- Kategori
- Felsefe
Heidegger, I. Kant ve Aristoteles'in Varoluşçu Felsefe açısından önemi

varoluşta zamansal yorum
Martin Heidegger varoluşçu felsefenin ve felsefe tarihinin adından sıkça söz edilen bir düşünürüdür. 1889-1976 yılları arasında yaşamıştır. Heidegger’in felsefe tarihinde yeri; Kant’ın zaman kavramını eleştirmesi bakımından önemlidir. Alman idealizmini tüm felsefeyi sarsıcı bir şekilde ortaya çıkarmış bir filozofun I. Kant’ın “zaman kavramını” Heidegger; Aristoteles’in “zaman kavramı”ndan hareketle eleştirmiş ve varoluşa yeni bir bakış açısı kazandırmıştır.
“[1]Heidegger Kant’ın zaman anlayışının, sonlu bir öznede aşkınsal bir koşul olarak gerçekliği kurma olanağı olduğunu öne sürüyor. Biz, buna dayanarak Heidegger’in, zamansallığın, kendiliğindenliği ve işleyişi ile Temporalität (Fiziksel zamansallık) anlamında Zamanın kendi varlığına ait olduğunu, aralarındaki ontolojik farklılıkta varlığın saf ve yalın aşkınsallığında kendisini açışının da, insanın dünyada oluşunun yapısını oluşturduğunu savladığını, insanın hem bu yapıya ait olduğunu hem de bu yapının anlamını verdiğini öne sürüyoruz.”
Kant için algıdan önce gelen boştur, yani yoktur. Gerçek olan üç (3) boyutlu olan yani uzamsal olandır. Uzamsallığın olanağı ise; zorunluluktur. I. Kant’a göre; bir şeyin aktüel olması için dış dünyadan gelen veriler, dağınık duruyor; izlenimler ile anlamlı ilişkiler kurmadığımızda; olanakta izlenim zorunlu olup aktüele ulaştırır. Kant için burada sözünü ettiğimiz olanak; insan aklında birleşip ilişki kurmasıdır.(Kant’ın ilişki kategorisi) Gerçeklik ise özne merkezlidir. Nesne merkezli değildir. Dünyanın dünyalığını, uzamın uzamsallığını Kant bilemeyeceğimizi söyler; çünkü bunu deneyimleyebilmemiz olanaksızdır. Bu nedenle Kant’ın idealist felsefesinde “deneyim” esastır. Deneyim ise burada; uzamda, zamanda yer tutan dört(4) boyutlu şeylerin izlenimini edinmektir. Buradan hareketle Kant için; varlık yok, deneyim var! Demek doğru olacaktır. Kant deneyimleyemediklerimiz hakkında bilgi sahibi olamayacağımızı söylerken düşünebilmemizin bir olanağının olduğunu bunu da ideler ile yapabileceğimizi söylemiştir. İdeler ve idealar aracılığı ile; sonsuzluğu düşünebiliriz. Yani başlangıca ve sona deneyim ile gidemiyorsak bile bunu düşünebilme olanağına sahibiz.(ideler; matematik ve dinamik ideler şeklinde ayrılırlar.) Kant’a göre önce algı sonra kavramsal ilişki vardır, algı ile anlayışa ulaşılır. Anlayış algıdan sonraki görünüşten gelir; algı ve bilgi arasında değildir. Burada şu soru ile karşılaşmak mümkündür; varoluş anlamlandırmadan önce de var mıdır?
İnsan varlığın karşısında edilgin bir var olandır. İnsan bir amaçlar zincirinin peşinden gitmekte olan ve nihayetinde “bir şeye doğru” olandır. Amacın peşindeyken zamansallığı sayesinde aslında deneyimlemediğimiz şeyin peşinden gidiyoruz. Burada olmayana doğru olmak yani ölüme doğru olmaktayız. Saf olanağa doğru olduğumuzu deneyimleyemesek bile bunu düşünebiliriz, hayal edebiliriz, ümit edebiliriz.
Aristoteles’e göre; kendimizde sonluyken sonsuzu da düşünebiliriz yani ölümsüzlükte de ölüm olanağı olabilir. Sonsuzluk varlıkta kendini yansıtıyor, burada insanın amacı sonsuzun olanağına doğru olmaktır. Zaman da bir olanaktır.(düşüncenin olanağı)
Aristoteles’e göre; zaman olmazsa “an” olamaz; an olmazsa “zaman” olamaz. Zaman burada varlık gibi, birlik gibi düşünülmüştür. Böylece aslında deneyimlenen her şey zamanın içinde bir gerçeklikte sürmektedir. Yani gerçeklik dediğimiz dört boyutlu şeyin 4. Boyutu Zaman’dır. Zaman burada geri kalan 3 boyuta eşlik eden yeni bir boyut gibidir. Ancak zamansallığın olanağı düşüncededir. Çünkü zamanı deneyimleyemiyoruz sadece zamanın içinde olduğumuzu kabul ediyoruz. Zamanı görmüyoruz ama gördüğümüz şey zamanın içinde olma olanağına sahip oluyor. Hareketi görüyoruz ama hareket de zamanın içinde düşüncede var oluyor, ancak hareket zamanla özdeşleştirilse bile varoluşçuluk için bu durum doğru değildir. Böylece “zaman” kapsayan bir şeydir. Çoklukları aşan varlık, birlik; “zaman”, varoluşta varlığı düşünmek, nasılın nasıllığını, neliğini aramak; zamansallığın içindedir.
