- Kategori
- Deneme
Hay huyla geçen bir ömür

Yeni bir yıla başlamamıza birkaç gün kaldı.
Her yıl olduğu gibi bu yılda; 2008’in En’leri, Panoroma 2008 gibi programları; küçük evimin büyük koltuğunda, yorgun bedenimi dinlendirirken izliyor, bir yandan da; kendi EN’lerimi hatırlamaya çalışıyorum.
Ne çok kavga etmişiz. Ne çok ağlamışız milletce... Güldüğümüz, mutlu olduğumuz günleri aradım durdum; samanlıkta iğne arar gibi...
Günler ayları kovalamış, geçmek bilmiyor dediğim saatler öyle bir geçmiş ki; yeni bir yıl geldi bile. Sahi, biz bir yıl boyunca; ne kadar ve ne zaman mutlu olmuştuk?
Geçen yıl Taksim’de can güvenliği ya da şehitlerimizin acısı nedeniyle kutlamalar iptal edilmişti. Geçmişi arkamızda bırakıp umutla 2008’e girerken başladı aslında her şey. Saat 24.00’e yaklaşırken sıra ile ülkelere çevirilen kameralarda; yılın bizim için nasıl geçeceğinin sinyalleri alınmıştı. Meydanlarını pırıl pırıl aydınlatıp, birbirlerine sarılıp neşeyle eğlenen, mutlu bir yıl dileyen “gavurların!” yanısıra, benim ülkemde siyah bir tablo; bir kız onlarca erkeğin tacizine maruz kalmıştı Taksim’de, kültür şehri(!) İstanbul’da... Yüzünde kocaman bir acı, henüz yılın ilk saatleri, yüreğimde nefret ve tiksinti... Unutmaya çalıştık.
Soğuk günlerin ardından bahar geldi memleketime. Ağaçlar çiçek açtı, içim aydınlandı, başımı sevdiğimin omzuna koyup; ne güzel şeyler yaratmışsın tanrım deyip; denize, maviliklere bakıp, martılara simit atmaya hazırlanırken; bir bomba patladı Anafartalar’da. Ağıtlar, bağırışlar. Mayıs Ayı; yanık merhemleri satışı, umutların mezarı oldu... Sonuç: Çiçekler açmadan soldu. Unutmaya çalıştık.
Birlik ve beraberliğimizi pekiştiren Milli Bayramlarımız; gönülsüz katılımlar ile kutlamalar krize dönüştürüldü. Bayram bayramlığından çıktı... Unutmaya çalıştık.
Dini bayramları fırsat bilip, dinlenelim, gündemden uzaklaşıp, sakinleşelim, yüreğimizde insanlığımızı sorgulayalım, küssek barışalım, bayramı bayram gibi yaşayalım hevesleri; tam bir katliam, denizlerimizde bile kan. Trafikte yüzlerce ölü, iki-üç katı kadar yaralı... Unutmaya çalıştık.
Derin bir iç çekip, hayat devam ediyor, eller havaya diyorduk ki; şehit haberleri altyazı olarak geçiverdi. Analar yine bağırıyor, yine ağlıyor. Genç bedenler toprağa veriliyor. Kana kan deyip; intikam aldık, teselli bulduk. Unutmaya çalıştık.
Dinimize uygun yaşayalım, özellikle kız çocuklarımıza kuran kursu açalım, yeter ki uzlaşalım, kimseye benzemeyip “Ilımlı” olalım derken; küçük kızların başına göçen derme çatma bir bina yine yürekleri dağladı. Bu duruma; öpükle, kuranı kıyaslayan babaları; “şehit oldular” dedi. Henüz bebekleri ile oynayamadılar bile diyemedik. Unutmaya çalıştık.
Kum saatindeki son kum tanesi düşerken; nasıl başlarsa öyle biter dediğimiz yılın son günleri; yine kadına-kıza tacizler, tecavüzler ile bitiyor. Kırmızı donların benim ülkemde boğaları azdırmaktan başka bir işe yaramadığını, yaşanan krizler yüzünden donanamadığımızı da görüp, anlıyoruz. Unutmakta zorlanıyoruz artık.
2008’in EN’leri kalbimi sıkıştırdı. 2009 farklı olmayacaksa ne gerek var “rezalet” kutlamalara, gerçekleşmeyecek dileklere? Adam haklı mı ne? Yoksa onun zihniyeti yüzünden; hayallerimizi, umutlarımızı mı kaybediyoruz birer birer?
Bir ömür ki; sadece benim değil bir ülke dolusu insan için, böyle geçiyor. Hayallerimiz, umutlarımız olmayınca, sinirlenip birbirimize saldırıyoruz, barbarlaşıyoruz. İnsanlığımızı unutuyoruz.
Tüm bunlara rağmen; sadece öbür dünyası için yaşayanlar dahil, kimse ölmek, gitmek istemiyor cennete. Öyle ya da böyle bir şekilde yeryüzünde kalma çabasında. Kalsın ne ziyanı var, kalsın da; yılları, geçirdiğimiz yıllardan farklı geçiremeyeceksek, bir o kadar daha yaşasak ne olur, yaşamasak ne olur? Saman yığınının etrafında dönüp duran gibi...
Küçük bir evin, büyük bir koltuğunda oturmuş, “En’leri” bahane edip, geçen koca bir yılın muhasebesini yaparken; bu mudur yaşamak? Sorularıma cevap arıyorum. Umutlanmaya çalışıyorum.
Bir umut, bir ışık görüp bir kez olsun mutlu olmak istiyorum. Ama hep birlikte...
Ceplerinde görüntülü telefonlar taşırken; 1500-2000 yıl öncesi insanın inandıklarına inanıp, yaptıklarını yapıp şeytan taşlamak, delilerin kuyuya attığı taşları çıkarmak yerine; hayatımın daha bir yaşanılır olması için kafa patlatıyorum. Beni oyalayan şeytanı, taşları, delileri unutmak istiyorum.
Yedi yaşıma kadar olanları geçersem, diploma, iş bulma, evlenme çoluk çocuğa karışma, falan filan derken yaş, yolun yarısını çoktan geçti... Kalan diğer yarısı da; borç, harç, deprem, kriz, hastalıklarla boğuşurken anneannemin dediği gibi; hay huyla geçip gidiveriyor ömür.
Yeni yıllar benim için bir rakam artık, favori şarkım ise: Kendime Yeni bir Ben Lazım!
“Bu sene iyi geçmedi söylemem lazım
Kader beni seçmedi ama görmemem lazım
Belki birden bire yeniden başlamam gerek
Eskiden taptığımı bugün taşlamam gerek
Yeni bir aşk yeni bir iş
Yine gülecek bir neden lazım
Yeni bir haber yeni bir kader
Bunlar için bana şans lazım
Yeni bir duruş yeni dokunuş
Tek tek keşfetmem lazım
Yeni bir hayat gerisi bayat
Kendime yeni bir ben lazım
Günler güzel geçmedi unutmam lazım Asıp yüzümü kalmışım azcık kırıtmam lazım Hep içime atmışım anlatmam gerek Hepsini bir kazana atıp toptan kaynatmam gerek.”
Sertap’ım Erener’im hangi birini unutayım? En iyisi benim acilen alzheimer olmam gerek!