- Kategori
- Edebiyat
Hiçlik

Jale Sancak - Ferhan Şaylıman
Jale sancak : Hepiniz hoş geldiniz. Ferhan Bey Ankara’dan geldi. Ferhan Bey sizi televizyonda gördüğüm yüzünüzün dışında biraz da Hiçlik’le duydum. Edebiyat yolculuğunuzu bizimle paylaşır mısınız?
Söyleşi: Jale Sancak - Zeliha Demirel
24 10 2009’da Galapera’da “Hiçlik” adlı romanı üzerine Ferhan Şaylıman ile söyleştik.
Ferhan Şaylıman: 1992’den beri süren bir yolculuk bu. 92 yılında ‘‘Sığınak’’ adlı öykü kitabımla edebiyat dünyasına girdim. Kitap o yıl Damar Dergisi ve Çankaya Belediyesi’nin açtığı öykü yarışmasında ödül aldı. Tabii ondan önce yazılan günlükler var. Yine bir öykümde yeni yetme çağlarımda banyo sobasında nasıl yaktığımı anlattığım iki cilt dolusu günlük. Sonra uzun bir ara. 2004’te ‘‘N’olur Beni Eve Götür’’, 2006’da ilk romanım ‘‘Zaman Geriye Dönmez’’, 2008’de ‘‘Kırılma Noktası adlı günce ve 2009’un Eylül’ün de çıkan ikici romanım ‘‘Hiçlik.’’ Öykülerim ve ‘‘Perice’’ adıyla yazdığım günlükler İnsancıl, Yazıt, Damar gibi edebiyat dergilerinde yayımlandı. Edebiyata ara verdiğim yıllarda sinema üzerine eleştiriler yazdım. Yine o süreçte Nokta Dergisinde ‘‘Ankara Gündemi’’ başlığıyla, siyaset ve günlük yaşam üzerine köşe yazıları yazdım. 1992 yılından bu yana televizyonlarda gazeteci ve haber programcısı olarak çalıştım. Bugün tüm ülkeyi adeta kuşatan baskı politikaları önce medyayı etkisiz hale getirdiğinden doğal olarak ben de etkisizleştirildim. Geçen Ocak ayından bu yana sektörün dışındayım. Yalnızca yazıyorum.
Jale Sancak: Edebiyata ara verdiğiniz bir dönemden söz ettiniz. Niçin ara verdiniz?
Ferhan Şaylıman: Savaş alanında gibiydik. Yani 92’de özel televizyonlar yayına başladığında ben o karmaşanın tam ortasındaydım. Soluk almaya bile zaman bırakmayan uzun bir maratondu o. Yazıya ara vermek zorunda kaldım.
Jale Sancak: Medya biraz netameli..
Ferhan Şaylıman: Medya sadece zamanınızı değil, sizi de istiyor, hızla tükeniyorsunuz. Yani habercilik, televizyon programcılığı kıyısından köşesinden sürdürülecek bir iş değil.
Jale Sancak: Sonra geriye dönüş başlamış galiba.
Ferhan Şaylıman: Televizyonda ister habercilik, ister programcılık olsun, kendinizi bırakırsanız teslim olursunuz. Çok ‘‘dişli’’ bir meslek bu. Asla azla yetinmeyecek kadar aç gözlü. Ne verirseniz verin yalar yutar ama doymaz, hep açtır. Yaptıklarınız boşluğa uçar. Eğer buna direnmeye kalkarsanız yel değirmenleriyle savaşmış olursunuz. Arada, dengede kalmak çok zor. Bende o dengeyi öğrenme aşaması epeyce sürdü. Sonunda şunu öğrendim: Koşullar ne kadar zorlasa da işin gevşediği bir ‘‘an’’ kendiliğinden doğar. İşte yazı böyle boşluklarda yeniden hayatıma girmeye başladı. İşten zaman çalarak yeniden yazmaya başladığımda kendimi daha iyi hissettim. Bu benim bir ölçüde temiz kalabilme mücadelemdi. İnsanı baştan aşağıya kirleten bir ilişkiler ağında buna direnebilmenin tek yolu yazmaktı. Eğer teslim olursanız zaten sorun yok. Sorun direnmeye başladığınızda çıkıyor. Ben direndim ve oyun dışı kaldım. Sistem, oyunu kurallarına göre oynamadığım için beni kustu. Hiç umurumda değil. Onların koyduğu kurallara göre devam edecek olsaydım benden geriye pek bir şey kalmazdı.
