Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ekim '12

 
Kategori
Siyaset
 

Hatay Mülteci Kampı ziyareti – Altınözü

Hatay Mülteci Kampı ziyareti – Altınözü
 

Gizlice çektiğimiz kampın dış alanı


Yayladağı’ndaki çadır kent, daha bir şehre dâhil olmuş, biraz daha esnek bir yerdi. Etrafta gezinerek içeriye göz atmak mümkündü. Altınözü’ ne gitmek üzere minibüse bindiğimizde, gideceğimiz yerin nasıl bir yer olacağına dair ipuçlarına, minibüsteki havadan ulaşabilmiştim. Bu tasviri yaparken kabalaşmak istemem, insan ayırıyor gibi de görünmemek için seçmeye çalışacağım kelimeleri. Minibüste kendimizi tam bir yabancı gibi hissettik, Türkiye’de olmama rağmen, minibüsün yarısı Arapça konuşuyordu. Doğu’nun esmer insanının, daha karaya çalmış tenlerinde beliren sert ifadeli gözleriyle, ne yalan söyleyeyim ürkütücü bir atmosfer içinde yolculuk yaptık. Yerlilerin müsamahasına dayanarak, minibüs her istediği yerde rahatça durup, birini bekleyebiliyor, sebze halinden mal yüklemek için hepimizi bekletebiliyordu. Hatta yolun ortasında minibüsü durduran köylü teyze, ‘bekle az bekle eşeğim orda kaldı’ deyip, içeriye adeta eşek için yeterince yer var mı kontrolünü yapmak üzere göz atıyordu. Şaşkınlıkla ne olacağını beklerken, teyze eşeğini almak üzere minibüsten epeyce uzaklaşınca, bu kadar bekleyemeyiz deyip gaza basan şoför yüzünden bu duruma tanık olma şansımız olmuyordu.

Bu sırada Altınözü’ne geliş nedenimiz ise bir önceki yazımın sonunda, Yayladağı’ndan konakladığımız yere dönüş yolunda minibüste karşılaştığımız Suriyeli. Tam yanımızda oturuyordu. Bizimle irtibat kurmak istediği açıktı ve nihayet ilk adım ondan geldi ve selam verdi. Yol boyu elimizdeki telefonlardan sözlük yardımı alarak yarı beden dili ve yarım yamalak Arapça ile iletişim kuruyoruz. Meğer bu genç, Suriye ordusunda askermiş, hikâyesini anlatmak istiyor ama dil sorunu yüzünden aktaramıyordu. Sonra hem Türkçe hem Arapça bilen bir arkadaşının bize yardım edebileceğini ama bunun için Altınözü kampına, ertesi gün onu ziyarete gelmemizi söylüyordu. Ufak bir kâğıt parçasına kendi telefonunu yazıp verirken bizim telefonumuzu da aldı. Biz de hikâye ortaya çıkıyor macerasıyla ‘işte bu’ diyerek dönüş yapmıyoruz. Akşam kaldığımız yerdeki Hataylılardan ertesi gün sormak istediğimiz bazı soruların Arapçasını öğrenmek istiyoruz. Ev ahalisi biz konuşuyoruz ama yaz desen yazamayız deyince, ses kaydedici cihazımıza kaydediyoruz onların sesini.

İşte bu olanlardan sonra, Altınözü son durakta iniyoruz. Ama son durak kampa yakın değil elbette, oldukça şanslı olduğumuz bu gezide, önümüzde okul servisi duruveriyor. Hocam kampa mı diyor, evet evet diyorum. Eli yüzü düzgün göründüğümüz ve şehrin yabancısı olduğumuz çok net olduğu için, öğretmen sanıyor bizi. Ben de ne cesaret, onun başlattığı yalanı sürdürmekten çekinmiyorum. Servisin arkasında bir dolu öğrenci var, öne oturuyoruz. Adam kampta öğretmenlik yapıyorsunuz değil mi? Diye soruyor, evet deyiveriyorum. Çocuklarla konuşurken ederken kampa geliyoruz. Arabadan iner inmez burasının çok daha tedbirli bir kamp olduğunu anlıyoruz. Girişte eli tüfekli bir jandarma bulunuyordu. Öyle ki, arabadan iner inmez namluyu burnumuza doğrulatacak derece dış kapının dış mandalı gibi sırıtıyorduk. Oraya ait olmadığımız besbelliydi. Ve içgüdülerime dayanarak, kampın kapısının yakınından bile geçmememiz gerektiğini düşünüyor, karşıda bulunan eve misafir gidiyormuş gibi rol yapmayı planlıyorum. Yanımdaki arkadaşıma, bu hikâyeyi unut gitsin, bir şeyler yolunda gitmiyor, hissediyorum, gel vazgeç bu hevesten deyip, çantamda bulunan ağrı kesici ilacı elime alıp etrafta bulunan tek evin kapısını çalıyorum. Affedersiniz, ilaç içmem gerekiyor da bir su almam mümkün mü? diyorum. Adam; şüpheli gözlerle bizleri süzerek, kimsiniz, ne arıyorsunuz burada, gazeteci misiniz? diye soruyor hemen.

