Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

19 Ekim '10

 
Kategori
Öykü
 

Hayatın ta kendisi

Hayatın ta kendisi
 

Selva89 & papatya650 ortak yapımı

1.Bölüm

Bitkin bir vaziyette bıraktı bedenini koltuğa Handan. Hırsından tir tir titriyordu. Dişlerini sıkmaktan diş etleri zonkluyordu. Tek kelime edememişti. İçini dökememişti. Oysa hakkında neler düşündüğünü haykırmak isterdi müdürünün yüzüne. Gözlerinin içine bakıp işe yaramaz bir adam olduğunu, hiçbir işten anlamadığını haykırmak sonra da istifa ediyorum, al işini çal başına diyerek terk etmek ofisi ama susmak zorundaydı işte ve susmuştu. Öfkeyle kalkıp zararla oturmak istememişti bu ciğeri beş para etmez adam yüzünden. Sessiz kalmak… İşte bu daha çok dokunuyordu. Haksızlığa hiç tahammül edemezdi çünkü. Az önce müdüründen işittiği cümleler geçiyordu gözlerinin önünden. Baştan aşağı fırçalamıştı adam Onu ve O bu suçlamaları dinlemek zorunda kalmıştı sessizce. Hak etmeyen bir adamın sırf arkası kuvvetli diye gelip oturduğu müdür koltuğuna güvenerek hava atmasını çaresizlik içinde dayanmıştı. Müdür egosu tatmin olunca susmuştu ve kapıyı göstererek görüşmenin bittiğini söylemişti bir de uyarıya benzer bir tehdit savurmuştu. İşine son verme tehdidiydi bu.

Göz pınarlarının dolduğunu hissediyordu Handan ama orada ağlayıp da bundan mutluluk duyacak insanları sevindirmek istemiyordu. Odasını üç arkadaşıyla paylaşıyordu. Müdürün çağırdıklarını bildikleri için Kendisinin allak bullak olmuş yüzüne bakıp ne olduğunu öğrenmek için can attıklarını biliyordu. Öğrenecekler ve sonra bir leşin üzerine üşüşen akbabalar gibi bunu ona karşı bir silah olarak kullanabileceklerdi. Belki zam almak belki de daha üst bir göreve gelebilmek için. Müdürün yanında duracak Onu acımadan yok edeceklerdi. Açık veremezdi. Öğrenmişti çünkü Handan yaklaşık bir buçuk yıllık çalışma hayatında. İnsanların kendi menfaatleri için hiç acımadan bazı kişilerin üzerine basarak hatta ezerek zirveye nasıl tırmandıklarını. Ne de olsa Onun pozisyonunda bulunmak isteyen pek çok kişi vardı bu ofiste. Sanki çok da matah bir şeydi şef olmak.

Gözyaşlarını yüreğine akıtırken yüzüne az öncekinden bambaşka bir maske takmayı başarmıştı. Kendisiyle gurur duyuyordu ustalaştığı bu durum karşısında. Göğsünün üzerine sıkı sıkı bastırdığı dosyaları masanın üzerine bıraktı. Arkadaşları üzerinde dolandırdı tek tek gözlerini. Hiçbir şey sormalarına olanak vermeden gülümsedi. Kalktı yerinden. Yalnız kalabileceği tek yer iş yerinin lavabosuydu. Kendini attı o dar kabine. Eğildi musluğu açtı önce. Hıçkırık seslerinin duyulmamasıydı o an için tek derdi. Ağladı, ağladı, ağladı. Ne kadar süre orada kalmıştı bilmiyordu. Kirli olup olmadığına aldırmadan ilişti klozetin kapağının üzerine. Neden her şey bu kadar üst üste gelmek zorunda diye düşündü. Dün gece yaşadıklarını hazmedememişti henüz. Bir de yaşadığı bu son durum tuzu biberi olmuştu işte. Nice sonra toparlanmaya çalıştı. Çıktı dışarıya. Gözyaşlarının dağıttığı maskarasının izleri yanaklarından aşağı süzülürken yol oluşturmuştu siyah siyah. Yüzünü yıkadı buz gibi suyla kendine gelene kadar. Gri gözlerinin akları kırmızı bir renge bürünmüştü. Dışarı çıkmadan önce bir süre beklemeye karar verdi Handan. Lavabonun dışarı bakan boyalı camı aralıktı. Önünde durdu ve dışarıya baktı. Ne hoştu dışarısı. Dışarıda özgürlük vardı ya da o an için böyle hissetmişti. Gününün çok büyük kısmı burada, yarı kapalı ceza evine benzettiği bu mekânda geçmiyor muydu? İşlerin yoğunluğu, çektiği stres, telefon sesleri, iş takipçilerinin gidiş gelişleri, gürültü kirliliği, yetiştirilmesi gereken evraklar, yazışmalar, raporlar, tablolar, katılması gereken toplantılar, insanları ikna etmek için çabalamak, bütün enerjisini alıp götürüyor, tüketiyordu gün boyunca Onu. Şikâyet etmek yerine şükrediyordu Allah’a hep. Öyle ya bu işi bulamayan binlerce işsiz insan vardı sokaklarda. İşini sevmese de, aldığı ücreti az bulsa da, müdürü azarlasa da bir işi vardı. Şanslıydı bu anlamda. Derin derin nefes aldı sanki kaybettiği enerjisinin yerine yenisini koymak üzere.

