Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Nisan '11

 
Kategori
Öykü
 

Hüzne yolculuk!

Hüzne yolculuk!
 

Kıra dağının koynundan aşağıya akıp giden asflat yolun bir sonraki dönemecinde kasaba yavaş yavaş görünmeye başladı, uzaktan ilkin eski tekel binası bir hayalet silueti gibi gösterdi kendini, sonra kasabanın toprak futbol sahası, kasabadaki diğer yapılara göre daha yeni ve daha gösterişli görünen yeni lise binası ve artık tüm kasaba. 

Aradan tam on beş sene geçmiş olmalı doğduğu topraklara gelmeyeli, içinde tarifsiz bir heyecan vardı, dile kolay tam on beş sene. 

Kasabanın girişindeki karayolları tabelası bir rutinin tekrarı gibi hangi silahtan çıktığı belli olmayan kurşunlara hedef olmuş, delik deşik edilmişti, kıra dağının yamacından kasabaya akıp giden yolun solundaki bağlara hüzünle baktı, eli direksiyonda gözleri ile heyecanla etrafı izlemeye, eskinin izlerini aramaya çalışıyordu, sanki hayatının yirmi üç yılı burada geçmemiş te uzaklardan ilk defa buraya görev gereği atanmış bir genç memurun merakı vardı üzerinde. 

Yolun sonundaki üzüm bağlarının içinden dedesinin bağını seçmeye çalıştı; güneydeki dördüncü bağ olmalıydı, bağın ortasında yükselen fıstık ağacından tanıdı dedesinin bağını, tıpkı çocukluğundan beri dedesinin bağını gösteren bir işaret gibi o fıstık ağacı duruyordu işe. 

Direksiyonu ana yoldan kasabanın içine doğru sapan tali yola kırdı, işte orda sol kol üzerinde “yeni oklu” duruyordu, kasabada o zamanlar iki ilkokul vardı biri kendi okuduğu okul ve kasabanın ilk ilkokulu ”Hürriyet ilkokulu” diğeri ise sonradan yapılan “Atatürk ilkokulu”, kendi okuduğu okulda genelde kasabanın yoksul çocukları okurdu bu yoksul Kürt kasabasında bile bir “varoş” kültürü kendiliğinden oluşmuştu, diğer okulda ise genelde kasabada görev yapan memur ve bürokratların çocukları okurdu, gülümseyerek o zamanlar kasabanın en güzel kızlarının, en bakımlı oğlanlarının rakip okulda okuduğunu hatırladı, sonra okullar arası yapılan tüm yarışmalarda kendi okullarının genelde galip geldiğini dünmüş gibi hatırladı, içinde bulundukları eziklik duygusunun dengelenmesi belki de rakip okula karşı kazanılan zaferlerle dengeleniyordu. 

Atatürk ilkokulunun karşısında esrarlı bir hayalet ev gibi duran cezavenin önünde elindeki tüfek ile bir ileri, bir geri ağır adımlarla turlayan asker ile arabanın açık camından göz göze geldi ve çocukluğunda sorgulayamadığı “okulun karşısında cezaevi” çarpıklığını şimdi daha iyi sorgulayabiliyordu. 

Şimdi küçük rampaya tırmanıyordu araba, direksiyondaki adam vitesi küçülttü, gençlik yıllarının en coşkun dönemlerinin geçtiği liseye yaklaştıkça kalbi yerinden fırlayacak gibi oluyordu, etrafı taş duvarla çevrelenmiş lise bahçesi, bahçe boyunca dikilmiş akasya ve kavak ağaçları, voleybol sahası, basketbol potaları, binanın önündeki bayrak direği… Tüm bunları yıllar sonra tekrar görecekti, tıpkı yıllar sonra uzaklardan çıkıp gelecek eski sevgiliyi görecekmiş gibi içinde tarifsiz bir heyecan vardı. 

Az sonra en güzel gençlik hatıralarının geçtiği lisenin önünde dehşet içinde frene yüklendi, arabanın hızı düşük olmasına rağmen araba sendelendi, direksiyonda bir cansız beden gibi durdu, gördüklerine inanamıyordu, bu sahneyi, bu manzarayı eski bir savaş filminde bombalanmış bir şehrin kalıntılarını izler gibi izledi, hayal ettiği gibi değildi hiçbir şey, şimdi lise binası bir savaşın enkazı gibi duruyordu karşısında, camlar kırılmış, tahta kaslar yerlerinde sökülmüştü, bayrak direğinin yerini ancak küçük beton platformdan çıkarabildi, okulu çevreleyen taş duvardan eser yoktu şimdi, ağaçlar sanki hiç orda olmamış gibi izleri bile yoktu, kasabaya ilk girdiğinde yolun kenarına inşa edilen yeni lise binasını öfkeyle hatırladı, sanki bu manzaradan o bina sorumluymuş gibi içinden adını koymadığı bir nefretle anımsadı. 

Gözlerinin önünde toprak bahçede arkadaşlarıyla volta attığı günler bir bir geçti, sınıf arkadaşları Cengiz, Ramazan, Yaşar, Leyla, Funda ve diğerleri tıpkı geçip giden yıllar gibi onlarda çekip gitmişti, akasya ve kavak ağaçları o yılların hatıraları arasına katılmıştı sanki. 

Bir savaştan ağır bir yenilgi ile çıkmış bir nefer gibi yenildiğini, anılarının, geçmişinin yenildiğini, zamana karşı hoyratça her şeyin oraya-buraya savrulduğunu anladı içi ürpererek. 

Kontağı çevirdi, arabanın önü yokuş aşağı inmeye başladı, sokağına girdi, çocukluğunun en hayta yıllarının izini sürmekten vazgeçti, daha birkaç dakika önce lisenin bahçesinde yaşadığı travama onu sarsmıştı, az sonra baba evindeydi, taş temelin üzerine rastgele örülmüş briket duvardan dar sokağa taşan dut ağacının dalları mahzun ve kederli bir annenin kolları gibi karşıladı onu, dut ağacının dibindeki tulumba hala duruyordu, babasının yıllar sonra kentten “tersine göç” ile döndüğü hatırlarının evinin önündeki bahçe şimdi çok daha canlı duruyordu, bahçeye ekilen öte beriden babasının artık yaşlandığını içi burkarak kabullendi, çocukluk yıllarında kahveden ayrılmayan adam şimdi kendini bağa, bahçeye adamıştı, kapıyı tıklamadan arasına dönüp baktı, geniş avludan kasabanın tepesinde bir anıt gibi heybetle duran kıra dağına, kıra dağının heybeti ile yarışır gibi gökyüzüne yükselen kasabanın tek minaresine hüzünle baktı, içindeki kederlere yüreğini teslim edip kapıyı tıkladı! 

 
Toplam blog
: 166
: 540
Kayıt tarihi
: 02.09.09
 
 

Batmanın Beşiri ilçesinde doğdum, Mersinde yaşıyorum, edebiyata ilgi duyuyorum, yerel ve ulusal d..