Jale Sancak: İyi ki de yazıdan kopmamışsınız. İçinde bulunduğumuz medya bizi iyi yazarlardan uzak tutuyor. Bazı yazarlar öne çıkartılıyor. İyi ki de direnmişsiniz medyaya. Romandaki kahramanlardan ‘‘gazeteci’’ de direnen bir karakter.
Ferhan Şaylıman: Hiçlik’le ilgili çıkan eleştirilerde anlatımdan kurguya, karakterlerden olay örgüsüne değin çok farklı başlıklarda yaklaşımlarla karşılaştım. Kuşkusuz heyecan verici bir karmaşa bu. O yazılar romanı daha anlaşılır kıldığı gibi, çoğalttı, besledi. Bir roman yazılıp raflardaki yerini aldıktan sonra başka bir yolculuğa çıkar. O yolculuk yazarından bağımsız bir yol izler. Hiçlik’te de böyle oldu. Şimdi gazeteci Haluk karakteriyle ilgili getirilen eleştiride onun eklektik bir durum sergilediği ileri sürüldü. Yani anlatımın genel yapısı içersinde araya iliştirilmiş gibi yorumlandı. Bence Haluk, Canan’ın ağzından anlatılsa da romanın en sağlam karakterlerinden birisi. Çok öne çıkmamasına karşın dolaylı göründüğü anlarda bile işlevini fazlasıyla yerine getiriyor. Bilirsiniz bizde gazeteciler hep başkalarını anlatır ve sorgularlar, burada çok açık biçimde verilmemesine karşın Haluk’un kendini anlattığına tanık oluyoruz. Çok özel bir dünyanın ip uçları sergileniyor. Onun aracılığı ile kirli ve ikiyüzlü bir dünyanın kıyısında dolaşıyoruz. Bakın içinde demiyorum. Çünkü niyetim medyanın derinliklerinde neler yaşandığını anlatmak değildi. Haluk hayatın bütünü karşısında bir ayrıntıydı. Yine burada yüzeysel bir tanımlama yapmaya çalıştım. O da gerçek ve kurmaca arasındaki bağlantıyı biraz sorgulamaya yönelikti. Biliyorsunuz roman yazımında da benzer bir ikilemle karşı karşıyayız. Ben sözü yeniden medyaya getirecek olursam, televizyon ve gazetelerin yarattığı gerçeklikle, edebiyatın ilgi alanına giren gerçekliği iyi algılamak, iyi çözümlemek gerekiyor. Şöyle diyorum: Hayatımız zaten kurmaca ve bunu medya yaratıyor. Açıkçası, gerçek denen olgu bize sunulduğunda bambaşka bir biçime bürünüyor. Şimdi hayatımız bu kadar çarpıtılmış olaylarla kuşatılmışken bunun romana dönüştürülmesinde nasıl bir yol izleyeceğiz? Haluk bize gerçeğin çarpıtılmış hallerinden çok azını anlatıyor. Bence bu bile önemli.
Jale Sancak: Sizin şu anda yazmakta olduğunuz yeni roman gerçekle kurmaca arasında nerede duruyor?
