- Kategori
- Gündelik Yaşam
Hem çağdaş, hem de inançlı olunabilir mi?
yanma motorlu ilk otomobillerden biri
Çağdaşlık, adı üstünde, belli bir dönemle sınırlı, çok çabuk eskiyen bir kavramdır. Bunu anlamak için eski resimlere, fotoğraflara ve filmlere bakmak, yollardaki eski model arabalara bir göz atmak bile yeterlidir. Hepsi zamanında çok güzel, çağdaş ve moderndiler.
Binlerce yıl önce de zamanının en ileri seviyesine ulaşmış yerleşmeler vardı. Tarıma geçilmesi de, tekerleğin icadı da çok önemliydi! 18. yüzyıl sosyetesi “son moda” giysilerinin müzelik veya tiyatroluk olacağını bilmiyorlardı. Orta çağda yaşayan insanlar, “Biz şimdi orta çağı yaşıyoruz da, onun için cadı peşinde koşuyor, saçmalıyoruz.” demiyorlardı elbette. Her dönemin kendine özgü modası, bilimi, ilerlemesi, entelektüelleri vardı.
Geleceği göremediğimiz için aklımız, bilgimiz, teknolojimiz ve yaşam tarzımızla ne kadar geride olduğumuzu görme şansımız olamıyor. Biz sadece geçmişe bakarak kendimizi ileride görebiliyoruz. Kendimizi tamamen aydınlanmış, teknolojik olarak müthiş gelişmeler kaydetmiş, hani neredeyse, yaşam felsefemizle ve uygarlığımızla sonraki kuşakların övünçle anacağı, örnek alacağı bir dönemde yaşadığımızı sanıyoruz. Ancak, geriye bakan insanlar için, 2000’li yılların başları, modası geçmiş teknolojisi, yanlışları ortaya çıkmış düşünce yapısı ile öğrenilecek bir tarih olacak.
Teknolojideki gelişmeler ve sanayi ürünlerini kullanmanın artması insanlığın bilinç düzeyinde de daha ileri olduğu gibi yanıltıcı bir görünüm yaratıyor. Ama gerçekte çok daha barışçıl ve insancıl olmadık. Özümüzde fazla bir değişiklik yok. Değişiklik görüntüde; örneğin, eskiden arenada parçalanan insanları duyarsızlıkla seyreden “kolektif sadizm”in yerini bombalanan şehirler ve televizyon ekranlarındaki şiddet ve seks, bilgisayar oyunları almış durumda. Üstüne üstlük egoistlik, kendine saygı olarak aklanmış; gücü yetenin güçsüzü ezmesi rekabet olarak kurallaşmış; gösteriş ve ne pahasına olursa olsun zengin olmak “kazanan“ olmak olarak, gençlerin önüne hedef olarak konmuş, insanlığın ortak değerleri ciddi biçimde aşındırılmış durumda.
İnsanların çok büyük çoğunluğu hala, bildiğimiz başka hiç bir gezegende bir ot veya böcek bile yokken sayısız bitki ve hayvanlarıyla, özellikleriyle ve güzellikleriyle Dünya’nın ve Dünya’da insan adı verilen canlı türü olarak var olup yaşamanın çok özel bir ayrıcalık ve hediye olduğunu fark edememiştir. Pek çok kişi tarafından doğaya ve insan doğasına aykırı yaşam biçimi modernlik, sanayi veya laboratuar ürünü olan herşey insanlığın yararına ve çağdaşlık, en yüksek binayı yapmak marifet zannedilmektedir.
Bizden önceki kuşaklarla kendimizi karşılaştırdığımızda bugün çok daha fazla şey biliyoruz. Genetikten derin denizlere, gökyüzüne kadar pek çok alanda bilgi sahibi olduk. Buna rağmen bildiklerimiz yine de müthiş değil: Kendi beynimizi ve hücre yapımızı bile henüz tam olarak çözebilmiş değiliz. Dünyadaki okyanusların %95’ inde ne tür canlılar veya oluşumlar olduğunu henüz bilmiyoruz. Yumurtanın kolesterol yapıp yapmadığı konusunda bile henüz fikir birliğini sağlayabilmiş değiliz! Sadece bizim Güneş sistemimizin de içinde bulunduğu Samanyolu galaksisinde 100 milyardan fazla başka yıldız, gezegen ve tahmin edilen Samanyolu gibi yüz milyar başka galaksi var. Ancak bu sadece bizim görebildiğimiz kısım. Bizim göremediğimiz kısımlarda da bilmediğimiz sayıda galaksilerin ve hatta başka evrenlerin de belli bir düzen içinde var olduklarını tahmin ediyoruz. (Bu boyutlarla karşılaştırıldığında, bizim başarımız olan Dünya’dan Ay’a ya da Mars’a gitmek veya araç göndermek kafadaki bir saç telinden yanındakine gitmekten çok daha yakın bir mesafe!)
