Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '08

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Hem suçsuz, hem güçsüz, hem halsiz...

Hem suçsuz, hem güçsüz, hem halsiz...
 

Bakmaya kıyamadığım gözlere bakmaya doyamam diye korkuyorum... Gözlerimiz çakışır da gözlerimi o okyanuslar kadar derin bakan gözlerden alamam diye korkuyorum...

Korkuyorum; çünkü ne zaman böyle şeyler yaşasam, ne zaman o heyecanı hissetsem, bir süre sonra her şey alt üst oluyor ve hayal kırıklıklarıma bir yenisi daha ekleniyor. Korkuyorum; çünkü maziye baktığımda hep farklı hikâyeler, ama benzer bitişler görüyorum.

Bu kez yine farklı bir hikâyenin eşiğinde gibiyim. Neden hep o başlangıçlar, o ilk heyecanlar masallardaki gibi olur ve her şeyi toz pembe görürüz? Ve neden aradan zaman geçince o pembelik yer yer griliklere, oradan da tamamen adı bir türlü konulamayan can sıkıcı bir renk karmaşasına dönüşür, bir türlü anlamam. Acaba bu doğanın bir kanunu mu, yoksa ben gerçekten de lânetlenmiş miyim?

Korkuyorum, çünkü hazır mıyım değil miyim; ya da o hazır mı değil mi gerçekten bilemiyorum. Bilemiyorum evet ama, bir şeylerin değişeceğini hissediyorum hayatımda. Emin olamıyorum, çünkü aklıma geldikçe kovuyorum onunla ilgili düşünceleri; izin vermiyorum kafamı karıştırmasına, bilerek ve isteyerek. Bu oyunu seviyorum!

Hani insan görmeyince özler ya, sırf onu görmek için sürekli etrafını gözler ya, işte böyle bir şey. Güzel bir şey...


"Bugün beynimi kurcalayan, yarın kalbimi kurcalar"dan yola çıkarak, kalbimi sandığın en derinine yerleştirdim. Çünkü ancak o şekilde zaptedebilirim yüreğimi, o şekilde koruyabilirim onu hain düşüncelerden, fesat kalplerden. Çünkü kalbime asla söz geçiremedim şimdiye dek, ben inatçı, o benden de inatçı... Hükmedemedim bir türlü ve söz dinletemedim başına buyruk kalbime hiçbir zaman.

Nasıl bir şeydir bu, defalarca yaşadım ama bir türlü anlayamadım. Kaçamak bakışmalar, arada bir çakan kıvılcımlar, hiçkimseye sezdirmemek için uzak durmaya çalışmalar, ama her şeye rağmen bir mıknatıs varmışçasına hep "tesadüfen" yanyana gelmeler... Havadan sudan konuşurken, ona farkettirmeden yüzünün her ayrıntısını ezberleyebilmek için incelerken, gözbebeklerimin büyüdüğü belli olmasın diye gözleri kaçırmalar... O telefonla konuşurken kiminle konuştuğunu merak edip, "acaba hayatında biri var mıdır" cümlesinin beynin ta içinde yankılandığını farkedip, kendi kendime kızmalar... Anlamlandıramıyorum bir türlü...

Ona doğru bakmasam da, arkam ona dönük olsa da orada olduğunu hissedebiliyorum. Kapıdan girişini, ona bakmadan bile farkedebiliyorum. Yüzlerce ses arasından onun sesini ayırt edip kulak kabartabiliyorum. Varlığını böylesine yoğun şekilde hissedebilirken, yokluğunda sadece ufak bir burukluk yaşıyorum, o da şimdilik. Çünkü kalbime terfi edebilmesi için çok uzun aşamalardan geçmesi gerekecek. Ya da belki de hiç terfi edemeyecek... Kim bilir?

Olmalı mı, olmamalı mı... Ne yapmalıyım bilemiyorum. Öyle bir boşluk, bir o kadar da yoğunluk arasında gerçekleşiyor hadiseler. Dizginlemeye çalışıyorum kalbimi, ama yoruyor beni. Sustursam yüreğimi, daha çok isyan edip sesini daha çok yükseltiyor. Kendi halinde bıraksam o daha da beter, nasıl isterse öyle çarpacak, öyle çırpınacak...

Kalbim bu kadar yorulmuşken geçmişinden, böylesine yaralıyken nasıl olur ki acaba yeni bir şeylere kalkışmak? Bir bilsem... Ah bir bilsem...

Emre Aydın'ın da dediği gibi;
Hem suçsuz, hem güçsüz, hem halsiz kalbim...


Not: Yok yok akıllanmaz bu kaçık yüreğim!


<özlem boral="">


 
Toplam blog
: 152
: 1957
Kayıt tarihi
: 19.08.06
 
 

Ortada bir problem görüyorsak bu bizim de problemimizdir. Ve eğer 'birisi'nin bu konuda bir şeyle..