Ferhan Şaylıman: Hiçlik’ten sonra başladığım bir roman çalışması var elimde. Medyanın derinlerinde neler olduğunu irdelemeye çabalıyorum. Gerçekle kurmaca arasındaki o müthiş oyunu asıl bu romanda ortaya çıkarmayı hedefliyorum. Çünkü oyunu anlayamazsak dünyayı doğru algılayamayız. Oysa bir romancı hayata doğru pencereden yaklaşmak zorunda. Şimdi bakıyorum bizde pek böyle sorunlar yok: ‘‘Ben yazarım, gerisi okuyucunun bileceği iştir’’ diyen anlayışla ürettikleriniz sizi ya da bazı çevreleri tatmin etse bile acaba yeterli mi? Türkiye’nin sorunlarını kavramayan bir kafa edebiyatı hangi düzlem üzerinde üretebilir? Üstelik var olan sorunların gerisinde de gerçekle kurmaca arasındaki o karmaşık ilişki yatıyor. Bunu nasıl ve nereye kadar açığa çıkarabilirim, şimdilik benim içinde belirsiz.
Jale Sancak: Ömer Türkeş 2006’da ilk romanınız ‘‘Zaman Geriye Dönmez’i, o yıl basılan ilk romanların ilk sekiz arasında değerlendirmişti. Türk romanı bugün artık sadece özel hayat anlatıyor, toplumsal art alanı olmayan. Kahramanların hiçbir zemine dayanmadığını görüyoruz.
Ferhan Şaylıman: Bu tür romanlar yazmak bir tercihtir, tabi ki saygı duyuyorum. Ben başka bir açıdan da bakmayı öneriyorum. Yani kabaca örnekleyecek olursam ejderhalarla dolu bir ormandan girer, İbn Kıftı Useybia’ya uzanır, bir dönemler eşkıyaların kol gezdiği köylerde dolanarak padişah saraylarındaki entrikalara koşturabilirsiniz. Anlatımınızı pürç, cırnak, sası, kaygun, burgaç, çatkı, çiğit benzeri sözcükler üzerine kurarak masalsı bir havada yaratabilirsiniz. Kurmaca bu işte. Diyorum ki, hayatımız zaten yeterince kurmaca değil mi? Ejderhalar içimizde; Ankara’da Kızılay’da, Bakanlıklar’da, İstanbul’da holdinglerin gökdelenlerinde yeterinden fazla kötülük üretiyorlar onlar. Günümüz eşkıyaları köylerden kentlere indi, kitlelere kök söktürüyorlar. Hayatı anlamak için yüzyıllar ötesine gitmeye ne gerek var? Önce bugünü anladınız mı? Bugünü anlayamazsak yola devam edemeyiz. Bugünü anlamak romancının temel kaygısı olmalı. Kaygısı Avrupa edebiyatına göz kırpmak olan bir romancı bence çağını, ülkesini, kendi insanını ıskalar. Burada ‘‘sanat evrenseldir’’ sözüyle yapılacak savunmaya karşı şu söylenebilir: Bu kuşkusuz doğru ama evrensele giden yol önce senin topraklarından, senin kentlerinden yürümeli. Bakın öyle bir dönemden geçiyoruz ki Türkiye adeta yeniden kuruluyor. Daha doğrusu kurgulanıyor. Bütün üst yapı kurumları hallaç pamuğu gibi atıldı. Toplum çatırdıyor. Yaşananları kavrayamayanların üreteceği metinler neyi anlatırsa anlatsın bence boş.
Zeliha Demirel: Sizin son romanınız Hiçlik’e dönecek olursak, hayatı yaşayamamak, ıskalamak, seyirci kalmak üzerine bir kitap bu.
