Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Eylül '09

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Hikaye bu ya…

Hikaye bu ya…
 

Resim: Alıntı


Sessiz, şirin bir ülkenin, sessiz şirin bir diyarında bir padişah varmış.

Bu padişahın Vezirleri, Sadrazamları, Kazaskerleri, Defterdarları, Nişancıları, Kaptan-ı Deryaları, Yeniçeri Ağaları, Reisü’l Küttap’ ları, her bişeyi varmış.

Bu padişahı diğerlerinden ayıran tek şey, babadan oğula geçen bir mirasın değil de halkın teveccühleriyle padişahlık koltuğuna oturmasıymış.

Onun için onca yardımcısı olmasına rağmen zaman zaman halkı ile buluşup, konuşmayı, varsa dertlerini tasalarını makamında dinlemeyi adet edinmiş. Zaman zaman tebdili kıyafet gezip, halkın içinde dolaştığı da olurmuş. Kimse bilmezmiş.

Bu toplantıların yapılacağını ise katipleri aracılığı ile halka duyurur, bu buluşmaları, kayıt altına alması, yazması, çizmesi, resmetmesi içinde bir nevi katip sayılan zamanın gazetecileri çağırırmış. Fakat gazeteciler geldikten bir süre sonra anlaşılamayan bir sebeple gazetecilere hadi siz gidin artık der, gazetecilerin yazması için de katiplerine metinler hazırlatır gönderirmiş.

Başta işleri başlarından aşkın ve çoğu züğürt olan gazetecilerin de hoşuna gitmiş bu durum. Fakat bir süre sonra bu toplantılarda neler olup bittiğini öğrenmek isteyen bir gazeteci, bakmış olmayacak, tıpkı padişah gibi, tebdili kıyafet edip kimliğini gizleyerek, içeri girip, içerde kalmış.

Meğer onlar gittikten sonra bazı baba gazeteciler gelip, başköşeye oturuyor, diğer gazetecilere yasak olan o toplantıları baştan sona izliyorlarmış.

Ne yapsam ne etsem de görünen köyün göründüğü gibi olmadığını bu halka anlatsam diye kafa yoran gazeteci, işinin hiç de kolay olmadığını biliyormuş. Padişahın emrimde onca kalem oynatanı, katibi varken halkın kendine inanmayacağını da biliyormuş.

Oysa babadan oğula geçen bir mirasla değil de halkın teamülleri doğrultusunda bileğinin hakkıyla o koltuğa oturduğunu düşündüğü padişahı, "işin içinde bir bit yeniği olduğunu düşünse de zaman zaman" sever, sayar, onun diğerlerinden farklı olacağını düşünürmüş.

Şimdi nasıl yapıp, nasıl edip de bunu halka anlatmalı diyerek günlerce, gecelerce düşünmüş fakat görünen köyün fotoğrafı bunu imkansız kılıyormuş. Meğer her şey bir ilizyondan ibaretmiş diye hayıflanmış kendi kendine.

Meğer her şey bir ilizyondan ibaret!

Sahne yalan, padişah yalan, halk yalan, orada bulunan herkes bu yalana çanak tutan figüranlarmış.

Körler ve sağırlar birbirini ağırlamaya, halk padişahı alkışlamaya, devran bildiği gibi dönmeye devam etmiş.

Ne onlar ermiş muradına, ne diğerleri çıkabilmiş kerevetine. Tas aynı. Hamam aynıymış.

Dilinde bir Artvin türküsü, tüm olanları düşünerek yürümüş gitmiş gazeteci.

Sağım yalan, solum yalan. Giden yalan, dönen yalan. Döndüm baktım dünya yalan. Senin gibi. Senin gibi…

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..