Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Mayıs '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Hayatın çemberi

Hayatın çemberi
 

Testimizi doldurmayı ihmal etmeyelim. ( Sabahattin Gencal)


Saat 09.00’da evden çıktım. 500 metre çaplı bir bozuk çember çizerek eve döndüm. 

Sola doğru çıkış yaptım. Maşallahları olan çiçekler, güller arasından geçtim. Kırmızı kırmızı, top top güller, güzel güller, binbir çağrışım yaptıran güller… Bir an duruyorum, düşünüyorum: Koku alma duyum kayboldu herhalde. Gençliğimde tek bir gül bile beni mest ederken, şimdi güller arasında da mahzunum. 

Hava da mahzun, hafif çiseli de… Aşağı doğru yöneldim. Adamızın (sitemizin) kamelyası da, kamelyanın çevresi de güzel. Hele kamelyanın yanındaki kör kuyu başka bir hava veriyor. Kör kuyu diyorum; çünkü aslında kuyu falan yok. Köylerdeki kuyulara benzetilen bir yapı var sadece. Kamelyada kimsecikler yok. Çevre de kamelya gibi. Kamelyadan İzmit Körfezini seyrediyorum. Körfez gemilerle, motorlarla, kayıklarla daha güzel. Uzaktan güzel görünen körfezimiz yakından da güzel olur inşallah. 

Elimdeki çöp torbalarını çöp bidonlarına atıyorum. Bir bidon geri dönüşüm için. Burada da durup düşünmek gerek. Bir zamanlar okullarda İzmit Kâğıt Fabrikası’nın (SEKA’nın) teşvikleriyle kâğıt toplama kampanyaları düzenlerdik. Şimdi SEKA yok; ama belediyeler, kağıt, cam, metal vb. maddelerin geri dönüşüme atılmasını organize etmiş durumda. Bu da övgüye değer bir çalışma. 

Burada, düşünmekte biraz daha derine dalıyorum. Acaba fikir kırıntılarının geri dönüşümü olur mu? Olur olur, bal gibi olur. Özellikle Bloglarda güzel olur bu. Yeter ki ilgililer bu işi kafaya koysunlar. 

Pazar Sokaktan aşağı doğru inerken arabalar görüyorum, minibüsler görüyorum. Gidip geliyorlar, hayatımız gidip gelme üzerinde. 

Kâzim Karabekir Bulvarına indim. Maşallah sağlı sollu ağaçlar var. Ortada da ağaçlar. Niye genel olarak yazıyorum. İsimleri dilimin ucunda; ama getiremiyorum. Fotoğraf çekip yazıya eklesem eminim ki okuyucuların gözleri doyardı. Ama kameramdaki fotoğraflar 400 KB’dan çok fazla oldukları için yayınlayamıyorum. Diğer yazılarımda yayınladığım fotoğrafları da internetten seçiyorum. Kendi fotoğraflarımı kullanamamak iyi olmuyor değil mi? Peki, kendi aklını kullanamayanlara ne buyrulur. Derler ya sözüm meclisten dışarı. Ben de ekliyorum: Sözüm size değil. İnanıyorum ki sizler en iyisini, en hayırlısını yapıyorsunuzdur, yapacaksınızdır. Aklımızı kullandığımız ölçüde çağdaşlaşacağımızı unutmuyoruz. 

Eczaneye giriyorum. Eşime bir ilâç alıyorum. Kanı sulandırma ilacının ismini yazmıyorum. Ne olur ne olmaz. Kanı incelten ilâç var. Acaba fikirleri incelten, üslubu incelten ilâçlar da var mıdır.? Vardır belki; ama ilâç almamakta direnenler var. Daha kötüsü, hasta olduğunu anlamayanlar var. 

Sağlık ocağının (Yeni ismi aile hekimliğinin) yanından doğuya doğru yürüyorum. Hacı Mecit Bulvarının başlangıcında dört bir yanında musluk olan, insan boyundan yüksekçe tarihi şekillerle işlemeli güzel bir çeşme yapılmış. Siz tarihi çeşmeleri göz önüne getirin; ben Yunus Emre’nin bir dörtlüğünü hatırladım. Yanlış yazmaktansa hiç yazmamak daha iyi diyorum. Mealen yazıyorum. Testini doldurmazsan, çeşmenin yanında kırk yıl da dursa testi kendiliğinden dolmaz. Yani testilerimizi doldurmaya çalışalım. 

Yokuş çıkmakta biraz zorlanıyorum. Karşı kaldırımdan aşağı doğru genç bir hanım iniyor. Tembolü bir iniş. Belli ki doktor tavsiyesini uyguluyor. Ben de arada bir dolaşıyorum; ama tembolü değil. Tempolu olsa yürürken böyle düşünebilir miydim? Belki de düşünürdüm yine. Askerlik anılarım aklıma gelirdi. Ama ben yazmazdım. Çünkü ihtiyar olmama rağmen geriye bakmayacağım. Genç rolü yapacağım. Rol yapmayı bana yakıştıramadınız değil mi? Oysa herkes rol kesiyor günümüzde. Büyük büyük büyük roller… 

Şimdi de sakallı bir ihtiyar iniyor aşağıya doğru. Bu da tipik bir adam. Ellerini arkaya bağlamış. Dikkatle bakıyorum. Elinde galiba tespih de var. Yorum yapmadan yürüyorum. 

Sağdaki çayırlıkta bir çocuk ve annesi var. Kır çiçekleri topluyorlar. Bu çocuğun aklından geçenleri merak etmeyen var mı? “Çocukların dünyasını tanıdığımız ölçüde dünyamızı düzeltebiliriz.”Nasıl? Vecize gibi bir cümle yazmış oldum. 

Büfeye uğradım. Ekmek aldım. Birkaç müşteri de var. Tabii, bütün gördüklerimi yazacak değilim. Eve yaklaştım. Evin önündeki ağaçlar bayağı güzelleşmişler. Komşunun çiçekleri de bizimkilerden güzel. Bir dalda hem kırmızı, hem beyaz, hem sarı güller var. Bizimkiler hep kırmızı. 

Alt komşunun balkonundaki asma yaprakları da taptaze. Yapraklar üzerinde düşünmeden bir çember çizdiğimin farkına vardım. Çember tam yuvarlak değil bel ki; ama 360 derece. Hayatın çemberinden geçtim desem. 

Bu çemberde sağlık ocağı da var, eczanede, arabalı olanlar da var, yayalar da. Çöp bidonları da var, çiçekler de… Çise de var, çeşme de; büfe de var, ev de… Bu çember ateş çemberi değil, bu çember yeşillerden örülen bir çember, , ,  

Böyle böyle düşünürken okullarda çocuklara öğrettiğimiz “feleğin çemberi” de aklıma geldi. Tüm dertleri tecrübe etmiş kişiler için kullandığımız bu deyimi niye kullanıyoruz ki. Hayat hep dert mi dolu. Hayatın yeşilleri var, gülleri de. “Hayatın çemberi” desek daha iyi olmaz mı? 

Hayırlı günler, iyi günler dileğiyle. 

 

Sabahattin Gencal, Başiskele – Kocaeli, 31. 05. 2011 

 

 
Toplam blog
: 181
: 635
Kayıt tarihi
: 29.03.11
 
 

1943'te Trabzonda doğdu. Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen okulunu bitirdikten sonra girdiği Bursa Eğ..