Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Kasım '08

 
Kategori
Siyaset
 

Hala, karşınızdaki insanın tercihlerini yok sayarak barışı kurabileceğinize inanıyor musunuz?

Hala, karşınızdaki insanın tercihlerini yok sayarak barışı kurabileceğinize inanıyor musunuz?
 

Dürüstçe şu sorunun cevabını vermemiz gerekiyor, bir uzlaşmaya hazır mıyız?

Batı medyasında, Türkiye’deki siyasal gerginliğin yükseldiği dönemlerde sık kullanılan bir tabirdir; “Türk toplumu ikiye bölündü” diye. Bu kısmen doğru bir ifade. Ama batı medyasının belki es geçtiği belki de bilmediği bir şey vardır o da bu bölünmenin yeni olmadığı.

Cumhuriyetin kuruluş sürecinden bu yana bu toprakların bir itişmeye sahne olduğunu kimse inkâr edemez. Bu topraklar, bu halk, tarihin hiçbir yerinde ve hiçbir toplumunda olmadığı gibi, saf ve blok halinde bir tarafta yer almadı.

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, ülke yönetiminin belirlenmesi ve sistemin kurulması esnasında ciddi bir tepki ile karşılaştıklarını biliyoruz. Bu tepki imkân bulduğu her yerde kendisini dışa vurdu. Serbest Fırka kuruldu, önemli bir kitle oraya yoğunlaştı. İlk yirmi yıldan sonra, Demokrat Parti kuruldu %50’nin üzerinde bir oyla ikinci seçiminde iktidar oldu. 1960 darbesinin ardından Adalet Partisi geldi %60’lara varan oylarla iktidar günleri yaşadı. 1980 darbesinin ardından ANAP yine aynı toplum kesimlerinin temsilciliğini üstlendi. Velâkin süreç AKP’ye kadar uzandı. Yine %50’lere kadar varan bir toplumsal yoğunlaşma var. (Elbette bu rakamların tamamı muhafazakarlığa denk gelmiyor, örneğin AKP'nin son seçimde aldığın oyların tamamının bu kimliğe tekabül ettiğini söyleyemeyiz)

Öncelikle şu safsatalardan vazgeçmek gerekiyor. Bu ülke emperyalizm, dış odaklar vb güçler tarafından dini bir yapılaşmaya doğru evirilmiyor, toplum muhafazakârlaştırılmıyor. Bu toplum cumhuriyet kurulduğunda da muhafazakârdı, bu günde şekilsel bir modernleşme ile birlikte hala muhafazakâr. Yaşanan şey, olsa olsa, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal altyapısının gelişmesi neticesinde, bu muhafazakârlaşmanın daha fazla gün yüzüne çıkması, sokakta daha rastlanır hale gelmesidir. Cumhuriyet kurulduğunda %90’ı köyde yaşayan bu toplumun artık %75’i kentlerde yaşıyor ve bu topluluk ciddi bir girişimci orta sınıf yarattı. Bu nedenle de, Kemalistlerin “Yeşil sermaye” olarak tanımladığı, finans sektöründe Asya kaplanları olarak isimlendirilen, muhafazakâr karakterli bir sermaye sınıfı oluştu. Yani bir değişim varsa bu değişim dış etkilerden değil, kendi dinamiğimizden kaynaklanıyor. Ayrıca değişim olumsuz değil, nispi de olsa olumlu yönde. Çünkü cumhuriyetin başında Osmanlı toplumunun yani feodal bir yapının muhafazakar profiline sahip olan bu kitle, giderek, Cumhuriyet'in, modern bir toplumun muhafazakar profiline doğru bir geçiş yaptı. Yani cumhuriyetin modernleşmesi, isteselerde istemeselerde onları da değiştidi, yeniledi.

Cumhuriyetin kurucu gücü, muhafazakar kesimi bu tip dolaylı etkileme başarısı dışında da, belirli bir başarı kazandığını ve kendi arzuladığı toplumsal tabanı da belirli bir düzeyde geliştirdiğini söyleyebiliriz. Özellikle Osmanlı toplumunun ezilen kesimleri ile şehirli ve şehirleşmeye eğilimli kesimlerinden, eğitimli, cumhuriyete ve ilkelerine sıkı sıkıya bağlı bir topluluk yaratıldı. Ama ne yazık ki, bu kesim demokrasinin sınırları çerçevesi içinde, tek başına iktidarı elde edebilecek çoğunluk üretmekte zorlanıyor.

Artık şu durum ortaya çıktı ki, Türkiye Cumhuriyetinin, kabaca muhafazakârlar ve modernistler olarak tanımlanabilecek iki kesimi, birbirini ortadan kaldıramayacağını fark etmiş durumda ya da fark etmek zorunda. Bu nedenle ortaya uzlaşmaya, ortak yaşam kültürünü, birbirinden kuşku duymadan var olabilme kültürünü geliştirebilmek gerekiyor.

Elbette bu kültürü var edebilmek için önümüzde hala ciddi engeller var. En büyük engel muhafazakârların, son yıllarda elde ettiği kazanımlar karşısında, bir zamanlar modern toplum kesiminin düştüğü tuzağa düşüp, zor araçlarının kendi istedikleri tip bir toplum yaratabileceğine inanma olasılıkları. İkinci engel ise, modern toplum kesimlerinin bu gerileme, mevzi kaybetme sürecinde ciddi bir paranoyaya kapılarak ülke gerçeğinden, normal algılama süreçlerinden kopması.

Açıkçası her iki tehlikede fazlası ile uç veriyor. Ama ben ikinci engelin daha ciddi bir risk taşıdığını düşünüyorum. Çünkü muhafazakâr toplum kesiminin yarattığı orta sınıfında, modernleşebilen geleneksel orta sınıfla belirli bir noktada uzlaşabileceklerine inandıklarını düşünüyorum. Bu nedenle, basit örneği ile, devlet katında ne kadar türbanlı-türbansız ayrımı yaşasa da, toplumun günlük yaşamı içinde bu iki figür sorunsuzca karşı karşıya gelebiliyor.

Bu durumda bahsi geçen uzlaşma hali, tarihin ileri gidişi sürecinde ket vuran bir taviz değildir. Çünkü zaman dediğimiz şey tek yöne hareket eden bir boyut değildir. Ayrıca gerçekle uzlaşmak, asla taviz vermek değildir.

Avrupa ve devrimler tarihi, aynı zamanda peşinden gelen uzlaşma süreçlerinin tarihidir. Toplumlar içinde yaşadıkları çatışmaları, bir tarafın diğer tarafı ezmesi, yok etmesi ile aşmıyorlar. Çatışmaların geldiği bir noktada, daha ötesinin her iki kesim içinde anlamlı olmadığı bilinci ile, birbirlerinin varlığını kabul ettikleri, ortak yaşam kültürünü geliştirdikleri ve çatışmanın düzeyini de demokrasi içindeki siyasal süreçler olarak benimsedikleri bir uzlaşma yaşanıyor. Bu nedenle birçok ülkede olduğu gibi İngiltere'de de krallık var ve hala kral kilisenin başı ve bu nedenle tüm avrupa ülkelerinde muhafazakarlık veya hristiyanlık ismini kullanmaktan vazgeçmeyen partiler, siyasi hareketler mevcut.

Bu noktada elimizde iki malzeme var. İlki, bu güne kadar fazlası ile hor kullanılmış, gerçek değerine kavuşturulmamış dahi olsa, uzlaşmayı ciddi anlamda mümkün kılan bir araç, yani cumhuriyet düzeni. Ve yine, cumhuriyetin, zorlanarak, birer tabuya dönüştürülerek nitelikleri ciddi anlamda tahrip edilmiş olan ilkeleri ve (Kemalizm ilkeleri değil, cumhuriyetin ilkeleri) bu malzemeyi değerli kılan donatıları, yani demokrasi, hukuk ve laiklik. Elbette tüm bu malzemeleri, bir toplumsal kesim imal etme işlevinden, ortak yaşam kurma işlevine bükebildiğimiz ölçüde bu uzlaşma sürecine hizmet edecekler.

Elimizdeki diğer malzeme ise, 1945’li yıllardan beridir, zaman zaman askıya alınmış da olsa, en dar anlamları ile tanımlanmış da olsa demokrasi ile temas etmiş olan bir toplum. Bu toplum ki, ekonomik bazda da, belirli bir uzlaşma kültürel imkân verecek düzeye ulaşmış durumda. Dünyanın 17. büyük ekonomisine ve Avrupa’nın en büyük ordusuna sahip bir ülke.

Şu an Türkiye 80 yıl boyunca başaramadığı şeyin sınırında duruyor bence. Beklenen şey ise, karşınızdaki insanın tercihlerine saygı duyacağınız bakış açısı. Her koşulda o insanın ve onun siyasal temsilcilerinin de, en az sizin kadar bu ülkeyi sevdiğine inanmanız, fikirlerini doğru bulmasanız da, hatta ülke için zararlı olacağını düşünseniz de, onun halktan aldığı yetkiye saygı duymanız, bu uzlaşmanın varlığını belirleyecek olan bakış açısıdır.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..