- Kategori
- Deneme
Halim selim (sıradan bir insanın sıra dışı yaşamı - on beşinci bölüm)
Sıradan insanlar
Yanlarına siyasi şube komiseri gelince kendilerini toplayıp savcının söylediklerini söylediler. Komiser gülerek Halim’e “her şeyi anlatıyorsun değil mi?” diye sordu. Halim “tabi gomiserim sizin yanınızda annadmayı unudduğum şeyleri bile annadıyon” deyince; komiser “ne yani bizlere anlatmadığın ne vardı. Yoksa bize yalan mı söyledin?” dedi.
Halim korkmuştu “yok töbe öyle değil gomiserim. Mesela ninemin bene para verip goşmacı bazar ekme almıya gittimi. Mesela bi gün ninecimin ekme bi fazla aldırdını; oyusam yanımızdaki balcıyla öyle gavilleşmiş olduklanı, alıp geldim bazar ekmenin içine tereyanın üzerine bal döküp yedimizi, yemesinin çok güzel oldunu anladdıydım. Töbosun başka ayrı bişey yok” dedi. Komiser gülerek “bize anlatmayı unuttuğun başka bir şey yok değil mi?” dedi.
Halim heyecanlanmıştı. “Ne yalan söylüyem gomiserim bi şey daha var. Sizi de annadmayı çok isdedim, emme korkdum” dedi. Komiser birden ciddileşti. “Neymiş o bize anlatmayıp, atlattığın şey?” dedi. Halim “gomiserim valla gusuruma bakman. Ben esgerdeyken bi de onbaşı dövdüydüm. Emme orda valla gusur ondaydı. Benim elim ayağımla gafamla dalgı geçip duruyodu. Ben kaç kire ‘edme onbaşım, benlen dalga geçme onbaşım. Bene Allah yaradmış. Hiç insan goca Allahın yarattığıyla dalga mı geçe?’ dediysem de dinlidemedim, şöyle bir iki vurduydum. Onduda heç can yoğumuş. Atıldı giddiydi. Çavuşla, onbaşıla geldi bir olup beni dövüyolarıdı. Bene yüzbaşı gurtardıydı. Bene çadır hapsi verdi. Onbaşıyı da cezalandırdıydı. Bene ‘sen haklısın, emme burada üste el gakmaz; hele üst haksızıken heç galkmaz. Bi da böyle bişey görmeyen dediydi’ diye ayrıntılı anlatmış “Gomiserim bunu ben savcıya bile annatmadım, emme annadmayı düşünüyodum. Da doğrusu asceklese assınla, kesceklese kessinle deyip her bi şeyi annadmıya garar verdim” dedi.
Komiser gülümseyerek canı acıyarak dinliyordu. Polisler de durumu anlamıştı. Bu salak öyle solcu biri değildi. O sağcıyı niye öldürmüş bilmiyorlardı, ama bu salakdan öyle militan falan olmazdı. Basbayağı köylü kazın biriydi. Şimdi anlamışlardı savcıyı. Halim’e acıdığı için öyle davrandığını “bir şeyler alın,belki parası yoktur” diye cebinden niçin para verdiğini anlamışlardı.
Halim bilmiyordu. O adliyeye getirilirken ölenin ve yaralananların akraba ve arkadaşları adliyeyi basıp yeri göğü inletmiş, zor sakinleştirilmişlerdi. Polis önlem alarak onu arka kapıdan adliyeye sokmuştu. Komiser yanında iki polis daha getirmişti. Halim’e “aferin, bize anlatmadığın unuttuğun her bir şeyi savcıya mutlaka anlat” dedi. Polislere “dışarısı sakin, ama siz yine dikkatli olun. Tutuklanınca da yine arka kapıdan dikkatlice getirirsiniz” dedi.
Bu sırada Halim “başüstüne gomiserim söz her bi şeyi anladıcen” demişti. Yalnız bir şeye aklı ermemişti. Komiserin polislere “dışarısı sakin; ama siz yine dikkatli olun tutuklanınca arka kapıdan dikkatlice getirirsiniz” sözünden bir şey anlamamıştı. “O da neyimiş öyle gomiserim?” diyecekti; ama komiser çoktan uzaklaşmıştı. “Pulisle ne anlecek” diye onlara sormadı. Rüstem’in dediği gibi “herkes her şeyi bilmezdi de ondan” diye öyle düşünmüştü. “Yoğusam pulisleri güççük görmek onun ne haddineydi?”