Heidegger’e göre tüm bu varoluşun içine; yani yaşam dünyasının içine “fırlatıldık” ve kaybolduk. Bu kaybolduğumuz varoluşsak akışın içinde düşünmüyoruz, çünkü burada bir amaca bağlıyız. (teleloji) Bir amaç bir başka şeyin aracı ve o başka şey bir başka şeyin amacı durumuna gelerek bir amaçlar zincirinin ortasındayız. Bu noktada bir amaç “aynı zamanda” bir başka durum için araç olabiliyor. Çünkü hep bir şeye “doğruyuz.”
“Heidegger Aristoteles’in Arithmoumenon kavramına referansla, Kant için mekânın tüm parcaların ad infinitum birlikte bulunan bir olanak olmasına karşın aynı anda olamamasını aşar. Kendi içinde saf ve yalın bir aşkınsallık olarak, ufuksal şemasının kendisine ait olmasıyla, bulunuşlar (praesens) ve zamansallık, bu varlık olarak düşünülen Zamana aittir.
Böylece zaman, yalnızca uzamsal aralığın numaralandırılması, bu aralıkların geciş hızının ölçülmesi değil, orijinal anlamda, Kant için hiçbir şey olmaktan öte, uzamda yer kaplayan şeylerim oluşunu, bulunuşunu önceleyen bir varlık(tır).”[2]
Nasıl var olduğumuzu kesitlerle düşünebiliriz, bunlar yaşadığımız kesitlerdir. Bizim dünyamız gibi nasıllığın kendisini düşününce (bu düşünce diyalektik değildir.) varlığın kendisini merak etmeye başlarız. Burada nasılların temeli olarak; birlik tümlük çokluk ilişkisellik kavramlarını düşünmek gerekir. İlişkiselliği düşününce varlığa doğru geliyoruz. Burada varlık ve varoluş “zaman” kavramı ile karşılığını bulma olanağını koruyor. Bir başka olanak zamanın içinde olarak yani varlıkta olarak akışta olarak; kendi kendimizin varlığını sorgulama olanağına sahip oluyoruz. (Sein Kömen) yani burada bir Dasein olarak zamansallığın içinde kendimize dönük bir sorgulama alanında varlığa doğruyuz. Dasein; Ontik olan, burada oluşun kapsadığı oluş. Kendisini kendisine konu edinebilme olanağına sahip olan insan.
Zaman matematiksel ve iç gerçekliğin formudur. Dünya ile sonsuzluğu birbirinden ayırt etmek gerekir, çokluk ve sonsuzluğu karıştırmamak gerekir; çünkü yine burada Kant için asıl önemli olan deneyimleyebilmek yani algılamaktı. Böylece zaman, her yerde “aynı olan” yani bu olanağa sahip olan tek şey olacaktır. Temporalitat bu anlamda, artık zamansallığın gündelik hayatın planlı akışı içinde zamanda var olan yani varlığın kendisi olacaktı.
Bütün bunlardan hareketle artık söyleyebiliriz ki; varlık; zamandır. Zaman kendi içinde boyutsallıklar taşır bu zihnimizde bir tür ikiliğe yol açabilir. Ancak hep var olan; zamanın kendisidir. Hem olmayan hem de olan her şeyde zamansal bir olanaklılık vardır. Böylece fenomenolojinin de özünü zamanda aramak mümkün olacaktır. Tüm bu zamansallığın ve zamanda var olma varlık olma olanağının içinde; dünyaya adeta bir projeksiyon cihazından çıkan görüntüymüşçesine yansıtılmış ve de fırlatılmış ancak sonu olan sonlu zamansal varlıklarız. Bununla beraber; insan varlığın karşısında edilgin bir var olandır yani zamanın içinde ve zamanla beraber olarak aktüel olmaya doğru olandır. İnsan varlığın yani böylece zamanın akışı içerisindedir. Böylece insan sonlu ancak olanaklar sonsuzdur. İnsan ölüm ile sınırlandırılmıştır.
Sıla PAYLAR/Akdeniz Felsefe