Nano teknoloji gelişmeye başladı ve hücrenin, atomun milyarda birinin milyarda birini görebilecek seviyeye geldik. Bu görebildiğimiz en küçük boyutlarda bile bir düzen olduğunu keşfettik. Eğer onların da milyarda birini görebilsek orada da bir düzen bulacağımızı bilebiliyoruz. Bilim adamları bilnenin azlığını dile getiriyor, yanlış bilinenin yerine doğrusunu koymaya çaba gösteriyorlar. Ama bazıları bilimi bir araştırma ve metot olmaktan çıkarıp din haline getiriyorlar. Bir başka kısım ise, zamanımızdan yüzlerce yıl önce insanlar Kur'an'dan ne kadar anladıysa onu dondurup, üstüne hikayeler ekleyip, asıldan kopuk bir anlayışı insanlara din diye dayatıyorlar. Sonuçta, insanların büyük bir çoğunluğu din ve bilim arasındaki çatışmanın sonsuza kadar süreceğine inanıyor veya aksine inanmak bile istemiyor!
Aklımız ve teknolojimiz, en büyük kadar en küçüğü araştırmakta da yetersiz kalıyor. Ancak insandan beklenen öğrenme miktarı zaten kendisine verilmiş olan akıl miktarı ve yaşam süresiyle sınırlandırılmıştır. Ayrıca Dünya’nın ve Güneş sisteminin ne zaman yok olacağı, yeni bir oluşumun ne zaman, nasıl başlayacağı gibi bilgiler Allah’tan başka hiç kimsenin bilmediği bilgiler (Gayb) olarak tanımlanmıştır. Ama yine Kur’an’a göre insanların bilgi birikimleri öyle bir noktaya gelecektir ki, insanlar sadece vahiyler ve peygamberler yoluyla değil, kendi yaptıkları araştırmalar ile de düzenin özelliğini, yaratılmış olanlardaki mucizeleri keşfedecek, Allah’ın herşeyin yaratıcısı olduğunu kabul etme noktasına gelecektir. Bir başka değişle,
Bilimin varacağı son nokta, sonsuz kere sonsuz defa birbiriyle ilişkili düzenin tesadüf veya süreç içinde kendiliğinden var olmuş olamayacağı, ayrıca bu kadar mükemmel bir düzen olması için tasarlayanın ve yaratanın Tek olması gerektiği gerçeğidir. Çünkü Bir’den fazla olsalar, farklı fikirler düzeni bozardı!
Bu aşamadan sonra Allah’ın varlığı inanç olmaktan çıkacak, Allah’ın varlığına “inanma”nın yerini, Allah’ın varlığını “bilmek” alacaktır.
“Kulları içinde Allah’tan ancak bilginler ürperir. “(Fatır, 43/35, 28)
“O’nunla beraber herhangi bir ilah da yoktur. Eğer böyle olsaydı, her ilah kendi yarattığını yok ederdi ve mutlaka biri ötekine üstün gelmeye çalışırdı.”(Müminun, 74/23, 91)
“Biz, gökleri de, yeri de, bunlar arasındakileri de eğlenip eğlendirelim diye yaratmadık.“(Enbiya 73/21, 16-17)
“Göklerde ve yerde nice mucizeler var ki, yanlarından geçip giderler de dönüp bakmazlar bile.”(Yusuf, 53/12, 105)
“De ki’ Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu? Ancak gönül ve akıl sahipleri düşünüp ibret alır.”(Zümer, 59/39, 9)
Eğer biz gittiğimiz yolu değiştirmezsek, doğayı tahrip etmeye ve birbirimizden çalmaya devam edersek zaten kendi sonumuzu ve Dünya’nın sonunu getireceğiz. Ama eğer hatalarımızdan ders çıkarır, hatalarımızı düzeltmeye çalışırsak, gelecekteki “çağdaş” insanların inançlı, şükür duygusuna sahip, kadınların saçı veya erkeklerin sakalı yerine, yeryüzünde ve gökyüzünde olan bitenle ilgilenen, başkalarının inançları ile uğraşmak yerine, kendi eksiklerini tamamlamaya çalışan, ortalamada bizden çok daha kültürlü ve barışçı nesiller olacağını öngörebiliriz.