- Kategori
- Güncel
İçe dönük bir övünmeyi dinler durursunuz bu coğrafyada yaşarken
Kendisine özgü garip bir anlayışın çemberi içerisinde sıkışıp kalmıştır bulunduğumuz coğrafyadaki bazı zihniyet sahipleri.
Ayrıca siyasilerimiz de...
Yazılı ve görsel basından okuyup, dinlediğimize göre başbakan yine yenilemiş, ''En az üç çocuk yapın;'' diye. Bunun dayanağı da ''Dünya nüfusunun yaşlandığı, Türkiye'nin mevcut genç nüfus avantajını koruyabilmesi için çocuk sayısının ikiye bile düşmesi; söz konusu avantajın gerileme sebebi olacağı...''
Başbakan bu düşüncesini iktidarının ilk yıllarından beri tekrarlar durur... Hatta seçim gezilerindeki yakın görüşmelerinde genç ailelere sık sık telkinde bulunur. ''En az üç çocuk, '' diye . Üstelik yakın markaja da alır. Buna inanan kimseler eğer akıllarını onun görüşleri doğrultusunda kiraya verdilerse tavsiyesine uymuşlardır. Çocukları da sanıyorum şu an dört beş yaşlarında olması gerek...Yani şu andan itibaren üç veya dört seçim sonra oy kullanabilecek yaşa gelecekler.
Başbakanın gelecekteki oy potansiyelini şimdiden hazır hale getirme düşüncesi; o aileleri son noktası belli olmayan bir sürat koşusuna zorlamasına benzer. O kişilerin kendi akıllarını kullanmayıp, gelecek günlerini düşünmeden iradelerini koşulsuz olarak Başbakanın aklına teslim etmeye de...
Tıpkı son AKP kongresinde 1632 delegenin tamamının oyunu kendisine teslim etmesi gibi.
Bu kadar delegenin oyunu hiç fire vermeden genel başkanlarına teslim etmesi onların iç dünyalarındaki siyasetten nemalanma düşüncesinin görünmeyen ürünü olsa gerek.
Devrik Irak lideri Saddam Hüseyin de her seçimde kullanılan oyun tamamını alırdı. Herhangi bir sandıktan üç beş aykırı oy çıktığında da Saddam'ın oğulları Uday ve Kusay bu üç beş oyu kullanan kişileri bulmak için seferber olurlardı. Bulduklarında da gereken cezayı verirlerdi.
***
En az üç çocuk meselesine gelince, gerçek Başbakanın düşündüğü gibi değil tabii.
Mevcut hükümete destek veren Cumhurbaşkanının ''Bir üniversite bitirmek hemen bir iş bulmak anlamına gelmez'' söylemi, Başbakanın bu anlayışını ''Ne iş olursa yaparım abi, '' cümlesini kulalanan gençlerin ülkesi olacağını destekler. Ama hiç kimse oy kullanmalarına engel olamaz.
***
2010 dünya kupası finalleri için karşılaştık. Maçta iki gol vardı. Bu golleri atan da Belçika'lılardı. İmparatorumuz Fatih Terim daha önceki maçta agresif hareketleri sonucu aldığı cezadan ötürü saha kenarında değildi. Takımına hükmedemedi...
Yine gazetelerden okuduğuma göre Fatih Terim Ermenistan maçı sonrası görevini bırakacağını açıklamış. Görevi bırakacağını düşünen bir teknik direktör önceden Hiçbir açıklamada bulunmadan günü gelince bırakır.
Şimdi Fatih Terim'e yalvarmalar başlayacaktır sanırım;'' Yapma hocam... bizi bırakma hocam, sen imparatorsun hocam...'' diye. Belki de terimin görmek istediği beklenti bu doğrultudadır. Belki de bu yalvarmaları dikkate almaz, iki yıllığına görevi bırakır. Çünkü daha önce bunun örneklerini, -FB-GS arasındaki 6-0- lık maçta... yaşadık. Ve sonuçta yeni bir anlaşma... Yeni bir imza...
Sporda yenmek de vardır yenilmek de... Bu gayet doğaldır.
Yayıncı kurumun maç başlamazdan önce söylenen milli marşlarda istiklal marşını tamamen naklen yayınlayıp, sıra Belçika milli marşına geldiğinde hemen reklamlara geçmesi, sizce saygınlık içeren bir davranış mıdır.? Peki ülkemizde maç izleyen hiç mi Belçikalı turist yok? Hadi diyelim ki yok... Sözüm ona uluslar arası yayın yapan bir kuruluş bir ülkenin uluslar arası müsabakasında milli marşını ne diye yayınlamaz ki?
Bayrak ve milli marş bir ülkenin görsel ve duyumsal simgesidir. Her bayrağın ve milli marşın bir oluşum sebebi vardır. Derinliklerinde o ülkenin geçmiş kahramanlıkları sezinletilir. Biz kendi bayrağımıza ve marşımıza saygı beklerken neden Belçika milli marşına saygı göstermiyoruz ki? Yoksa onların dedeleri kahraman değil miydi?