Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mart '15

 
Kategori
Öykü
 

Hayal kaptan

Hayal kaptan
 

Görece uzamış günlerin, aslında geçmezmiş gibi görünür olamasına çare olarak uyguladığı uzun yürüyüşlerden birisiydi. Epeydir arkasından yürüyerek gelen adamın seslenmesiyle kafasındaki akıp duran düşünce selinin sözcüklerinden sıyrıldı. Uzun zamandır fırsat buldukça günlük sıkıntıları bir yana bırakmak, boşluk doldurmak için yürüyüşe çıkıyordu. Her yürüyüşte, kafasının içinde bir düşün yürüyüşü de onunla birlikte.

- Uzun süredir duraklayıp kaldınız aynı yerde. Arkanızdaydım, yetiştim size. Bir aksilik yok ya, yoruldunuz mu?

- Yok, teşekkür ederim ilginize. Dalmışım...

Gözlerinde büyüyen merak vurgusuyla, başını sallıyarak uzaklaştı adam.

Kalem, kağıt üzerinde cızırdayarak kafasındaki düşünce selinin sözcüklerini döküyordu kağıda.

- Yaz bakalım beni, diye seslendi kaptan. Ama ben denizsiz, deniz bensiz olamaz; ilave etti, ha, bir de zeytin ağacı olmalı bir yerlerde, olmazsa olmaz. Kıçüstü brandasının altında uç masaya oturt beni. Bir zamanlar adalara yolcu ve yük taşıyan, şimdilerde balıkçı lokantasına çevrilmiş tekne olsun. Denizi görmeliyim tam açıklığına, bir yandan da sağ tarafta evlerin üzerinden yükseltinin eteklerine uzanan zeytinlikleri. Olmaz başka türlü, bulamam havamı.

Kaptan ya; eski de olsa başına beyaz bir şapka oturtmalı kokartında çıpa olan. Beyaz dalgalı saçlarının alnına düşen perçemlerini açıkta bırakarak hafif arkaya itilmiş olsun. Uzun kırçıllaşmış sakalları, içtiği sigaradan ortası sararmış beyaz bıyıkları, içine gelip denizin çöreklendiği uzak bakışlı mavi gözleri, düğmeleri yarıya kadar açılmış gömleğinden dışarı taşan aklaşmış gür göğüs kılları, kolları kıvrık yerinin açıkta bıraktığı sağ kolunun üzerinde şöyle bir görünen deniz kızı dövmesi, yaşını belli etmeyen ya da yaşı belli olmayan bir adam olmalı kaptan.

Güneş ufukta görünen bulutların eteklerini kızıla tutuşturarak batmaya yaklaşmış olsun. İleride durgun denizde yunuslar uzaktan dönermiş gibi görünen dalıp çıkma hareketleriyle, güneşi gri parıldayan sırtlarında yüklenmiş yüzüyor olmalılar.

- Manzara tamam da, eksik olan bir şey var.

- Ne; diye sordu kalem.

- Hani benim rakı, içinde buz olmasın, buzu yanındaki su bardağına doldur. Bozuyor rakının tadını buz. Bir de bardaklar ince camlı olmalı, sevmem kalın camlı bardaktan içmesini.

Kalem masayı donatmaya devam etti. Bir dilim kavun, bir dilim beyaz peynir, patlıcan biber kızartması domates soslu, cacık içinde acı biber olmalı, bol zeytinyağlı roka salatası, kekikli kalamata zeytin.

- Sonra gümüş tava isterim diye ekledi kaptan. Şimdi tam zamanı. Parmak gibi mübarekler şimdi. Söyle kavurmasınlar kızartırken, lastik gibi oluyorlar sonra. Bütün tadı kaçıyor diye ekledi.

Aslında pek konuşmazdı kaptan, şimdi de pek konuşuyor sayılmazdı ya , neyse... Alnında bir ağırbaşlılığın derinleştirdiği, ona bilgelik katan çizgilerle, geçen yılların oluşturduğu denizin ve tuzlu bir yaşamın kırışıklıkları bilinmezliğinde şekillenen yüzünün saygı uyandıran, görmüş geçirmiş kişilere özgü bir ifadesi vardı. Uzun senelerdir denizde, zamanı geldiğinde zeytinde irileşmiş küt, kalın parmaklı, nasırlı, üzerleri yaşlılık lekeleriyle kaplı erkeksi, ürkütücü iri elleri yeri geldiğinde vurmasını ama yeri geldiğinde görünüşüne inat sevmesini bilir incelikte olmalı.

- Ben içmeyecek miyim?

- İç, dedi kalem.

