Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ekim '12

 
Kategori
Siyaset
 

Hatay Mülteci Kampları ziyareti (Yayladağı)

Hatay Mülteci Kampları ziyareti (Yayladağı)
 

Kamp etrafındaki yırtıktan çekilmiş bir fotoğraf


Biraz tehlikeli ve keyifsiz bir karar gibi görünebilir.

Konuşulan onca hemşeriden, eşten dosttan anlaşılıyordu ki Hatay’a gidecek ancak çadırların yakınına dahi sokulamayacaktık. Bu durum, önemli bir maça ‘biletler tükendi’ diye duyurulduğu halde stadın çevresine gidip son dakika şansı kovalamak gibiydi.  Tüm olumsuz yorumlardan sonra konaklamayı planladığım Beytuturab Toprak Evin sahibini telefonla arayıp, bir de oradaki havayı ondan dinlemek istedim. İngilizce öğretmeni olan Mehmet Bey, harika bir fikirle yıllar öncesinden yapılan topraktan küçük evlerini, şirin odalar halinde, gelen turistlere açmıştı. Hatay’ın beldelerinden birinde, mahalle arasında bir evdi burası. Hemen bitişiğinde 11 kişilik bir ailenin yaşadığı, doğu insanımızın sahip olduğu o candan misafirperverlikle kendi evlerinde yaptıkları yöresel yemekleri bonkörce servis ettikleri bir yer Beytuturab. Mehmet Bey, mültecileri ziyaret için daha geçen hafta bir gazetecinin geldiğini, toprak evde 10 gün konaklayarak çadırlara ulaşmak için çalınmadık kapı bırakmadığını, ancak yine de başaramadan geri döndüğünü iletince, bir parça daha ümidimi yitirmiş ama yine de vazgeçmemiştim.

İlk yaklaşan hafta sonunda, Amerikalı bir arkadaşımla uçakla Hatay’a gittik. Toprak odamıza yerleştikten sonra, ilk günümüzde ev sahiplerinden, kampların olduğu Yayladağı ve Altınözü beldelerine nasıl gidileceğini öğrenmiş, dualarını da alarak yollara düşmüştük. Yayladağı minibüslerine biner binmez, içerideki yerlilerle sohbet etme gayretine girip, kamplar hakkında sorular sorduk. Hepsi pek bir memnuniyetsizdi. Bu sırada arkamızda oturan 10-12 yaşlarındaki çocuklar ‘abla biz her gün kamplara giriyoruz’ diye atıldılar. Çocuktan al haberi, hemen arkamı dönüp yanıma gelin bakalım dedim. Hepsi İstanbullu biriyle konuşuyor olmanın verdiği heyecanla gözleri ışıl ışıl, bize yardım etmek için sıraya girer haldelerdi. Meğer içlerinden birinin annesi kamptaki mülteci kadınlara el işleri öğretmek için görevlendirilmişti ve bu sayede de kadının ailesi de rahatça içeri girebiliyordu. Tam 1 senedir Suriyeli kadınlara el işleri kursu veren kadını bulup tanışmak şart olmuştu. 40 dakika süren sınır yolculuğu sonrasında, ‘siz hiç merak etmeyin ben her gün içeride cirit atıyorum, kapıdaki jandarmalar benim kankam’ diye bizi cesaretlendiren küçük çocuğun peşine takılmıştık. Burada göreceklerinden bir makale yazmaya hazırlanan Amerikalı arkadaşımın varlığı dışında her şey yolunda görünüyordu. Jandarmalar bana gülümsüyor ancak Amerikalı ’ya şüpheli gözlerle bakarak kafalarını sallıyorlardı, ‘Olmaz’!