Halim her konuştuğunda veya ona bir şey söylendiğinde, o mutlaka içinden bir şeyler geçirirdi. Ne yapalım huyu böyleydi. Onun elinden gelen bir şey yoktu.
Polisler de komiser gelip gittikten sonra Halim’e başka gözle bakıyordu. İçlerinden biri Halim’e “sen acıkmışsındır. Sana ne alalım? Savcı senin paran yoktur diye para verdi. Söyle ne alalım?” dedi. Halim “kim demiş param yok deye? Bende emmimin verdiği paranın dışında, dayımın al ilazım olur deye verdiği para bile var” dedi. Sonra “sağol bizim oğlan garnım tokudu; emme az önce savcıya ninecimin bazarda para verince goşmacı ıscacık bazar ekmeni hemi de bi fazla alıp geldimi; ninecimin yanımızdaki balcıya sözleşdini dediydim. Ben bunu önciden bilmeyodum” dedi. Ve devam etti. “O ıscacık bazar ekmenin içine ninecimin tereya ve üstüne bal goydunu, yemesinin çok güzel oldunu söleyince garnım yavıncıdı. Bene yarım ekmen içine bişeyle goyduruveseniz çok memnun olur, size dua ederin” dedi.
Gerçi şehadet getirmekten, bir de Fatihadan başka dua bilmiyordu. Ama ne yapsın ancak onları öğrenebilmişti. “Emme yürekden okunan yalınız Fatiha bile yeter de artadı bile”. Halim doğru, yanlış böyle düşünüyordu. “Çünküm fazlasına aklı ermeyodu”.
Halim bunları düşünürken az önce polise anlattığı şeylerden polislerin de karnı çok acıkmıştı. Bir polis gitti, hem Halim’e hem de kendilerine yarım ekmek döner yaptırdı. Birer şişe de ayran alıp geldi. Polis ona yarım ekmek dönerin birini yanında bir de ayran verdi. Halim orada yere çömeldiği yerde, polisler de ayakta ekmeklerini ayranla yiyip içip bitirdiler.
Bu sırada savcı, hakim ve katip kız da karınlarını doyurmak için gitmişti. ‘Kim bilir nereye gittiler?’ Halim’in şimdi bunları düşünecek vakti yoktu. O kafasında savcıya bundan sonra anlatacağı şeyleri derleyip, toparlamaya çalışıyordu. En son komiser de “aferin savcıya bize anlatmayı unuttuğun her bir şeyi anlat” demişti. Tam böyle olmasa da buna yakın bir şey söylemişti. Çok yorgun olduğu için belki eksik hatırlamıştı. Bunları düşünüyordu yorulmuştu.
Savcıya verdiği ifadeye “sonra devam edem” dedi yeniden asıl işine, yani büroya döndü. O çok erken geldiği için bunları düşünüp tam zamanında ara vermişti. Çünkü patronun gelme zamanıydı. “Yavuz beyin gelme zamanı geldi” diye düşünmüştü. İlk defa içinden “Yavuz bey” diyordu. “Patron” diye diye adamın adını unutmuştu. Dün gelen adama az daha “burada yavuz bay falan yok “diyecekti. Son anda patronu söylediğini hatırlamış ve o sırada patron gelerek, onun pot kırmasını önlemişti.
Patron gecikse bile derdi olup da patrona derdini dökmeye gelenler olurdu.
O bunları düşünürken patron geldi. Halim kendini toplayıp hemen ayağa kalktı. Patron “aferin bu gün bulmaca çözmüyorsun” deyip içeri girdi. Halim de arkasından içeri girdi. “Patron valla ben bulmacayı ha vakit geçsin deye gurceleyon. İsdemeyosanız hiç elimi sürmem” dedi. Patron “yok canım ara sıra çözersin. Ama kendini kapıp koyverme” dedi. İçinden de “ayı amma hassas, hemen alınmış. Salak iyi ki hiçbir şeyin farkında değil. Ah bundaki kalıp bende olacaktı. Neler neler yapmaz kimlere kafa dutmazdım. İyi ki farkında değil. Aman farkına varmasın, yoksa önüne geçilmez” diye düşündü. Bu sırada Halim, patron “yok canım ara sıra çözersin. Kendini kapıp goyverme” dediğinde “peki patron” deyip dışarı çıkarken, içinden “ucuz adladdık” diyordu.
