Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ekim '07

 
Kategori
Aile
 

Hoşçakal

Yer gök acı olmuş… Yaşlılar ağıt yakıyor peş peşe, diğerleri ise sessizce ağlamayı tercih ediyor. Gidenin tüm fotoğrafları kaldırılmıştı ama adı sık sık telaffuz ediliyordu. En çok da yaşına yanıyordu yakınları, alem değiştirmek için 42 yaş herkese erken gelmişti. Üstelik daha yetiştirilecek iki çocuk varken, üstelik onu çok seven eşi varken, annesi, babası, kardeşleri, sevenleri varken…

Yeni almışlardı evlerini. Bin bir heves ve emekle satın aldıkları evlerini yavaş yavaş döşemeye de başlamışlardı… Melun hastalık o zaman da var lakin bu kadar ağır değil, korkutucu değil… Tedavisi var ne de olsa, herkes bir parça rahat bu yüzden. Bir de ölüm bize sevdiklerimize yakışmaz ya kondurmuyor kimse ona… Evet hasta ama iyileşecek, daha yapacak çok işi var onun iyileşmeli o yüzden…

Ama son gelmiş. Duyan herkeste feryat. İnanmıyor kimse gerçekten gittiğine…

Taziye evi kalabalık, gelenler gidenler, ağlayanlar, tepsi tepsi yemekler, ocaktan inmeyen çay… Herkes kalan bir eş ve iki çocuğun yanında olmak için çırpınıyor, hoş bana göre bazen uzatıyorlar taziye ziyaretini ya, onların da içi öyle rahat ediyor olsa gerek. Aslında insan öylesi bir acıyı yaşadığında yalnız kalsa, kendi başına ağlasa hatta bağıra çağıra ağlasa, kaybettiğiyle konuşsa doyasıya kim duyacak korkusu olmadan, biraz da olsa yalnız kalsa daha iyi olmaz mı diye düşünüyorum. Ama bunu kime söylediysem yanlış düşünüyorsun dediler, acılı günde insan yanında sevdiklerini ister, onların teselli etmesini bekler dediler. Hatta büyükler pek bir yadırgadı. Hangisi doğru yine bilmiyorum…

Derdim onlar değil, o kalabalığın arasına karışmak da değil niyetim. Ben onun yanında olmak istiyorum… Nihayet biraz yalnız kalabiliyoruz. Balkondayız… Eksik kaldım diyordu… Birlikte sigara içiyoruz… ilk kez sigaranın tadı bana bu kadar acı geldi… Eksik kaldım, ben bundan sonra ne yapacağım diyordu… Sesi titriyor, elini tutuyorum öpüyorum o çok sevdiğim adamın, amcamın ellerini, hem giden sevdiğime, yengeme üzülüyorum hem kalan amcama… Anlatırken bana bakmıyor gözleri, çok uzaklarda başka bir şeye ya da yere bakar gibi ya da arar gibi. Sigarasından derin bir nefes aldı ve titreyen sesiyle anlattı;

“yoğun bakımdaydık, artık son vakitlerdi bana baktı ve –Mehmet müsaade et bana- dedi. Korktum –etmem- dedim, -kimse yanındakiler onları gönder, burada kal- dedim, bana baktı ve -teşekkür ederim- dedi, -her şey için teşekkür ederim- bunu dedi ve sustu”.

Yeniden ağlamaya başladı. “O kadar her şeyimdi ki” dedi, “bir gün birbirimizi kırmadık, küs kalmadık, tartışsak bile beşinci dakika ya o gelirdi yanıma ya da ben giderdim onun yanına, bir kötü anım yok, tamdım şimdi eksik kaldım”… Amcam şimdi yarım kaldı… Kilitlendim, bir şey diyemedim, söyleyeceğim her şey anlamsızdı bana göre… Sessizlik en doğrusuydu. Yine ellerini öptüm amcamın… Birlikte ağladık… Sonra yine devam etti “Nimet ağaçları, çiçekleri, serinliği çok severdi, iyi ki mezarını o ağacın altında aldım, sever orayı”. Sarıldım ona. Evet severdi ben de hatırlıyorum…

Ölüm hangi yaşta gelirse gelsin erken, ölüm nereden nasıl gelirse gelsin, kabul edilemeyen, alışılamayan… Bir yandan bilinen, bir gün mutlaka hepimizin yaşayacağı deneyim diğer taraftan ne zaman olursa olsun erken gelen… Daha da tuhaf olanı, yaşamı ölümle karşılaşınca hatırlıyoruz, sanki ölüm bize hayatı anlatan…

Eksik kalıyor geride kalan. Bir uzvu gitmiş gibi, hayatının en tatlı hatıraları silinmiş gibi. Kalan hayat belki de bu yüzden tatsız tuzsuz hatta yavan geliyor. Belki de bu yüzden artık onsuz yaşamanın gereksizliğine olan inanç…

Aynı anda bir bebeğin hayata merhaba dediğinin de haberini alıyoruz. Bir yanda ölüm diğer yanda doğum… Kısacık da olsa mutlu oluyoruz… Sanki o bebek sonsuza kadar yaşayacak gibi sanıyoruz… Oysa ölüm hepimize çok yakın… bir nefes kadar uzak sadece… Yalnızca bir nefes kadar…

 
Toplam blog
: 7
: 1280
Kayıt tarihi
: 24.11.06
 
 

Herşeyden bir parça bahsetmeyi, bunları yazıya dökmeyi sevince, neden olmasın diyor insan... Yazmak ..