Hiçbir şey olmamış gibi odasına döndüğünde solan yüzünü biraz olsun renklendirebilmek için çekmecesindeki taba renkli rujunu çıkararak dudaklarını boyadı. Şimdi daha iyi görünüyordu. Yüzüne yine o sahte gülümsemesini yerleştirmişti. Bilgisayarına döndü yüzünü. Çalıştığı dosyayı kapattı. Bu saatten sonra kafasını toplayıp işe yoğunlaşabilmesi çok güçtü. Zaten mesai saatinin bitmesine yarım saat kadar ya vardı ya yoktu. Aslında canı hemen çıkıp gitmek istiyordu bu dört duvar arasından ama mümkün değildi tabii. Her girişte ve çıkışta kartını turnikeye okutmak zorunluluğu vardı. Bu dar ve küçük pencereli odada nefes alamadığını daha kuvvetli hissetti. Başına yerleşen korkunç ağrı yeni bir migren atağının habercisiydi. Ağrının artmaması için bir ilaç aldı hemen. Sonra da mesai bitimine kadar kafasını dağıtmak için internette gezinmeye başladı. Birkaç siteye girdi çıktı. Oralarda da hayat belirtisi yoktu. Mail kutusunu açtı. Okunmamış epeyce maili birikmişti. İşte yine o mesaj vardı ekranında. Mynet eksenimden gelen arkadaşlık teklifi. Ne kadar ret ettiyse o kadar ısrar ediyordu Poyraz nick isimli kişi. Ekranın üzerindeki oku ret yazılı yere getirdiyse de durdu bir süre ve kabulü tıkladı bu kez Handan. Önce resmi bir şekilde konuşmaya başladı karşısındaki beyle sonra rahatladı. Arkadaşının “çıkmıyor musun?” diyen sesi ile geldi kendine. Başıyla çıkacağım diye işaret ederek ekrandaki sanal arkadaşına “iyi akşamlar” dileyerek çıktı mail kutusundan.

Mesai saati bitmişti işte. Beklediği özgür olma saatleri gelmişti. Özgürdü yarın sabaha kadar. İyi de şimdi ne yapacaktı? Dün gece yaşananlardan sonra eve de gitmek gelmiyordu içinden. Hiç beklemediği bir anda öğrenmişti anne babası sandığı bu insanların gerçekte sandığı kişiler olmadığını.

“Artık gerçeği bilmenin zamanı geldi diye düşündük.” diyerek başlamıştı söze Züleyha. Eşinin de yardımıyla onu daha bebekken bir yetimhaneden aldıklarını zorlanarak açıklamışlardı. İkisi de tedirgindi. Handan’ın gerçeği öğrenince davranışının ne olacağını kestiremiyorlardı. Gerçi kendileri yetiştirmişlerdi bu kızı, öz evlatları gibi bağırlarına basmış, çok sevmişlerdi ama yine de damarlarında aynı kan dolaşmıyordu işte.

