleştirecek adımlardan biri oldu. BM genel kurulundan Rumların istediği sonuç çıkmayınca Makarios İngiliz yönetimini zorlamak amacıyla silahlanmaya başladı. Grivas’la temasa geçerek EOKA örgütü kuruldu ve ilk silahlı eylemlere geçildi. Şiddet eylemlerinin artmasıyla İngiliz hükümeti yeni bir strateji belirleyerek İngiltere- Türkiye ve Yunanistan’ın katılacağı bir konferans kararı aldı. Bu konferansa davet edilen Türkiye artık Kıbrıs sorununun tarafı ilan ediliyordu. Kıbrıs’ta şiddet olayları yükselirken, Türk kamuoyunda Kıbrıs sorununa dikkat çekilmeye başlanmıştı. Milli Türk Talebe Birliğinden bir grup “ Kıbrıs Türktür Derneği” ni kurarak taraftar toplamaya başladı. Gazete manşetleri her gün bu konuya dikkat çekiyordu. Adnan Menderes’in konuya ilişkin sert mesajlarının ardından 6 Eylül’de yazı işleri müdürlüğünü Gökşin Sipahioğlu’nun yaptığı İstanbul Ekspres gazetesinin ikinci baskısının manşetinde yer alan Selanik’te Atatürk’ün evine bomba konulduğu haberi üzerine Kıbrıs Türktür Derneği bir miting düzenledi ve miting sonrası yükselen provokasyonlar sonucu bir Rumlara yönelik yağma olayları meydana geldi.

6-7 Eylül 1955 olayları, Rumların büyük göç dalgalarıyla ülkeden ayrılmasına neden oldu. 7 Eylül sabahına kadar süren saldırılarda aralarında kilise ve havraların da bulunduğu 5.000'den fazla taşınmaz tahrip edildi ve milyonlarca dolarlık mal sokaklara saçılıp, yağmalandı. Kimi görüşlere göre planlı olarak yapılan bu olaylar ekonominin millileştirilmesi sürecinin bir halkasıydı. Ama olan, toplumda yıllardır bir arada yaşama kültürüne sahip masum halka oldu.

Her şeye rağmen filmin en can alıcı yeri ise

“Hayatta karar vermenin çok zor olduğu anlar vardır, bir adım atsan hayatın değişecek” repliği oluyor.

 
Toplam blog
: 44
: 1522
Kayıt tarihi
: 22.08.06
 
 

Hayat akıp giden upuzun bir ırmak, bu ırmakta bazen bir akıntıya koyveriyoruz kendimizi, nereye çarp..