Patrona bir sade kahve kendine de bir çay söyledi ve yerine cipciddi oturdu. Az sonra çaycı geldi. Ürkerek Halim’in çayını verdi. Kapıyı tıklayıp patronun kahvesini ve suyunu verdi ve geri geri dışarı çıktı. Halim’e korkuyla bakarak başıyla selam verip çıkıp gitti. Halim’de cipciddi yalnız başını sallamıştı. Çaycı Halim’e bir türlü alışamamıştı. Halim başını sallayınca çaycının aklına hayvanat parkında gördüğü aslan gelmişti. O aslan da kafese birileri yanaşınca kafasını Halim gibi sallayıp ters ters bakıyordu. Ocakta iki garson vardı. Onun adı Ali, öteki garsonun adı Cengiz’di.
Ali, ocakçıya kaç kere “patron ben o adamdan çok korkuyom ıssırıvecekmiş gibi geliyor. Cengiz gitsin” dediyse de laf anlatamamıştı. Ocakçı “oğlum o adam seni yiyimcek. Hem sen git de korkunu yen. Korkular ancak üstüne gidilirse yenilir” diye bir de ders vermişti. Belki ocakçı doğru söylüyordu. Ama Halim tıpkı bir ayı gibi aslan gibi bir şeydi. Ona duyulan korku kolay kolay geçeceğe benzemiyordu. Herkes onun alık cahil biri olduğunu bildiği halde ondan çok korkuyordu. Patron bile, patronu olduğu halde Halim’den çok ürküyordu. Herkesin tek tesellisi Halim bu durumunun farkında değildi. Gücünün gücünün ne kadar önemli olduğunu; başkasının elinde bu güç olsa veya o bu gücün farkına varsa nelerin değişeceğini bilmiyordu. Herkes buna şükrediyordu. O da böyle yaşayıp gidiyordu. O geçmiş yılları düşünürken arada bir dalınca silkinip cip ciddi oturma işini yapıyordu.
Az sonra dertliler sökün etmeye başlamıştı. Dertlinin biri girip biri çıkıyordu. Kimisi elini ovuşturarak mutlu kimi de süklüm püklüm çıkıyordu. Halim hiç konuşmadan bunları seyrediyor arada bir patron çağırıp “tamam mı o iş?” dediğinde “tamam patron” deyip yerine oturuyordu. Girip çıkanı takip etmekten başına ağrılar girmişti.
Mutlu çıkanları görünce “iyi, sağolsun patron bunun derdini halletti” diye geçiriyor; süklüm püklüm çıkanlara bakınca “bunlan derdi çok herhalde” diye düşünüyordu.
Bilmiyordu, o mutlu çıkanlar patrona senet verip faizinle para alanlardı. Süklüm püklüm çıkanlar ise borcunun günü geldiği halde borcunu ödeyemediği için yalvar yakar “şu parayı alın da azıcık daha gün verin” diyenlerdi. O yalvararak verdikleri para borçlarına sayılmadığı için öyle süklüm püklüm çıkıyorlardı. Hem zaten o mutlu olarak çıkanlar da bir süre sonra günü geldiğinde borçlarını ödeyemeyince; onlarda patronun yanına girip süklüm püklüm çıkıyorlardı. Halim o zaman da onlar için “arkıdeş bunlan da derdi bitmeyo. Patron bi dertleni halledince gülüm balım oluyolar. Çok geçmiden başka bir dertle çıkıp geliyolar. Patron bunca adamın derdiyle iyi başa çıkıyor” diye içinden geçirirdi.
Bu gün de aşağı yukarı aynı şeyleri düşünerek; gelip gidene girip çıkana bakıyordu, ama durumunu hiç bozmadan azıcık kaşlarını çatıp cip ciddi oturuyordu. Patronun düşündüğü gibi gelip geçeni korkutmak için kaşını falan çatmasına gerek yoktu. Onu gören, onunla göz göze gelen zaten sıtmaya tutulmuş gibi titriyordu. Ama o ne yapsın? Patron ona “orada cipciddi otururken daldırıp alık alık bakma; azıcık kaşlarını çat da gelen giden senden ürksün, sana saygı göstersinler” demişti.
Neyse o orada cipciddi oturup kaşlarını azıcık çatarak gelip geçene bakarken; içeri girenin kimisi mutlu, kimisi süklüm püklüm çıkarken vakit geçip akşam olmuştu. En son çıkan da çok çaresiz olarak Halim’e adeta “bana acı da oramı buramı çok kırma” der gibi bakıyordu.