“Ya çekip giderse Yusuf, o zaman ne yaparız?” demişti söyleme kararını aldıklarında Züleyha nemli gözlerle kocasına bakarak.

“Züleyha’m, yavru ceylanım… Handan küçük bir çocuk değil artık. Yetişkin bir genç kız oldu. Bir süre sonra kısmetleri çıkacaktır. O zaman da evlenip gitmeyecek mi zaten?”

“Ama o farklı bir durum.”

“Söylemek zorundayız yavru ceylanım daha fazla erteleyemeyiz. Handan’ın da bu gerçeği bilmeye hakkı var.”

İstemeye istemeye başıyla onaylamıştı Züleyha kocasının cümlesini.

Bir anda allak bullak olmuştu Handan’ın küçük dünyası. Anne babası yoktu gerçekte. Bir evi bile yoktu başını sokacak. On sekiz yaşını çoktan bitirmişti. Hala yetimhanede olsaydı on sekizini bitirdiği gün kapı önüne koyulacağı fikri aklına gelince sarsılarak ürperdi.

“Demek biraz daha büyümemi beklediler gerçeği söylemek için.” diye düşündü.

Gün boyunca aklından çıkarmaya özen göstererek işine odaklanmaya çalıştığı bu düşüncelerle baş başaydı şimdi. Yol boyunca yürümekten yorulduğu için kaldırıma belirli aralıklarla yerleştirilen banklardan birine oturdu. Bir süre boşluğa bakar gibi ifadesiz gözlerle Boğaz’dan gelip geçen gemileri seyretti. Ne yapsa olmuyordu. Zihninin içinde elini kolunu sallayarak gezen düşünceleri bir türlü bırakmıyordu yakasını.

“Evden git artık diyemeyeceklerine göre gerçeği söyleyelim de kurtulalım mı diye düşündüler acaba? Bıktılar mı benden? Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Yıllarca anne, babalık yaptılar bana. Sıcak bir yuva verdiler. Hiçbir şeyimi eksik etmediler. Sevgilerini esirgemediler. Onlar söylemese ben onların gerçek kızları olmadığımı asla aklıma getiremezdim bile. Gerçeği bildiğim halde nasıl gideceğim eve? Nasıl bakacağım Züleyha ile Yusuf’un gözlerine? Bir daha nasıl anne baba diyebileceğim? Of… Büyümek ne zor şeymiş. Oysa küçükken bir an önce büyümek, hayata atılmak isterdim.” diye düşüncelerin arasında gidip gelirken derin bir of çektiğinin farkında bile değildi Handan.

Karmakarışıktı duyguları. İş yerinde yaşadığı tatsızlığı bastırmıştı hayatını ilgilendiren ve geçici süre unutmaya çalıştığı bu gerçek. Doğurmak mı büyütmek mi, hangisi daha önemli diye düşünüyordu bir yandan, diğer taraftan da yıllarca aldatıldığı duygusuna kapılıyordu şiddetle. Hiç kimsesi yoktu demek bu yalan dünyada. Aile bildiği kişiler yalandı. Evi yalandı. Kime gidecek, kime sığınacaktı şimdi. Kocaman bir boşluk hissetti yüreğinde. Yapayalnızdı bu koca şehirde. Şöyle bir göz attı sağından solundan geçen insanlara. Hiçbir şey eskisi gibi güzel görünmüyordu gözlerine. Sanki şehir devası bir canavardı ve ağzını açıp büyük dişlerini gösteriyordu bir an önce öğütüp yok etmek için Onu. Çaresizce kalktı banktan yıllarca evi bildiği o taş binaya gitmek üzere.