Ferhan Şaylıman: Hiçlik’te iki olay örgüsünü koşut biçim götürdüm. Birincisi gerçekten bir yok oluş. Gitmek ve kaybolmak. Biz hep yok oluşu, geriye dönüşsüz bir sürece oturturuz. Çünkü yaşam deneyimlerimiz şimdiye kadar bunun aksini göstermedi. Romandaki birinci olay örgüsünde yok oluştan yani hiçlikten, geriye, hayata dönüşün aşamaları anlatılıyor. Görüntüler, hayaller, korkular eşliğinde, yitirilen bilincin yeniden filizlenmesi. Adları unutulan kişileri, eşyaları, hayata ilişkin her şeyi sıfırdan oluşturmanın mücadelesi. Çok zor bir anlatımdı. İkinci olay örgüsü bir kadının dünyasında gelişiyor.Aldatan bir kadın karakter bu. Romanın yarısını Canan’ın iç dünyasına girerek, anlatımı onun bakış açısından kurgulamak tuzaklarla dolu, zor bir işti. Bir kadının penceresinden ‘’vicdan sorgulaması’’ na yönelmek sorumluluk isteyen bir seçimdi.
Jale Sancak : Bence müthiş. Çok iyi yansıtmışsınız. Bir kadının aldattığı noktada verdiği tepkiler çok şaşırttı beni. Biz kadınlar çoğunlukla böyle yaparız.
Ferhan Şaylıman : Kıvamını, ayarını kaçırmadan yapmaya çalıştım.
Zeliha Demirel : Kadının iç dünyası çok gerçekçi biçimde aktarılmıştı. Bunları düşününce çok doğru dedim. Heyecanı, hazırlanması, ruju sürerkenki hali, vs. Yazarın cinsiyet ötesi duyarlılık yaratması ne kadar mümkün?
Ferhan Şaylıman : Bir kadının iç dünyasına girerken o hesaplaşmaları hissetmek ve anlatmak itiraf edeyim tuzaklarla dolu bir yolculuktu.
Jale Sancak : Neden o hastalık? Çene kemiği meselesi.
Ferhan Şaylıman : Özel bir seçim değil, özel bir nedeni yok.
Zeliha Demirel : Bazı şeyleri anlatmak için doğru bir seçim olmuş bence. Yüzde olabilecek bir hasarın diğer organlardan daha az önemli olmadığını da görüyoruz.
Jale Sancak : Edebiyatın diliyle yapmışsınız. Ben çok başarılı buldum. Kısa romanlar gördüğümde çok mutlu oluyorum. Uzun romanlar korkutuyor, bitmiyor, sarkıyor. Bu nedenle Hiçlik’i çok severek okudum. Son derece de yoğun bir kitap
Zeliha Demirel : Karakterler çok yalın, abartısız. Bu nedenle matematiği çok iyi olan bir kitap diye düşünüyorum.
Ferhan Şaylıman : Herkes rutin bir akış içinde yaşıyor. Bu rutin akışta bir sürü şeyi kaçırıyoruz. Daha güzelleştirebileceğimiz durumlar var belki. Ama bizim koşullarımızda da hayatı ertelemeden yaşayabilmek de çok zor.
Jale Sancak : Esat’la Canan’ın hayatında bu yoğun olarak var. Erteleme, zaman yaşayamama var.
Ferhan Şaylıman : Hayatı ortalama düzeyde yaşayan insanların hırsları, saplantıları daha büyük. Bu yüzden ilişki iki ileri bir geri gidiyor. Geçmişten Canan’ın ailesinden gelen bir yoğrulma var. Bu yüzden tepeden bakıyor her şeye. Anne ve babasını sevmemesine rağmen kendi kızına aynı şeyleri yapıyor.
Zeliha Demirel : Kitabın arka kapağındaki yazıdan hareketle;
“ Ertelemek yaşamın mayasını kaçırır. Kızdıysan bağır, sevindiysen söyle, acıktıysan ye, uykun geldiyse yat, özlediysen arkasından koş, sıkıldıysan çarp kapıyı çık, konuşmak istiyorsan konuş.
Sonraya ertelenen ne varsa ruhunu, kokusunu, tazeliğini, özsuyunu yitirir.
Söylenmeyen sözler de zaman aşımına uğrarlar.
Yaşlanmaya benzer bu; sözcükler de büzüşüp, küçülürler. Geriye dönüş yapıldığında o vurucu gücü, etkiyi beklemek hayaldir.”
Şu veya bu nedenden dolayı asıl hiçliğin burada olduğunu düşünüyorum. Bu korkunç bir şey.
Ferhan Şaylıman: Aslında çok da umutsuz bir yaklaşım sergilemek istemiyorum. Neyi, nasıl, hangi boyutlarda yaşarsak yaşayalım bir çıkış noktası bulunuyor. Sonuç Hiçlik’e doğru uzansa da oraya giden süreçte ayakta kalma mücadelesi belirliyor her şeyi. Ben bu romanda koşullar neyi dayatırsa dayatsın aslında umutsuzluğu değil, umudu işaret ettim. Eğer anlatımın bütününden bir olumsuzluk algılanıyorsa o noktada kitaba değil, dönüp çevremize, topluma, Türkiye’ye bakmak gerek. Ben şuna inanıyorum: Yaşadığınız ülkenin insan dokusu, koşulları, sorunları sizi kuşkusuz etkiler, biçimlendirir. Bunlardan kaçamazsınız. Hele aydınlar, sanatçılar, edebiyatçılarsa söz konusu olanlar, onların bu etkileşimi kendi süzgeçlerinden eleyerek hayata yeni bir yorum katmalarından daha doğal ne olabilir ki?
Zeliha Demirel : Hepimizin derdi olması gereken konular her alanda yaşanan bu yozlaşmalar. Medyanın içinden gelen biri olduğunuz için soruyorum, bilinçleneceğimize dair umut var mı?
Ferhan Şaylıman : Bu meslekte yeteneğin hiçbir önemi yok. Arkanıza aldığınız rüzgar sizi şişiriyor ve tavus kuşu gibi oluyorsunuz. İş o noktaya geldi ki, bilgi birikiminin, yeteneğin hiç önemi yok. Arkanda aslanlar gibi desteğin olacak, biraz aşağılayacaksın, aşağılarken de seveceksin, şimdi bu moda. İnsanlar inanıyorlar ve büyüleniyorlar. Medya artık bitti. Alt üst oldu. Diz çöktürüldü. Böyle bir medyanın toplumun gerçek öznel değerlerinden yola çıkarak bir şey yapması mümkün mü? Değil tabi ki. Bu gerçeği görmeden siyaset de yapamazsınız, edebiyat ta.
Zeliha Demirel : Bu oyunun sahibi kim? Bu değişim somut bir starta gidiyor mu? Bir umut var mı bu kadar umutsuzlukta?
Ferhan Şaylıman: İnanılmaz bir altüst oluşun içinden geçiyoruz. Türkiye’nin bütün çivileri yerinden söküldü, şimdi yeniden çakılıyor. Dev bir dalga, kabardı, kabardı ve toplumun üzerine doğru kapaklandı. Altta kalanlar neler olduğunu anlamak istercesine şimdi birbirlerine bakıyorlar. Bundan bizleri kuşatan ilişkilerin etkilenmeyeceğini söylememiz mümkün mü? İlişkilerini ekranlarda milyonların gözü önünde sürdürenlerden, günlük yaşamın koşuşturması içersinde yoğrulanlara kadar herkes tufandan payına düşeni aldı, almaya da devam edecek. Gelişmeleri, savrulmaları doğru okumak gerekiyor. Elbette bir toplumbilimci, siyasetçi falan değilim. Ben sözcüklerin dünyasından bakıyorum hayata. Gözlüyorum, biriktiriyorum, eliyorum ve yazıyorum. Hiçlik bu gözlemlerden doğdu. Toplumdaki ayrışmaların, ilişkilerin uç noktalarına kadar nasıl aktığını, yıllar önce kafalara yer eden koşullanmaların nasıl sinsice su yüzüne vurduğunu işlemeye çalıştım bu romanda.
Jale Sancak : Katıldığınız, duygu ve düşüncelerinizi bizimle paylaştığınız için