- Kategori
- Edebiyat
Hayatın hikayesi

Hikayeler... Hayatımızın üç beş sayfalık romanları. Yaşanan o anın romanları. Ama içinde televizyon, internet, cep telefonu olmayan hikayeler. Sanal olmayan gerçek hikayeler. Gerçek bizi anlatan cümleler.
Refik Halit'in, Sait Faik'in hikayeleridir bizim gerçek yaşantımız. Evinin penceresinden uzanıp haylaz oğlunu eve yemeğe çağıran Hayriye Teyze'yi hikaye kitaplarımızda da yaşatırız. İş çıkışında elinde filesi, evine doğru yavaş yavaş yürüyen Ahmet Efendi ile selamlaşırız. O bizi tanımasa bile selamımızı alır. Bizden korkmadan; cüzdanını yerinde mi diye kontrol etme ihtiyacı duymadan selamımızı alır. Sonra bir an durup Yenice Cigarasını yakar. Onunla birlikte Yenice Cigarası'nın dumanını içimize çekeriz. Okuldan dönen çocuklar koşarak, itişerek evlerine dönerler. Arnavut kaldırımı döşeli yollarda yürüyen bıçkın delikanlılar o hafta Fenerbahçe'nin bileğini nasıl büktüklerini anlatırlar Fenerbehçeli arkadaşlarına. Ama döner bıçakları çekilmeden gülüşürler. Salınarak giden Naciye'nin naylon çoraplı bacakları mahallenin namusu çerçevesinde süzülür. Sait Faik'in son kuşları gibi o hikayelerde artık yazılmaz oldu. Aslında yazılmaz oldu eksik kaldı. Artık o hikayeler yaşanmaz oldu. O masumluğu, o sıradanlığı nasıl yaşabilirz ki... Ceketimizi omzumuza atıp yollarda yürüyeyim desek ya bir kamyonun altında kalırız ya da ceketimizi alıp kaçarlar.
Özlediğim hikayelerin kağıt kokan sarı sayfaları değil sadece. Artık o hikayelerin kahramanı olamadığım için özlüyorum onları. Kalabalık ama birbirini tanımayan sokaklar, apartmanlar hangi hikayeye konu olabilir ki? Okula servisle giden çocukların bir hikayenin oyuncusu olamaz.
Ben hikayelerimi özlüyorum.