Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

24 Mayıs '07

 
Kategori
Kültürler
 

Heybe..

Heybe..
 

yol çağırır...

günlerce, haftalarca, aylarca...

yıllarca olduğunda bu kez,

alnımdan dökülen terim gözüme yapışır,

tuz yakar gözümü...

derim,

sapla küreği toprağın göğsüne

gidelim yolun sonunda bekleyenlere...

sırtınıza vurursunuz yalnızlığınızı düşersiniz yollara

yollar akar önünüzde

bilmezsiniz hangi emek ağustos sıcağında

asfaltını döktü kara yolun öğle saatinde.

akşam birazdan önünüze çıkacak

önce gitme özleminin aceleciliğindeyken

girer çıkarsınız çukurlara aklınız dağılırken

hafifçe sarsılır omzunuz

tekerler teker teker alır yolları yanaklarına

içeride bir müzik çalar

ay ışığı camınızda sarı gülümser

müzik kucaklar sizi, gözünüzde yol, aklınızda uzaklar

sesli düşünmek olmalı müzik, ses vermek söze

oysa ne zor olmalı seslerle göz pınarlarına hareket emri verebilmek

melodiler akarken dikenleşen bedeninizi hissetmek

zor olmalı ses olabilmek

ve diyebilmek söze

en serin kahkahayla

inadına,

kötü dünyaya

ses olmak

zararım

kime

ki ne?

serin...

dağlardan pınar olur akar tel tel saçları kar suyunun

taşır koca bir nehrin suyunu kıvrılan damla damla yolun

kuş olur gagasında sıcacık bir selam durur, ağaçların değen yaprakları

akar nehir, söğüt ağacının dalları verir eline bayrağı

'turnalar kalmadı, kayık yap götür yaprağımı sarı sazlara'

kuşlar heybelerinde her sonbahar hikayeler getirirler onlara

pınarlar dağları ipek bir iple keser, çoğalır nehir, yürür

hikayeyi aşka çağırdığında dağlar, nehir, serin akarken durur;

yüzyıllar önce

bir gece

şahit olur

Yörük çadırları hareketlenmiş kırk gündür

kız vermişler ovaya,

Yörük kızının babası sevdiğinden kızın, habersizmiş

develerce yüklerle gelip alacaklar kızını, bilmezmiş

nehir ve gece,

dinememede hece hece

alıcı kuş...

konuşurlar otaklarında divan örenler;

'acep ne etsek, kaçtı kız sevdiğine, erenler? '

bağırır yirmisinde kanı delice,

'atlılar kuralım, varalım bulalım kardeşimizi kaçıran urfani'yi,

soralım herbirşeyin hesabını, nedenini

varmıymış gelin çadırına bir alıcı kuş gibi

derler dalıp kaptığı gibi aldı sevdiğini...'

dağlara kaçıran için hesap zamanı

ağanın oğlu çirkin, ama yürekli,

gücüne gider kırkında günün düğünün,

sabrın, son günün...

tüm çıkıların açılıp, ak süte değeceği tenlere bir an kalmışken, şimdi hüzün...

keçi kılından çadırlarda sessizlik,

toplanmış eşraf temaşa

fatma bacı anlatır, olanı biteni eşrafa:

-ağanın oğlu yağız atıyla seğirttirirdi bu dağlarda

bizim elif sularken şu pınarın çeşmesinde, koyunları geçimlik

gelmiş terli atıyla bir su içimlik

orada görmüş elifi, bir göz alışı seçimlik

vuruldum demiş, ağababasına, al onu bana, helallik

ağa sevinmiş,

dağlarda fink atar oğlu, gezenmiş

kırk deve düzülmüş yola, yüklenmiş,

yoldayken,

elifin babası sormuş, 'kızım sen ne dersin, giderken? '

susmuş elif

anası bilirmiş elif'in sevdiğini; dağlarda aşık, daha ki ne

maşuk adamın neyi ola? 'he, de' demiş he, de...

'dağlarda sekip durmazsın, olur bir evin,

yaz kış oturursun, uyanacağın yeri bilirsin...'

susmuş elif,

anasının kınalı ellerinde elleri,

anası sürmüş sözünü ileri,

su başlarında yeniden tüten ocakların bitmez tükenmez süreği mi?

dizlerindeki ağrılar mı, yoksa sol böbreciği mi?

istememiş kızının sevdiğini, bilmemiş ne kadar severdiğini

kızın içi Yörük sessizliği...

düğün ortası haber uçmuş dağlardan,

'alıp kaçacağım seni otağından.'

sayısız silahlar dağları dövmüş,

hazırlıklar büyük güne ve geceye

kırkıncı gün ayışığıaltın bir atlı yarmış tüm kalabalığı,

bakarken şaşkın ve alışık gözler atın nalına,

sevdiği sevdiğini kaptığı gibi atmış atın arkasına,

önü sıra vurmuş dağlara

o gece,

ovada konuşurlarken ağanın evinde

son sözü söylemiş ağa, bilinenler evvelce,

'sevmişlerin arasına girilmez, biliriz atadan öte geleni

bilseydim istemezdim türkmen gelini,

bir sevdiği varıken bilmezidim, kırk deve yük olsa da gideni'

toplananlar dağılmış sessizce

söylemiş oğluna,

dinle oğul;

'belki başka yerlerde kuşanırdı kılıç,

nefret çıkardı heybeden, at koşulurdu kana.

akdeniz yakamoz tüter, çam ağaçları gerdan süzer

ayın aydığı al benli kızlar sana küser

bir başka sevda seni çağıracakken

ne diye nefreti çıkarayım heybemden'

sevdiğiyle yapayalnız kalmış ağaoğlu,

sevdiğiyle kalmanın dedimse onsuzluğu

aynı Yörük dağında sularken atını, gözleri

hep çeşme başında arar olmuş elif'i.

tüm toplananlar dağılmışlar bir sevdaya

sessizce önlerinde temiz ak alınlarıyla...

nehir yüklerken tüm hikayeyi heybesine

'eksik olan var' demiş içindeki pınar hevesle,

'neden sevdiğinin peşinden gitmedi? nehir söyle'

'eğer alıcı bir kuş gibi kapıp

sevdiğini ellerden alıp;

aşktan fazlasını bilense,

ölümden azını bilense

nedeni sorulmaz gidene...'

nehir tüm hikayeleri götürürdü Akgöl'e

ay rüzgarlarında bekleyen sazlığa

'sormak bana düşmez, aşkın uzağına'

derdi, bilirdi nehir,

'neden geldiğini bilen, nereye gittiğini bilendir'

nehir ve içindeki pınar yuvasından akarken

pınar, bir yılan hızıyla aktı nehrin içinden

onlar, yılları binler devirdi, devirecek

bir sonraki hikaye su büklümünde onları bekleyecek...

zaman kum saatinde kum tanelerini sayar

çiğneyerek zamanı adımım koşar

elleri beyaz güneş saçlarımı okşar

buğday taneleri yapışır tenime

kelimeler sabırsız, diyeceğim

sevgi sözü taşırım, güneş bırakır heybeme

yol çağırır, geleceğim...

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..