Kulağı kapıdaydı Züleyha’nın kızının eve geliş saati yaklaştığından beri. Gecikmişti Handan. Geciktikçe aklında bin bir türlü senaryolar oluşmuştu. Dün gece anlattıklarından oldukça etkilenmişti Handan. Hiç soru sormamış. Tek kelime etmemiş. Sonuna kadar anlatılanları dinlemiş. Bir süre öylece oturmuş, tepkisiz kalmış ve sonra “iyi geceler” diyerek onları ilk kez öpmeden odasına kapanmıştı. Sabahın erken saatlerindeyse onlarla karşılaşmamak için sessizce çıkıp gitmişti. Gerçi ne Züleyha, ne de Yusuf sabaha kadar gözlerini kırpmamışlardı ama kızlarının biraz kendi kendine kalması, anlatılanları tartıp biçmesine olanak sağlamak adına yalnız kalmasının daha uygun olacağına kanaat getirmişlerdi.

“Merak etme yavru ceylanım… Handan bizim kızımız. O yaşadığı şoku atlatınca bunun ayırımına varacaktır.” demişti. Bu cümlenin yüreğine su serpmek için söylendiğini bilse bile içinin bir nebze olsa da rahatlaması için bu sözleri duymaya ihtiyacı vardı Züleyha’nın. Kocasına iyice sokulmuş ve gözlerini her ne kadar kapatmaya çalışsa da uyuyamamıştı.

*****

Akşam ezanıyla birlikte sofrayı hazırlamıştı Züleyha. Kızının en sevdiği yemekleri pişirmişti. Sabırsız ve endişeli gözlerle baktı kocasına.

“Sakin ol yavru ceylanım. Gelir birazdan. Burası onun evi. Gidecek başka yeri yok ki.”

“Sen de çok sakinsin ama Yusuf. Bu sakinliğin beni çılgına döndürüyor. Defalarca aradım cep telefonundan ama ulaşılamıyor.” diyerek pencereye doğru yöneldi Züleyha.

“Aklıma korkunç şeyler geliyor. Dedin ya şokta diye. Ya canına kıyarsa?”

“Yapma yavru ceylanım. Handan bilinçli bir kız. Allah’a itikati kuvvetli yapmaz öyle şeyler. Bugüne kadar hiç üzmedi bizi. Bundan sonra da üzmeyecektir.”

Daha fazla dayanamadı Züleyha ve koyuverdi gözyaşlarını. Yusuf elindeki gazetesini bıraktı hemen yanına ve kalktı yerinden. Elini karısının omuzlarına doladı.

“Zor olacağını biliyorduk. Her şey yoluna girecek. Asla bunun tersini düşünmedim. Handan bizim kızımız.” diyerek söyleyeceklerini tamamladığı anda kapıda dönen anahtar sesiyle irkildiler ve bakışlarını birbirlerine kenetlenmiş olarak buluverdiler.

“Geldi işte.” diye mırıldandı Yusuf.

Gülümsedi Züleyha.

“Geldi.” diye fısıldadı.

Beti benzi atmış bir şekilde salona girdi Handan.

“Hoş geldin kızım.” dedi Yusuf.

“Hoş bulduk.” diyerek odasına yöneldi.

“Handan, yemek hazır yavrum.”

“Aç değilim.”

“Handan.” der demez uzandı elini tuttu karısının Yusuf, başka bir şey söylemesine engel olmak istercesine.

Odasına girerek kapıyı kapattı Handan.

“Ne kadar bitkin görünüyordu.”

“İyi ya dinlensin biraz.”

“Yusuf…”

“Yanımızda bak yine. Artık kendini üzme. Hadi yemeğimizi yiyelim.”

Üzerindekileri çıkararak geceliğini giydi Handan. Başı çatlayacak gibi ağrıyordu. İki eliyle bastırarak var gücüyle sıktı şakaklarını. Çantasından çıkardığı pötibör bisküvi paketinden aldığı iki bisküviyi zorlukla yedi aç karnına ilaç almamak için. Beyaz, büyük kapsüllerden yuttu yüzünü buruşturarak. Işığı kapadı ve yatağının üzerine öylece bırakıverdi yorgun bedenini.

by PAPATYA

 
Toplam blog
: 71
: 569
Kayıt tarihi
: 25.11.08
 
 

1969 doğumluyum. evliyim, iki çocuğum var. Kitap okumayı ve şiiri severim. ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara