- Kategori
- Gündelik Yaşam
İç savaş

Ben kendi iç savaşımda yenilmenin ezikliğini yaşarken, sokakta bir kadın sevdiği adamın daha soğumamış bedenine sarılıyordu. Fotoğraflarını çekip onunla konuşmalıydım. Ama bu görüntü tek bir soru getirdi aklıma; biz en son ne zaman sarılmıştık? Nasıl bir acıydı bu son dokunuş, bu tek taraflı hissediş. Uzaklaştım ordan koşar adımlarla.
İşte yine sirenler çalmaya başladı. Evimden kilometrelerce uzakta, bana yabancı bir ülkede, bana yabancı insanların birbirlerini öldürmelerini izliyorum. Bilerek ve isteyerek geldim bu savaşa. Tabi işim bu, ama gönüllü oldum. "Ben yaparım" dedim. Ne olabilirdi ki az çok tahmin ediyordum, zaten daha öncekileri defalarca izlemiştim uzaktan. Amacım gerçekten tarihe tanıklık etmek miydi, bir aptal cesareti mi diyorsan, ikisi de değil.
Ben sadece gitmek istiyordum. Neresi olursa olsun. Zaten çok uzun sürmeyecekti ki bu savaş. Bombalanmış evlerin fotoğrafını çekecektim, yani yenik bir ülkeyi. Çeşitli yorumlar yapacaktım, tanıklık ettiklerimle ilgili. Meğer ne kadar yanılmışım...
Ben giderken bir tek kendimi götürdüm zannederken, gitmek diye birşey olmadığını anladım. Daha ilk gün. İnsan kendinden kaçamıyordu. Mekan değiştirmek hiçbir şeyi çözmüyordu. Değil mi ki düşüncelerinde seninle yolculk ediyordu. Beraber geldik bu savaşa en çok kaçtığım, sen ve ben. Senden kurtulmaktı buraya gelirken amacım, hayatımın akışını değiştirmek. Bir savaşa gelerek, kendi iç savaşımı kazanmak... Ne kafar yanıldım. Zaten kendi iç savaşımda yeniktim, uzun zaman önce bozguna uğramıştım. Bir savaş esiri başka bir ülkenin savaşını izlemeye gitmişti.
Ben kendi iç savaşımda yenilmenin ezikliğini yaşarken, sokakta bir kadın sevdiği adamın daha soğumamış bedenine sarılıyordu. Fotoğraflarını çekip onunla konuşmalıydım. Ama bu görüntü tek bir soru getirdi aklıma; biz en son ne zaman sarılmıştık? Nasıl bir acıydı bu son dokunuş, bu tek taraflı hissediş. Uzaklaştım ordan koşar adımlarla.
Bir genç kız okul olduğunu sandığım yıkık bir binanın kenarında ağlıyordu. Uzun süre onu seyrettim. İstanbulu'mu düşündüm. Kaybedilen sadece bir savaş değildi. Yıkılan her şehirle ülke hafızazasının bir kısmını da kaybediyordu. Düşündüm en sevdiğim yerleri, beni ilk öptüğün kafeyi, beraber yürüdüğümüz ağaçlarla çevrili yolu, seninle uyandığım evi... Ne korkunçtu bir şehrin hafızasını yitirmesi, artık yaşananların ispatlanamaması
Yavaş yavaş yoluma devam ettim. Hiç fotoğraf çekmiyor ama hazfızamdaki albüme hiç silinmeyecek fotoğraflar ekliyordum.
Bir evin önünde ağlayan bir baba vardı. Bir kız çocuğu başından vurulmuştu. Babası ona ağlayarak alacağı kırmızı papuçları anlatıyordu. Sanki küçük kız ayağında kırmızı papuçlarıyla yükseliyordu mutlulukla. Ağlamaya başladım. Yitirilen herşeye. Yitirdiklerimize ve yitireceklerimize ... Ne kadar hem yürüyüp hem ağladım bilemiyorum.
Baştan galip sayılan ülkenin tankıyla burun buruna geldim. Yerde yatan askerlere baktım. Sanki yüzlerinde kandırıldıklarını en son anlayan insanların pişmanlıkları vardı. Hepsine tek tek baktım. Savaş başlamadan önceki bir fotoğraf geldi gözümün önüne. Savaşa gelmek üzere olan bir askerin fotoğrafıydı, yanında iki çocuğuyla beraber. Kucağındaki çocuğuna biberonla mamasını yediriyordu, sol tarafında 4-5 yaşlarında bir kız çocuğu başı önünde babasına birşeyler anlatıyordu. Adam bir eliyle kızının saçlarını okşuyor, belki de alnına son öpücüğünü konduruyordu. Ölen askerlerin yüzlerine bakarken çocukça bir dilekte bulundum, çocuklarını çok seven bu baba ölmesin.
Yavaş yavaş aldığım yere yaklaşıyordum. Buradan gitmek ve kaçtıklarıma yeniden kavuşmak istediğimi farkettim. Ama bunu yapmayacak ve tarihe tanıklık etmeye devam edecektim. Telefonunu çevirdim, çok zor düştü, ama işte çalıyordu. İkinci çalışında açtın "efendim" dedin. Konuşmak istedim. Ağzımdan hiçbir söz çıkmadı. Sen bir kez daha " efendim" dedin. Ben ağlayarak içimden tek bir şey söyledim. Sen duymadın. Telefon kapandı
"Elveda" dedim.