Uzattı elini, bardağı aldı. Kayboldu iri elinin içinde bardak. Dikti; güneş geldi bardağın içine düştü. Yarıladı, suya sarıldı. Bir ışık hüzmesi geldi suyun içindeki buzdan şöyle bir yansıyıp kızıla kırıldı. Bıraktı, elinin tersiyle ağzını sildi, yayıldı anasonun keskin kokusu. Kavunu çatalladı. Bıyıklarını düzeltti, bir sigara yaktı. Dumanını üfledi umarsız.

- Sen doktordun değil mi, diye sordu. Cevabını almadan devam etti.

- Bak doktor, bizim hayatımız denizlerde geçti. İnsanı sevmeyen denizi de sevemez. Kara gibi değildir deniz. Kara kalenderdir, istemez fazladan bir şey. Ya deniz: hakkı da var doğrusu, kendini beğenmiştir. İster devamlı, kaprislidir, nazlıdır, hırçındır, okşanmak ister. Almak ister devamlı. Ama suyuna gidersen, tanıyıp bilirsen huyunu suyunu verir de, iyi davranırsan ama. Sen istemezsen vermez ki. Yaşam gibidir,  dalgalı. Yaşam da ne istediğini, nasıl istenmesi gerektiğini bilene verir. En başta iyi olmak gerekir. Her ikisine karşı da. Kötülük yapan kötülük bulur. Deniz kalleştir der bilmeyenler. Aslında bunu diyen kendileri kalleştir ve onlar denize kalleşlik yapan acımasızlardır. Küstürdüler denizi. Yaşam da öyledir. Geçip geldiğin bir uzun, kimi zaman acılı, önünde ne kadarı kaldığını bilemeden bir sona doğru yürümeye devam ettiğin bir geri dönülmez yoldur. Kırıp döktüklerin, hataların, yanlışların, yalnızlıkların, sevdiklerini eleyen iri delikli bir elek gibidir. Çoğu deliklerinden süzülüp düşerler aşağıya yol uzakdıkça. Yol uzadıkça üstte kalanlarına bakarsın, şaşarsın ne kadar az kaldıklarına. Kalanlar  sevabı günahıyla senin olanlardır. Aslında büyük delikli bir kalburdur, bakarsın üstünde pek bir şey kalmamış.  Yalnızlıktır...

- Çok konuştum be doktor, biraz daha içeyim. Ha, bak ben kediyi çok severim. Nerede kedi? Kalem teknenin demirbaşı sarmanı pineklediği masa altından kaldırdı. Kedi geldi ön ayaklarını olduğunca ileri uzatıp, belini çukurlaştırıp tüylerini kabartarak yay gibi gerildi; esnedi dilini çıkararak. Geldi sıcak mırıltılarla kuyruğunu dikip sürtündü kaptanın bacaklarına, miyavladı hafiften. Kaptanın attığı gümüşü havada kaparak hızla bitişik masanın altına girdi. Arkasını dönüp kuyruğunu altına alarak başını bir sağa, bir sola çeviren çiğneme hareketleriyle balığı yuttu. Durumunu bozmadan yalnızca başını çevirerek ikincisini bekler bakışlarla baktı.

- Biliyor musun iyidir, hoştur da doymasını bilmez bu kediler.

Tuttu dönüp durmakta olan martılara iri ekmek parçaları ve bir iki balık attı denize. Martılar çığlık çığlığa denize pikeledi. Güneş batı ufkunu yangın yerine çevirerek battı. Durgun denizin üstünde anlık bir renk cümbüşü geçişmesi oldu, geldi akşam mavisinde durdu. Teknenin ışıkları yandı. Akşam esintisi çıktı, kıvırcıklandı denizin üstü, belli belirsiz. Tekne şöyle bir hafiften sallandı. Kalktı kaptan...

- Biliyorum, ben ölünce tekneyi satar bu çocuklar. Palata'nın ordaki zeytinliği de mütahite verirler. Canları sağ olsun. Biliyor musun değişiyor her şey, olup biteni anlamıyoruz biz. Hoş onlar da bizi anlamıyor ya... Dramalı Hasan'dan bir eski şarkı tutturdu kart sesiyle. " Bir esmerin hüsnünün oldum esiri" yalpaladı. Hadi bana eyvallah, sağlıcakla kal...

Kalemin cızırtısı kesildi. Tekne yoktu, kaptan da yoktu zaten.

Başı dönmüş onun için durmuştu yürüyüş yolunda. Yapraklanan ağaçların ilk yaz gölgeleri düşmüştü yola. İçi kabardı. Eve az kalmıştı. Tansiyonumu kontrol etmeliyim diye düşündü. Omuzunu silkeledi sonra, devam etti yürümeye...

 

  Akın YAZICI

18 Mart 2015/İzmit

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..