Çocuk: ‘Neden ya annemin yanına gidicez, annemin arkadaşı bunlar bir şey deyip çıkacaklar’ diye verdiği onca sözü tutamamanın verdiği utanç ve mahcubiyetle şansını sonuna kadar zorlamaya çalışıyordu. Jandarmalar bizi yanına çağırarak, Amerikalı’ ya sert bir tavırla ‘Niye buradasın? Gazetecisin sen biliyoruz, giremezsin’ gibi sözler söylediler. Ben de bir yandan; ‘ hayır biz gazeteci filan değiliz’ diye açıklamalar yapıyordu,  ama işe yaramıyordu. Sonunda içeri giremeyeceğimizi anlıyor ve etraftan içeriyi görebileceğimiz bazı yerler aramaya koyuluyorduk. Çocuk gün boyu bize rehberlik ediyor, bu maceralı serüven adeta küçüğün küçük dünyasına bir renk katıyordu. Kampın etrafında birkaç tur atarken grup Suriyeli kampın dışına çıkıyor. Hemen fırsat bilip yanlarına gidiyoruz, samimi şekilde selamlaşılıyor. Gördükleri her yabancıya dertlerini anlatmak için sabırsızlanıyorlar. Hikâyeleri, her daim dillerinin ucunda hazır bulunuyor. Sadece dışarı akıtmak için birini bekliyorlar. Bizde doğru zamanda doğru yerdeyiz. Ancak Türkçe veya İngilizce bilmedikleri için beden dilleriyle ailelerinden birçoğunun öldüğünü acı ifadelerle anlatıyorlar.  Hep birlikte bir fotoğraf çekip, kamptaki mesaisi bitmiş olan Hataylı nakış hocamıza merhaba diyoruz. Tedirgin şekilde karşılıyor bizi ancak yol boyu yapılan samimi sohbetin ardından bizi evine kahve içmeye davet ediyor. Genel olarak halkın bu yanı başlarında hayatlarına bir anda ortak olmuş Suriyelilerden ve yarattıkları sorunlardan usandıklarını dile getiriyor. İlk başlarda halk olarak savaş mağdurlarına üzüldüklerini, onları göğüslediklerini ancak zaman içinde bu çadır sakinlerinin çarşıda pazarda yaptıkları taşkınlıklar, birtakım hırsızlık olaylarından sonra tahammüllerinin azaldığını söylüyor.  Hele ki bazıları varmış ki içlerinde, Hatay zaten bizimdi, tarihe bakarsanız, aslında siz bize kapılarınızı açmadınız, buraları zaten bizimdi diyorlarmış. Kursta yapılan el işlerini kaçırıp pazarda yabancılara büyük paralarla satanlar da olmuş. Böylesine yorucu bir günden sonra, gelmişken etrafa da bakınalım diye çevreyi turlamak üzere yürüyüşe çıkıyoruz. Gören her traktör bizi alıyor ve oradan oraya gidiyoruz. Doğanın güzelliğini seyrederek yaptığımız yürüyüş sırasında arkamızdan telaşla bir polis arabası geliyor ve sevimsiz bir heyecan içinde ‘kimlikleriniz’ diye soruyorlar. Cüzdanımdan kimliğimi çıkarırken gülümseyerek ‘hayırdır memur bey vatanımız bu hallere mi geldi, kendi topraklarımızda bile gezemeyecek miyiz? diye soruyorum. Bu sırada Amerikalı’ya sen neden geldin, pasaportunu ver diyorlar. Allahtan bu olacakları önceden tahmin etmiş ve çalıştığımız yerden yanımıza hizmet belgesi almıştık.

‘Arkadaş öğretmen, memur Bey buyurun bu da çalışma belgesi, ikametgah izin kağıdı da burada, biz sadece Hatay’ımıza Künefe yemeğe geldik, ama sizin için bu sorun ise İstanbul’a dönebiliriz’ diye iğneli cümleler kuruyorum. Memurlar bir anda gülümseyerek, olur mu öyle şey hoş geldiniz buyurun misafirimiz olun, kalacak yer bulamazsanız polis evimize buyurun diyorlar. Bu heyecanlı anları atlattıktan sonra artık konakladığımız yere bir an evvel dönmek istiyoruz.

 Ertesi gün Altınözü’nü ziyaret için gerekli motivasyonu tekrar toplamamız gerekiyor. Bizi sağ salim eve dönmüş gören ev sahipleri çok şükür diyerek yemeğimizi hazırlıyorlar. Akşam bahçede, evde kalanlardan, kendi başına gitar çalmasını öğrenmiş 12 yaşındaki bir kız çocuğundan şarkılar dinliyoruz. Sabah alınan muhteşem kahvaltıdan sonra başımızı beladan zor aldığımız Altınözü macerası başlıyor. (Hatay Mülteci Kampı Ziyareti – Altınözü yazısında)…

 
Toplam blog
: 33
: 2445
Kayıt tarihi
: 08.08.08
 
 

    ..