Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

07 Ağustos '07

 
Kategori
Ankara
 

Hat

Hat
 

Eski bir Ankara evindeyiz. Şehrin en eski yerleşim yerlerinden İsmet Paşa mahallesinde eski bir evdeyiz. Ev eski ama harap değil aksine yıllara belki asırlara ayak diretmiş bakımlı bir ev. Bunun nedeni içinde yaşayan insanlar olsa gerek. İnsanlardan daha sonra söz edeceğiz, şimdi size evi anlatayım biraz. Mahallenin ara sokaklarından birinde bu ev. Daha dış bahçe duvarları kendini ben buradayım diye gösteriyor. Eski usul taş bir duvar. Araları harçla kapatılmış düzgün blok taşların üst üste konmasıyla örülmüş, Tahta iki kanatlı bir kapıdan içeri giriyorsunuz. Kapıda da yılların izini görmek mümkün...

Yer yer siyahlaşmış ve çatlamış ama hala ayakta. Kapı açılınca ayaklarınızın dibine yine düzgün döşenmiş taş bir yol seriliyor. Sanırsınız taş değil bir kilim üstüne basıyor ayaklarınız. Yolun sağı ve solu bu kilimin yeşil yolları. Bu yeşil yollar ara sıra etrafı küçük taşlarla çevrilmiş çiçek öbekleriyle bölünmüş. Taş yol eve kadar uzanıyor. Evin önünde yine taş döşeli bir bölüm dikkatinizi çekmeli. Bu kısımda sağ yanda iki kişilik bir salıncak, sehpa ve güneş şemsiyesi yer almış. Sehpanın üstünde tatlı bir şekilde şakıyan kuşu unutmak olmaz. Dört köşede, dört yaşlı ağaçla manzara tamamlanıyor. Ev iki katlı, biz alt kattayız. Bu katın giriş kapısı, yanındaki pencerelerle beraber bu şirin manzaraya açılıyor. Aniden kapı aralanıyor. Yaşlı ama dinç bir adam bizi içeri davet ediyor. Buyurun diyor. Buyuruyoruz. Bizi alt katın bahçeye bakan pencerelerinden birinin önüne götürüyor yaşlı adam. İşte o zaman bu evi ziyaretimizin farkına varıyoruz. Hat, alçak bir masa üzerinde bize yabancı ama ustasının gözü ile bir başka dünya kâğıt, kalem, hokka ve mürekkep bir ayin icra eden dervişler gibi dizilmişler. Sanki birazdan bir neyden nağmeler yükselecek. Sıra ile şeyhlerinin önünde arz-ı endam eyleyecekler. Bize oturacak birer köşe gösteriyor yaşlı adam, oturuyoruz. Masanın üstünü dikkatli bir şekilde toplayıp bir kenara koyuyor. Önüne temiz bir kâğıt çıkarıyor daha sonra.

Başlıyor anlatmaya; Bu bir sabır işidir diyor. Gönül işidir diye devam ediyor. Bir yandanda önüne daha önce yazıldığı belli olan Hattı koyuyor. Öğrenmek taklitle başlar diyor. Ustaları izleyerek kendi yolunu bulur insan diyor. İki ucu kapalı bir kamış çıkarıyor bir kutudan. Falçata ile tam ortalayarak iki santim içeri doğru kesiyor önce, daha sonra gövdeden de kesip o kısmı koparıyor. Gövdedeki kısmı uça doğru dolmakalem uçu gibi yontuyor. Yine göz kararı kalemin uçunu falçata ile soldan sağa belli bir eğim vererek kesip işini bitiriyor. Bu çok mühim diyor tüm işi bu kalem yapar. Hiç pürüzsüz olmalı, akıp gitmeli mürekkep ile. Bize özel mürekkebini gösteriyor. Mum isinden kendim yaptım diyor. İs ve zamk biraz su ile silinmez izler bırakır zamanın eline diyor adam. O zaman kâğıtta özeldir diyorum. Evet diyor adam ve başlıyor yazmaya. Hat mı yazıyor kâğıt üstünde yoksa ibadet mi ifa ediyor? Karıştırıyoruz, işte bitti diyor. Ne çabuk diyecek oluyorum. Çabuk mu diyor adam elli yıldır yazmaya çalışıyorum. Ancak hattın (h)’sın dayım hâla, sen buna çabuk mu diyorsun?

 
Toplam blog
: 405
: 914
Kayıt tarihi
: 19.04.07
 
 

Okumayı ve kendimce yazmayı severim. Samimi eleştirilere açık biriyimdir. ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara