- Kategori
- Deneme
Hayat

BAŞUCU ŞARKILARI
Başucumda sakladığım şarkılar var... Kimseye söylemediğim, dilime dolamadığım, zamanı gelince kendi kuytusundan kendi kendine çıkan şarkılarım var...
Hikayelerim var... Kelimelerin tükendiği tüm seslerin sustuğu anda saklandıkları yerden çıkıveren, yalnızlığımı örtbas eden hikayelerim var....
Masal kahramanlarım var; hayallerimin içinde doğurup büyüttüğüm, yetiştirdiğim... Güldürdüğüm de oldu onları ağlattığım da. Hatta bazen süründürdüğüm de... Kimisini zamanı geldiğinde öldürdüğüm bazen de zaman aşımına uğrayıp eriyip giden kendi kendine kaybolan kahramanlarım var. Hayatın içinde, insanların arasına onlardan birinin kimliğinde çıktığım, onların kılığına büründüğüm masal kahramanlarım... Bazen neşeli, sevecen kırmızı başlıklı kız oluyorum mesela çocuk yanımı görüyor insanlar. Bazen yardımsever yedi cücelerden bir tanesi oluveriyorum. Bazen çok sıkışırsam hani Pinokyo’nun kılığına giriyorum. Yalan söylemek zorunda kaldığımda çıkartıyorum Pinokyo'luğumu ortaya.. Burnum uzayıveriyor hemen. Yani aslında pek beceremiyorum yalancılığı.. Hani öyle ki yatsıya kadar bile yanmıyor mumum. Sokaklara attığımda kendimi, çaresiz yürürken yağmur altında hele bir de rüzgar ürpertiyorsa tenimden çok yüreğimi kibritçi kız oluyorum. Bazen öyle bir uçama isteğiyle doluyor ki içim hani ne zaman uzaklara gitmek istesem Martı Jonathan oluyorum; ama onun kadar cesaretli olamıyorum nedense ve bir türlü tüm şiddetiyle çağırmasına rağmen uzaklar gözümün arkada kalma korkusunu ardımda bırakarak çekip gidemiyorum. Sürüden ayrılanı kurt kapar diye öğretilmiş ya bir kere... Oysa kırmızı başlıklı kız olduğum zamanlardan biliyorum kurttan kurtulmanın, onu kendi tuzağına düşürmenin yollarını. Yine de bir türlü Martı Jonathan kadar cesur davranamıyorum. Sadece, bir vapurun peşi sıra, pervazsızca uçan, çığlık çığlığa bir kıyıdan öbürüne sürüklenen, sıradan bir martı olabiliyorum. Bazen keloğlan gibi saflığı ve hoş sohbetiyle insanların arasında oluyorum bazen de Anka Kuşu misali Kaf Dağı'mın ardına kadar uzaklaşıyorum insanlardan. Bana vadedilmeyen gül bahçelerinde şakıyıp öten bir muhabbet kuşu oluyorum ya da aynı gül bahçelerinde dut yemiş bülbül...
Bir prenses oluyorum sonra. En değerlisi en özeli ben oluyorum insanların arasında. En güzeli, en ihtişamlısı... En özeli oluyorum. Tüm şarkılar benim için söyleniyor o zaman. Kulağıma fısıldanıyor bugüne kadar söylenmiş en güzel sevda sözleri. Ama çok sürmüyor bu mutluluk. Gece 12'yi vurmadan daha birden o külkedisi halime dönüveriyorum. Büyük bir korku ve şaşkınlıkla dönerken külkediliğime gerimde bırakıyorum pabuçlarımın birisini. Prens peşim sıra gelip beni bulsun, Prensesini karıştırmasın diye başkalarıyla. Ama prens daha fark etmeden gidişimi bir başkası sahipleniveriyor pabucumu ve uyduruyor ayağına onu. Prens yokluğumu hiç anlamıyor bu yüzden ve aramıyor beni. Prenses halimden geriye sadece hüzünlü bir şımarıklık kalıyor ve külkedisi olarak ben bu hüzünlü şımarıklığın sadece hüznünü taşıyabiliyorum gözlerimde. Şımarıklık pabucumla beraber kalıyor merdivenin üst basamağında ve kim giydiyse o pabuca şımarıklığı da o sahipleniyor.
İşte o zaman bir bir çalınmaya başlıyor başucumda sakladığım şarkılar. Kelimeler tükeniyor, sesler susuyor ve saklandığı yerden çıkıveriyor yalnızlığımı örtbas eden ama hüznümü gözlerimden asla çekip alamayan hikayeler...
Anlatacak hikayelerim ve anlaşacak dostlarım tükenmiyor, gözlerim karanlık istiyor ama yalnız geceler yoruyor, bu sular hiç durmuyor, gecenin ta üçü oluyor, yalnızlık ömür boyu sürüyor, aşka cesaret hiç olmuyor, deli bir sevda yükünü gemiler almıyor, gemiler yakılıp karşıdan bakılıyor, ellerim bomboş kalıyor, duvarlar maviye boyansa da dalgalar gelmeyeceksin diyor, sonsuz uçurumlardaki çiçeklere dokunulmuyor, burcu burcu kokan gonca güller sevip tutana kadar soluveriyor, hevesim olsa param, param olsa hevesim olmuyor, ne bir ses ne de haber gelmiyor, geceleri yalnızsan kim haklı fark etmiyor, daha az gülünüp daha çok susuluyor, annem hepsine sevdandır diyor ve işte hayat yine akıp gidiyor....