Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ağustos '09

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Hendek- Akyazı

Hendek- Akyazı
 

reşadiye köyü


Pazar günü akşam ezanından önce Hendek'teydim. Bacanağın evinde kalacağız gece. Evi yayla gibi. Üç katlı evi var. İki katı boş. Hemen sofrayı kurdular. Yemekten sonra akşam ezanı okundu, bacanak camiye gitti. Ben de oğlumla hemen yakındaki kahveye gittim. Bahçeli bir kahvesi var köyün. Köyün eski muhtarını gördük, yanına oturduk.

Hüseyin Abi ile Irakta beraber çalışmıştık. Oradaki anılarımızı anlattık. Bacanak da geldi. Başladık karpuzdan kavundan bahsetmeye!

“Karpuz para etmedi bu yıl”

“Kaçtan gitti kilosu?”

“Yüz yirmi kuruşa kadar düştü! Ben toplamıyorum artık. Fındık bu yıl azmış. Üç liradan tüccar alıyor. İyi gene! Ben ikiden fazla vermezler diyordum!”

“Ne kadar çıkar Hüseyin Abi?”

“Benim az, ben bodur meyve işi yapıyorum!”

“Abi onda iyi para var diyorlar!”

“Evet! Benim beş ton yeşil elmam vardı bu yıl! Manavlara verdim. Kabzımala bile vermedim!”

“Armut da iyi para bırakıyormuş!”

“Beş dönüm yere de armut dikeceğim. Onda daha iyi para var!”

Durmadan çay geliyor! Yatsı ezanı da okundu! Bacanak tekrar camiye gitti!

Hüseyin Abi.

“Ahmet sizin köyün eski muhtarı var. Recep nasıl acaba? Hasta olduğunu duydum!”

“Abi ben de duydum! Yarın bizim köye gittiğimde gideceğim yanına!”

“Ben de gitmek istiyorum ama bir türlü fırsatım olmadı.”

“Gidelim Abi!”

“Yarın mı?”

“İstersen şimdi!”

“Ne iyi olur biliyor musun!”

Gittim arabayı aldım geldim. Saat ondu bizim köye hareket ettiğimizde. Otuz kilometrelik yol! Bizim köyün kahvesine gittik. Recep Abi'nin oğlu da oradaydı tesadüf. Bizi evlerine götürdü.

Recep Abi çok sevindi bizi görünce. Fakat bizi beraber görünce şaşırdı.

“Yahu siz birbirinizi nereden tanıyorsunuz?”

“Abi!” Dedim. “Bu bizim eski muhtar!”

“Ben?”

“Sen de!”

Hanımköylü olduğumu söylemedim tabi!! İşime gelmedi!

Dönüşte köyümüzün kahvesinde birer çay içtik. On ikiyi geçmişti bacanağın evine geldiğimizde.

“Nereye kayboldun bacanak?”

“Bizim köye gittik!”

Hanım lafa karıştı.

“Ben anlamıştım zaten!”

Bacanak başladı esnemeye!

“Valla ben yatacağım! Sabah altıdan beri ayaktayım! “

Sabah on buçuktu kahvaltıya kalktım. Bacanak, hanımla baldızı domates toplamaya götürdü.

“Selami, hadi gel seninle bir yere gidelim?”

“Nereye baba?”

“Akyazı’ya!”

Akyazı on bir kilometre köye! Orada iki ev yapmıştım. Biri Alaağaç köyünde, diğeri Reşadiye köyünde! Ev sahipleri evlerinde olabilir bir ihtimal . Biri Osmanbey’de erkek giyim üzerine imalatçı, diğeri İsviçrede çalışıyor. Tatildedirler tahminim.

Alaağaç köyü, Akyazı ile Kuzuluk arasında bir köy. Yaptığım evin komşusu bizimle çalışmıştı. Yaşar Abi. Evin yanına çekince arabayı, kapıya çıktı.

“Beni tanıdın mı Abi?”

“Seni kim tanımaz Ahmet?”