Hayır, amcacım, biz buraları gezmeye geldik, sanırım yanlış minibüse binmişiz burada bulduk kendimizi deyince, bizi bahçesinde ağırlıyor. Çaylarımız geliyor. Kampın tam karşısındaki bir evin sakinleriyle sohbet ederken, çaktırmadan fotoğraflar çekiyorum. Bu sırada bizle önceki gün sözleşen Suriye’li çıkıyor kamptan, sağa sola bakınıp bizi arıyor. Amerikalı arkadaşım ayaklanır gibi olunca, kaş gözle onu durduruyorum. Hem bu buluşmayı pek güvenli bulmadığımdan hem de ev sahibine çoktan kampla ilgimiz olmadığına dair bir ton açıklama yapmış olduğumuzdan. Neyse ki, bir sonraki minibüsle geri dönmeye hazırlanırken, minibüste Suriyeli bizi cep telefonumuzdan arıyor, tabi ki hiç bir şey anlamıyoruz. Arabadaki diğer yolculardan yardım istiyorum ve telefonu onlara uzatıyorum, konuşmaları çeviren kişi, hemen arabadan inmeniz gerekiyormuş diyor. Gülümseyerek hayır demesini söylüyorum. Bu şekilde tüm minibüsün gözü üzerimizde, dakikalarca telefonla iletişim kuruyoruz. Şimdi hislerime dayanarak sonlandırdığım bu görüşmenin en heyecanlı kısmı bekliyor bizi. Aniden içinde bulunduğumuz minibüs duruyor, yolun diğer tarafından gelen minibüste yanımızda duruyor. Bizim şoför inip, diğer minibüse geçmemizi söylüyor.

Hayır geri gitmeyeceğiz biz diyorum. Her nasılsa o Suriyeli genç, insanları araya koyarak bizi olduğumuz minibüsten indirip, geriye, kampa dönmemizi organize etmek istiyor. Giderek işkillenen ben, hemen oracıkta yine bir hikaye uyduruyorum. Ya şoför bey, biz Şelalelerin oraya gitmek isterken kendimizi burada bulduk, burada inip tekrar kaybolmak istemiyoruz, siz bizi son durakta bırakın diyerek, minibüsteki havayı az da olsa değiştiriyorum. Şelalelerin orası çok terste kaldı diye akıl vermeye başlıyor herkes ve bize nerede künefe yiyebileceğimizi söylüyorlar. Bu sırada tüm olanları gözlemleyen önümüzdeki ailenin bir ferdi, kucağından çocuk ve yanında 3 kadınla, kızgın, sert, vahşi ama aslında bir o kadar çaresiz ve muhtaç bakışlarla benle konuşmaya çalışıyor. Bizim gazeteci olduğumuza inanıyor ve hikayesini anlatmak istiyor. Amerika’ya gitmek için bir yol bulduklarını ve bu nedenle İstanbul’a doğru yola düştüklerini söylüyor. Ben şefkatli gözlerle üzüldüğümü belirten yüz ifadeleriyle gözünün içine bakıyorum adamın. Son durağa geldiğimizde Şelale için şu minibüse bineceksiniz diye peşimize düşen Hatay’lıları şüpheye düşürmemek için gitmek zorunda kalıyoruz. Soluk soluğa heyecan içinde geçen Altınözü kamp maceramızı, eğer isteseydik neler yaşayabileceğimizi de görerek sonlandırıyoruz...

 
Toplam blog
: 33
: 2445
Kayıt tarihi
: 08.08.08
 
 

    ..