- Kategori
- Kültürler
Heybe..
yol çağırır...
günlerce, haftalarca, aylarca...
yıllarca olduğunda bu kez,
alnımdan dökülen terim gözüme yapışır,
tuz yakar gözümü...
derim,
sapla küreği toprağın göğsüne
gidelim yolun sonunda bekleyenlere...
sırtınıza vurursunuz yalnızlığınızı düşersiniz yollara
yollar akar önünüzde
bilmezsiniz hangi emek ağustos sıcağında
asfaltını döktü kara yolun öğle saatinde.
akşam birazdan önünüze çıkacak
önce gitme özleminin aceleciliğindeyken
girer çıkarsınız çukurlara aklınız dağılırken
hafifçe sarsılır omzunuz
tekerler teker teker alır yolları yanaklarına
içeride bir müzik çalar
ay ışığı camınızda sarı gülümser
müzik kucaklar sizi, gözünüzde yol, aklınızda uzaklar
sesli düşünmek olmalı müzik, ses vermek söze
oysa ne zor olmalı seslerle göz pınarlarına hareket emri verebilmek
melodiler akarken dikenleşen bedeninizi hissetmek
zor olmalı ses olabilmek
ve diyebilmek söze
en serin kahkahayla
inadına,
kötü dünyaya
ses olmak
zararım
kime
ki ne?
serin...
dağlardan pınar olur akar tel tel saçları kar suyunun
taşır koca bir nehrin suyunu kıvrılan damla damla yolun
kuş olur gagasında sıcacık bir selam durur, ağaçların değen yaprakları
akar nehir, söğüt ağacının dalları verir eline bayrağı
'turnalar kalmadı, kayık yap götür yaprağımı sarı sazlara'
kuşlar heybelerinde her sonbahar hikayeler getirirler onlara
pınarlar dağları ipek bir iple keser, çoğalır nehir, yürür
hikayeyi aşka çağırdığında dağlar, nehir, serin akarken durur;
yüzyıllar önce
bir gece
şahit olur
Yörük çadırları hareketlenmiş kırk gündür
kız vermişler ovaya,
Yörük kızının babası sevdiğinden kızın, habersizmiş
develerce yüklerle gelip alacaklar kızını, bilmezmiş
nehir ve gece,
dinememede hece hece
alıcı kuş...
konuşurlar otaklarında divan örenler;
'acep ne etsek, kaçtı kız sevdiğine, erenler? '
bağırır yirmisinde kanı delice,
'atlılar kuralım, varalım bulalım kardeşimizi kaçıran urfani'yi,
soralım herbirşeyin hesabını, nedenini
varmıymış gelin çadırına bir alıcı kuş gibi
derler dalıp kaptığı gibi aldı sevdiğini...'
dağlara kaçıran için hesap zamanı
ağanın oğlu çirkin, ama yürekli,
gücüne gider kırkında günün düğünün,
sabrın, son günün...
tüm çıkıların açılıp, ak süte değeceği tenlere bir an kalmışken, şimdi hüzün...
keçi kılından çadırlarda sessizlik,
toplanmış eşraf temaşa
fatma bacı anlatır, olanı biteni eşrafa:
-ağanın oğlu yağız atıyla seğirttirirdi bu dağlarda
bizim elif sularken şu pınarın çeşmesinde, koyunları geçimlik
gelmiş terli atıyla bir su içimlik
orada görmüş elifi, bir göz alışı seçimlik
vuruldum demiş, ağababasına, al onu bana, helallik
ağa sevinmiş,
dağlarda fink atar oğlu, gezenmiş
kırk deve düzülmüş yola, yüklenmiş,
yoldayken,
elifin babası sormuş, 'kızım sen ne dersin, giderken? '
susmuş elif
anası bilirmiş elif'in sevdiğini; dağlarda aşık, daha ki ne
maşuk adamın neyi ola? 'he, de' demiş he, de...
'dağlarda sekip durmazsın, olur bir evin,
yaz kış oturursun, uyanacağın yeri bilirsin...'
susmuş elif,
anasının kınalı ellerinde elleri,
anası sürmüş sözünü ileri,
su başlarında yeniden tüten ocakların bitmez tükenmez süreği mi?
dizlerindeki ağrılar mı, yoksa sol böbreciği mi?
istememiş kızının sevdiğini, bilmemiş ne kadar severdiğini
kızın içi Yörük sessizliği...
düğün ortası haber uçmuş dağlardan,
'alıp kaçacağım seni otağından.'
sayısız silahlar dağları dövmüş,
hazırlıklar büyük güne ve geceye
kırkıncı gün ayışığıaltın bir atlı yarmış tüm kalabalığı,
bakarken şaşkın ve alışık gözler atın nalına,
sevdiği sevdiğini kaptığı gibi atmış atın arkasına,
önü sıra vurmuş dağlara
o gece,
ovada konuşurlarken ağanın evinde
son sözü söylemiş ağa, bilinenler evvelce,
'sevmişlerin arasına girilmez, biliriz atadan öte geleni
bilseydim istemezdim türkmen gelini,
bir sevdiği varıken bilmezidim, kırk deve yük olsa da gideni'
toplananlar dağılmış sessizce
söylemiş oğluna,
dinle oğul;
'belki başka yerlerde kuşanırdı kılıç,
nefret çıkardı heybeden, at koşulurdu kana.
akdeniz yakamoz tüter, çam ağaçları gerdan süzer
ayın aydığı al benli kızlar sana küser
bir başka sevda seni çağıracakken
ne diye nefreti çıkarayım heybemden'
sevdiğiyle yapayalnız kalmış ağaoğlu,
sevdiğiyle kalmanın dedimse onsuzluğu
aynı Yörük dağında sularken atını, gözleri
hep çeşme başında arar olmuş elif'i.
tüm toplananlar dağılmışlar bir sevdaya
sessizce önlerinde temiz ak alınlarıyla...
nehir yüklerken tüm hikayeyi heybesine
'eksik olan var' demiş içindeki pınar hevesle,
'neden sevdiğinin peşinden gitmedi? nehir söyle'
'eğer alıcı bir kuş gibi kapıp
sevdiğini ellerden alıp;
aşktan fazlasını bilense,
ölümden azını bilense
nedeni sorulmaz gidene...'
nehir tüm hikayeleri götürürdü Akgöl'e
ay rüzgarlarında bekleyen sazlığa
'sormak bana düşmez, aşkın uzağına'
derdi, bilirdi nehir,
'neden geldiğini bilen, nereye gittiğini bilendir'
nehir ve içindeki pınar yuvasından akarken
pınar, bir yılan hızıyla aktı nehrin içinden
onlar, yılları binler devirdi, devirecek
bir sonraki hikaye su büklümünde onları bekleyecek...
zaman kum saatinde kum tanelerini sayar
çiğneyerek zamanı adımım koşar
elleri beyaz güneş saçlarımı okşar
buğday taneleri yapışır tenime
kelimeler sabırsız, diyeceğim
sevgi sözü taşırım, güneş bırakır heybeme
yol çağırır, geleceğim...