Yaşar Abi, babası Nedim Dayı , annesi, hanımı ve kızları tanıdığım en mükemmel insanlardan birileridir. Yaşar Abi bizimle çalışıyordu. Saat onda ve öğleden sonra üçte kızı bağırırdı kapıdan.

“Ahmet Abi çay hazır!”

Giderdik ki ne çayı? Balından tutun da Gemliğin en iyi zeytini, acukası, tereyağı masada!

Nedim Dayıyı göremedim. Çekine çekine sordum.

“Yaşar Abi, Nedim Dayı nerede?”

Korkuyordum başka birşey söylemesinden!

“Namazda! Az sonra gelir camiden!

Çok sevindim. Yenge hemen sütlü kahvemizi getirdi. Susamlı poğaçamız da geldi. Ertuğrul Ata hemen hamağa bindi bu arada!

Nedim Dayı gözlerinden biraz rahatsız. Gözlük takıyor. Sesimden tanıdığını söyledi.

Tam on dört yıl geçmiş aradan!

İki saate yakın kaldım orada!

Reşadiye Köyü, Akyazı – Mudurnu- Ankara yolunda, Akyazıdan on iki kilometre ileride kurulmuş bir köy. Tarihi Cumhuriyet öncesine dayanıyor. Artvin’den gelen insanlarımız yerleşmişler buraya. Yaptığım ev hemen yolun üstünde. Kartal yuvası gibi görünüyor yamaçta! Hemen yolun altında da Abisinin evi var. Yanaştım kapıya. Kapıyı açtım içeri girdim. Necmi Abi, o köyün muhtarı olmuş. Bu ikinci dönemi.

“Selamun aleyküm yenge! Beni tanıdın mı?”

“Tanımam mı; sen Ahmet Balcı değil misin?”

“Valla helal olsun yenge! Necmi Abi nerede?”

“Kahvede olacaktı!”

“İyi! Biz oraya gidelim!”

“Belki yoktur! Telefonla arayayım!”

“Ver bize telefonunu yenge!”

Selami kaydetti telefonunu. Kahveyle ev arası yüz metre ancak var. Selami arayana kadar geldim kahveye!

“Alo! Necmi Abi!”

Necmi Abi ‘yi arkası dönük olduğu için tanıyamamıştım. Baktım biri telefonu kulağına götürmüş.

Kapattım!

Necmi Abi şaşırdı. Tam on iki yıldır görüşmemiştik.

“Seni hangi rüzgar attı buraya Ahmet?”

“Gezelim dedik Abi!”

“Bak evini yaptığın kardeşim de burada! Sedat, bu arkadaş senin evini yaptı! İstanbuldan!”

Sedat Abi, bu yıl tek başına gelmiş izne. Bu hafta sonu da dönüyor.

Necmi Abi’nin misafirleri geldi, o kalktı. Biz Sedat Abiyle kaldık. Çay içiyorduk ki Arif Öğütçü aradı.

“Ahmet, sizin orada havai fişek fabrikası patlamış. Ölenler var diyorlar. Haberin var mı?”

Benim, olayın olduğu köyde böyle bir fabrika olduğundan haberim yoktu. Gece köye giderken yakınlarından geçmiştik. Köyümüze on kilometre uzaklıktadır.

Sedat Abi de çok memnun evinden. Gittik evi gezdik. Ahşaplarda biraz solmalar olmuş. Hiç bakım yapmamışlar bu süre içinde.

Burada da üzüldüm. Babaları Ali Dayı vardı. Güçlü, kuvvetli ve adam gibi adamdı Ali Dayı. Eski kabadayılardan. Beyin kanamasından göçmüş. Zaten başka türlü yıkılamazdı. Allah rahmet etsin.

Akşama doğru ayrıldım Reşadiye Köyü'nden.

Yakın bir zamanda bu kez fotoğraflarını çekmeye gideceğim buralara. İyi bir fotoğrafçı da olacak yanımda.

Gece on ikiye geliyordu eve geldiğimde.

 
Toplam blog
: 1640
: 466
Kayıt tarihi
: 27.01.07
 
 

Doğum tarihim değişmedi ama çok şey değişti bu güne kadar. En başta, dede oluyorum! Evet; şaşırdı..